Bahtı Ak Taşı Kara Şehir: Ankara

Coğrafyanın kader olduğu söylenir. Ancak insanın coğrafyayı yeniden yarattığı da olur. Ankara, insanın coğrafyayı yeniden biçimlendirdiği yerin adıdır

Bahtı Ak Taşı Kara Şehir: Ankara

YAZAR

"Ankara’da doğdu gün;
Öğün Türk oğlu öğün.
Tan yeridir Türklüğün,
Bahtı ak, taşı kara
Adı büyük Ankara.

Ordu kuruldu,
Düşman orda vuruldu.
Türk’e bir kale oldu.
Bahtı ak, taşı kara
Yurdun kalbi Ankara.

Harp meydanı orası
Başkomutan ovası
Bahtı ak, taşı kara
Can evimiz Ankara."

Hasan Ali Yücel

Hasan Ali Yücel yukarıdaki mısralarında genç Cumhuriyet’in Ankara’sını bahtı ak taşı kara ve Türklüğün tan yeri olarak belirlemiş. Ona göre gün Ankara’nın doğacak sabahın huzuruna öyle kavuşacaktır.

Yücel, Allah’ın bildiğini kuldan saklamayı tercih etmemiş peşinen Ankara’nın taşına kara demiştir. Günümüzde halen devam eden Ankara ve İstanbul tartışmalarına belki de bir yönden nokta koymuştur. Ankara’nın taşı toprağı altın değildir. Altın olmamakla birlikte hatta karadır. Bahtı ak ve açık olan Ankara’nın toprağı görmesini bilene Cumhuriyet’tir.

Coğrafyanın kader olduğu söylenir. Ancak insanın coğrafyayı yeniden yarattığı da olur. İşte Ankara tam anlamıyla insanın coğrafyayı yeniden biçimlendirdiği yerin adıdır. Türk milleti sırtını bu şehre yaslayarak kendi geleceğini tasarlamış ve sonunda nurla dolu bir Cumhuriyet’i tarihin önüne çıkarmıştır. Savaşta ordu karargahı, barışta Türk devriminin fabrikası Ankara’nın "başkent" ile şereflendirilmesinin üzerinden 96 yıl geçti. Bu yazımızda "can evimizin" öyküsü okuyacağız.

Kanla İrfanla Kazanılan Cumhuriyet’in Başkenti

Başkent kelimesinin Latince Caput (baş) kökünden türetilmiş olmasından dolayı başkentin, yönetim merkezi olma özelliği ön plandadır. Başkentler devletlerin yönetim merkezi olarak kabul edilmekte; ülkenin genelinin ya da ayrı bir siyasal birimin yönetim ikametgahı olarak gösterilmektedir. Başkentler siyasal bilimciler tarafından genellikle iki tipe ayrılarak incelenmiştir.

Bunların arasında ilk tipe girenler, evrimlerini kendi içsel dinamikleriyle gerçekleştirmiş olanlardır. Bu tipteki başkentler uzun bir kentsel tarihe sahiptir. Bu başkentler her dönemde ülkenin önde gelen yönetim merkezi olmayı sürdürmüşlerdir. Tarihsel merkezleri Roma İmparatorluğu’na kadar uzanan Londra, Berlin, Paris, Viyana gibi başkentler bu grupta yer almaktadır. Diğer grupta ise tasarlanmış/planlanmış başkentler yer almaktadır. Genellikle devrimci bir politik gücün yeni bir başkent yaratma isteği sonucu oluşturulmuş başkentlerdir. Bu grubun en önemli örneği Washington, Moskova ve Ankara’dır. Eski başkentlerin bırakılarak, yeni başkentlere kayılmasının arkasında da politik gücün olduğu kuşkusuzdur. Aka Gündüz Ankara Marşı’ndaki "Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin" dizeleriyle devrimci gücün yeniyi yaratmasına değinmektedir. Antik çağda daha az görülmekle birlikte modern devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte başkentlerin kaydırılmasına daha sık rastlanmaktadır. Amerikan, Rus ve Türk devrimleri toplumsal, siyasal ve ekonomik alt üst oluşların ardından bu yeniyi yaratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün "Uçurum kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş, ondan sonra; içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete(halk), yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler." sözünden anlaşılacağı üzere devrimci süreçler büyük kararları ve sonuçları içinde barındırır. Tarih bir anda değişir bir anda alt üst olur. Başkent kavramı da bu değişimlerden elbette payını almıştır.

     Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Hititlilere kadar uzandığı öngörülen Ankara kenti, değişik zamanlarda önem kazanmış olan Anadolu’nun ana ticaret yollarından Kral Yolu ve İpek Yolu üzerindeki konumu refah getirmiştir. Ankara kalesinin ve kentinin yerleştiği tepe ile bunun karşısında yer alan Hıdırlık Tepesi hem ticaret yolları üzerinde hem de Engürü Ovası üzerinde çok stratejik bir denetim noktası oluşturmaktadır. Bir merkez olacak şekilde tüm bu yolların ortasında bulunan kent, tarih boyunca kentsel yerleşim alanı olmuş, aynı zamanda askeri ve ticari bir girizgâh işlevi de üstlenmiştir.
Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Hititlilere kadar uzandığı öngörülen Ankara kenti, değişik zamanlarda önem kazanmış olan Anadolu’nun ana ticaret yollarından Kral Yolu ve İpek Yolu üzerindeki konumu refah getirmiştir. Ankara kalesinin ve kentinin yerleştiği tepe ile bunun karşısında yer alan Hıdırlık Tepesi hem ticaret yolları üzerinde hem de Engürü Ovası üzerinde çok stratejik bir denetim noktası oluşturmaktadır. Bir merkez olacak şekilde tüm bu yolların ortasında bulunan kent, tarih boyunca kentsel yerleşim alanı olmuş, aynı zamanda askeri ve ticari bir girizgâh işlevi de üstlenmiştir.

Tarihte Ankara

Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de Hititlilere kadar uzandığı öngörülen Ankara kenti, değişik zamanlarda önem kazanmış olan Anadolu’nun ana ticaret yollarından Kral Yolu ve İpek Yolu üzerindeki konumu refah getirmiştir. Ankara kalesinin ve kentinin yerleştiği tepe ile bunun karşısında yer alan Hıdırlık Tepesi hem ticaret yolları üzerinde hem de Engürü Ovası üzerinde çok stratejik bir denetim noktası oluşturmaktadır. Bir merkez olacak şekilde tüm bu yolların ortasında bulunan kent, tarih boyunca kentsel yerleşim alanı olmuş, aynı zamanda askeri ve ticari bir girizgah işlevi de üstlenmiştir.

Lidya ve Pers döneminin en önemli askeri, ticari ve haberleşme yolu olan Kral Yolu’nun Ankara’dan geçmesi, yine kentin askeri ve ticari yönden önemli bir merkez olma özelliğini yansıtmaktadır. M.Ö III. yy’de Galat kabilelerinin kendilerine bir yurt bulma amacı ile Anadolu’ya gelmesi, Ankara kentinin tarihinde önemli bir yer tutmakla birlikte, M.Ö. 21’de Galatya’nın Roma eyaleti olması ile Ankara, bölgenin başkenti olmuştur. Roma İmparatorluğu döneminde Ankara parlak bir dönem yaşamıştır. Yüz bin nüfuslu 15 kent, pek çok askeri, sivil ve dini mimari yapıtla donatılmıştır. (Sağdıç, Bir Zamanlar Ankara, s.15)

Ankara M.S. 395-1073 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nun güçlü dönemlerinde askerin erzak ve malzemesinin sağlandığı kışlık konaklama yeri ve bu nedenle de ticaret merkezi olmuştur. Orduya gerekli malzemenin üretilmesi için tarım, hayvancılık, dokumacılık gibi faaliyetler geliştirilmiştir.

Ayrıca Ankara’nın Hristiyanların Hac Yolu üzerinde olması onun ekonomik ve sosyal yaşamını etkilemiştir. Anadolu’nun 1073’de Selçukluların eline geçmesi, bölgenin Doğu-Batı transit ticaretinde önemli bir rol oynamasını sağlamış, yol üzerindeki diğer kentler gelişirken bu durum Ankara’yı fazla etkilememiştir.
Kentin ekonomisi tabii ki çevresindeki tarımsal artı ürünün denetlenmesine dayanıyordu. Tahıl üretiminin özellikle kentin beslenmesi için özel bir önemi vardı. Bağcılık da kentin ve çevresinin gelişmiş bir faaliyet alanıydı. Ancak kent ekonomisini uzun mesafe ticarette önemli hale getiren iki faaliyet alanı tiftik üretimi ve dericilik olmuştur.

Tiftik keçisi uzun bir süre Ankara kentinin var olma, gelişme ve refah simgesi olmuştur. Bu keçilerin sahip oldukları yünün niteliği ve dokuma özellikleri nedeniyle bu dönemde dünyanın en iyi "sofunun" Ankara’da üretildiği bilinmektedir. (TDK’ya göre sof: Ham ipekten yapılmış astarlık kumaş)

1886-1894 yıllarından Ankara Valiliği yapan Abidin Paşa zamanında, kaybolmaya başlayan tiftik sanayii canlanmış, kente uzaktan su getirmiş ve demiryolu işlemeye başlamıştır. Abidin Paşa İngilizlerin tiftik keçilerini Güney Afrika’ya götürerek orada üretmeleri nedeniyle doğan rekabete karşı önlemler almış, Devlet Tiftik Çiftliği kurmuştur.

Dünyada yaşanan ekonomik ve siyasal dönüşümden Ankara’da doğrudan payını almıştır. Ticaret yollarının okyanuslara kayması, ticari ulaşımda Anadolu’nun transit olma özelliğini de kaybettirmişti.

19. yüzyıl başlarında yoğun bir şekilde üretilen tiftiğin ticareti özellikle Avrupa firmalarının temsilciliğini yapan gayrimüslimler tarafından organize edilmiş, bu nedenle kentte ufak bir azınlığın refahı artarken halkın sosyal ve ekonomik yaşamı gerilemiştir. 1813’te artık bakımsız ve harap bir kent görünümündeki Ankara’da, Vital Cuinet’in 1890’da yazdığı eserinde, 18. yy’de Avrupa’ya 30 bin balya işlenmiş tiftik satan bu kentte artık çalışan sadece bir tezgâhın kaldığı belirtilmiştir.

Ankara tarihi bakımından çok önemli olan Ahilik konusu yeterince aydınlanmamıştır. Orta Anadolu’da Ahiliği, Ahi Evran 13.yy’ın ortalarında Kırşehir’de kurmuştur. Önce dericilik alanında başlayan Ahilik Ankara çevresinde hızla yayılmıştır. Ahiliğin faaliyetleri başlangıçta debbağlık, saraçlık ve kunduracılık alanında ise de giderek diğer zanaat alanlarına da yayılarak, 24 üretim alanını kapsar hale gelmiştir. Ahiler kentlerin yönetimiyle de ilgilenmiştir. Nitekim Ankara’da siyasal bir boşluk olduğunda kentlerin yönetimini de yüklenmişlerdir. Ahilik sadece bir kente ilişkin bir örgütlenme değildir, kentler arası bir ilişki ağı da oluşturmaktadır. Böylece tüm Anadolu’da ilişki kurmuş olan Ahi tekkelerinin Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişmesinde de etkili olduğu bilinmektedir. (Tekeli, 2011, s. 256) Ahilik teşkilatı sadece Ankara tarihi için değil Anadolu’da siyasal yaşam ve ekonomik üretim konusu içinde ayrıca bir başlıkta değerlendirmeliyiz.

20. yüzyıla girerken Ankara’nın yaşadığı önemli gelişmelerden biri demiryolunun Ankara’ya gelmesidir. Bununla beraber, kentte tarımsal üretimi arttırmış daha sonra I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte demiryolu Ankara için farklı bir işlev üstlenmiştir. Anadolu’nun ortasına kadar hızlı ve güvenli bir biçimde asker ve cephane taşıyabilen bu yolun üstlendiği rol artık ekonomiyi canlandırmak değil, Ankara’yı Kurtuluş Savaşı’nın yönetildiği ve Millet Meclisinin toplandığı kent konumuna getirmek olacaktır.

Buraya kadar Ankara kentinin ilkçağlardan itibaren yaşadığı sosyal, ekonomik ve politik değişim kronolojik bir perspektifle kısaca özetlemeye çalıştık. Bundan sonra Cumhuriyet’in devrimin askeri ve siyasal karargahının Ankara olarak seçilmesinin nedenleri ve sonuçlarını dönemin zorunlulukları içerisinde değerlendirmeye çalışacağız.

(Fotoğraf 2: İstanbul basının olumsuz bakışı karikatürlere de yansıyordu. Osmanlı başkentlerini (Bursa, Edirne, İstanbul) temsil eden üç kadın Ankara’yı temsil eden ve tahtta oturan köylü kadına başkentlik tacını teslim ettiği bir karikatür.)
(Fotoğraf 2: İstanbul basının olumsuz bakışı karikatürlere de yansıyordu. Osmanlı başkentlerini (Bursa, Edirne, İstanbul) temsil eden üç kadın Ankara’yı temsil eden ve tahtta oturan köylü kadına başkentlik tacını teslim ettiği bir karikatür.)

Ankara Tarih Sahnesine Baş Rolde Çıkmaya Hazırlanıyor

Ankara’nın başkentlik kararı her ne kadar Kurtuluş Savaşı sonrasında Cumhuriyet’in ilanından kısa bir süre önce verilmiş ise de bu kararın verilmesi gerçekte iki aşamalı bir karardır. Birinci aşamasını Ankara’nın Kurtuluş Savaşı’nın merkezi olarak seçilmesi ve Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olması, ikinci aşamasını Ankara’nın yeni devletin ve daha sonra da Cumhuriyet’in başkenti seçilmesi oluşturur. Gerçekte ikinci aşamada verilen başkent seçilme kararı birinci aşamada verilen kararın başarısına büyük ölçüde bağlıdır.

İşgal yıllarında Atatürk’ün yakın arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un Ankara’da 20. Kolordu Komutanı oluşu ve Ankara’nın ileri gelenlerini Mustafa Kemal’in kişiliği ve fikirleri konusunda aydınlatması, Kurtuluş Savaşı’nın günün birinde kesinlikle başarıya uğrayacağını söylemesi ve tüm bu düşüncelerin Ankara’da olumlu karşılanması daha savaşın ilk yıllarında kente önemli bir merkez havası kazandırmıştı. Bağımsızlık duyguları yoğun Ankara halkı, işgalleri protesto çağrılarına uyarak mitingler hazırlıyor, şehirdeki örgütlenme hem şehir aydınlarının hem de dönemin basın yayın organlarından olan posta ve telgrafhanenin katkılarıyla kuvvetleniyordu.

İlk ulusal kongrenin Sivas’ta toplanması, Anadolu’nun güvenli bir bölgesi olan Sivas’ı merkez yapma eğilimi ağırlıklı görünüyordu. Fakat Sivas’ta yaşanan kentin işgali ve kongrenin dağıtılması yönündeki çeşitli tehditlerin Mustafa Kemal’i böyle bir karar için olumsuz etkilediği öne sürülmektedir. Ayrıca Sivas, olayların ve gelişmelerin kolaylıkla izlenebilmesi açısından yeterince merkezi bir kent değildi. Ankara’nın İstanbul ve Batı Anadolu’ya demiryolu bağlantısının olması ve daha merkezi bir konumda olması, ayrıca Ankara halkının Kurtuluş Savaşı’nı destekleyici nitelikte hareket etmesi nedenleriyle, Kurtuluş Savaşı’nda hükümet niteliği taşıyan Heyet-i Temsiliye Sivas’tan Ankara’ya hareket etmiştir.

Ankara’nın merkez olarak seçilmesinde, Anadolu içinde savaşın esas alanı olan batıya yeterince yakın ama dış güçlerce doğrudan müdahale edilmesi zor bir nokta olması kadar, 19. yüzyıl alt yapı gelişmelerinin Ankara’ya sağladığı üstünlükler etkili olmuştur. Telgraf ağındaki yeri, demiryolunun esas savaş alanına ve İstanbul’a kolay ulaşım sağlayan özellikleri gibi. Lonca, Ahi ve Hacı Bayram Veli tarikatların oluşturduğu halk güçleri ise sosyal olarak Ankara’nın Cumhuriyetten önce sahip olduğu potansiyellerdir.

Temsil Heyetinin Ankara’ya gelişiyle Ankara, fiili bir hükümet merkezi durumuna girdi. Zaten Atatürk “İstanbul artık Anadolu’ya hâkim değil, tabi olacaktır” diyerek de başlatılan Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul’un merkez rolünü yitirmiş olduğunu anlatmaya çalışmaktaydı. Yine de bu aşamalarda, Atatürk’ün Ankara’yı başkent yapmakta ne kadar kararlı olduğuna kanıt gösterebileceğimiz bir veri sahibi değiliz.” (Akgün, 1984, s. 228)

16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi ile dağıtılan Osmanlı Meclisi yerine yeni bir meclis kurulmasına karar verilmiştir. Türkiye Millet Meclisi’nin nerede toplanacağı sorununa karşın Atatürk bu konuda çok fazla düşünme gereği duymadı. Demiryolu bağlantılı, arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un örgütlemeleriyle Kurtuluş Savaşı’na inançlı, üstelik Temsil Heyetinin de merkezi olan Anadolu kenti Ankara’da meclis toplanacaktı.

23 Nisan 1920’de Türkiye Millet Meclisi’nin Ankara’da toplanmasıyla, Heyet-i Temsiliye’nin gelişi ile başlayan Ankara’nın fiili başkentlik durumu pekişiyordu. Kurtuluş Savaşı’nda Ankara’nın başarılı olması ve meclisin Ankara’da toplanması kente geçici bir başkentlik işlevi vermişti. Fakat Ankara’nın başkent olarak seçilmesinin gerekçeleri sadece Kurtuluş Savaşı’ndaki başarısıyla açıklanamaz. Bu nedenle başkent olma işlevinin neden Ankara’ya verildiği ardındaki gerekçelerle ayrıntılı olarak incelenmeye çalışılacaktır.

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yeni bir yönetim merkezinin belirlenmesi gerekiyordu. Başkentin İstanbul değil Anadolu’nun ortasında bir yerde olacağını henüz Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal çokça dile getirmişti. Başkentin Anadolu’nun bir yerinde olması gerektiğini savunan Mustafa Kemal’e göre ülkenin iyi yönetilebilmesi, ahaliye eşit hizmet götürülebilmesi, kısaca Anadolu’nun kalkınabilmesi için başkentin ağırlık merkezi oluşturacak bir yerde kurulması gerekiyordu.
Mustafa Kemal’in Anadolu’da bir başkent kurulması isteğinin anlamı, Halide Edip’e göre ise, "Anadolu’ya medeniyet taşımaktı." Anadolu’daki bu ağırlık merkezinin neresi olacağı konusunda Ankara’nın sahip olduğu altyapı ve ulaşım bağlantıları kenti Anadolu’daki diğer kentlere göre avantajlı duruma getirmiştir.

Atatürk’ün başkentin Anadolu’da olması gerektiğini düşündüren sebeplerden biri de İstanbul’un bir sahil kenti olmasından dolayı herhangi bir savaş anında hemen işgal edileceğinden kaynaklanan savunma sorunudur. İstanbul’un yabancı işgalinden kurtulmasından sonra, yeni devletin yeni başkenti konusunda kamuoyu oluşturulmasının zamanı gelmiştir. Bu nedenle 1923 yılı ocak ayında Mustafa Kemal, İstanbul gazetelerinin yazarlarıyla bir basın toplantısı düzenler. Bu görüşmede Mustafa Kemal “yeni başkent” sorunlarını da tartışmış ve yöneltilen soruları şöyle yanıtlamıştır: “Bir hükümet merkezi her türlü hücum ve saldırıdan kolayca etkilenmeyecek kadar güvenli bir yerde, örneğin ülkenin merkezinde bir yerde olmalıdır. Bir geminin topundan telaşa düşülecek bir konumda hükümet merkezi olamaz.” (Tankut, 1993, s. 46).

Ayrıca İstanbul’un deniz kenarında olması imparatorluk zamanında kentte ekonomik anlamda sömürgeci etkilerin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle de simgesel anlamda İstanbul, Batılılaşmanın ve yozlaşmanın mekanı olarak görülüyordu. Yeni yönetim, başkenti Anadolu’da bir yere taşıyarak bu emperyalist denetimin kırılmasını istiyordu.

Kuşkusuz yüzyıllar boyunca başkentlik görevini üstlenmiş İstanbul’un bırakılmasının tek nedeninin savunma problemi olduğu düşünülemez. İstanbul’un bırakılmasında kentin, Cumhuriyet rejimin kimliğiyle uyuşmayan imajlara sahip olması önemli bir nedendir. Simgesel anlamda İstanbul, Osmanlı rejimiyle özdeşleşmişti ve yeni kurulan ulus devlet rejimi, bu imajdan kurtulmak istiyordu. Yönetim, ulus devlete geçişi sembolleştiren bir başkent yaratmak istiyordu yani yeni bir rejimin kurulması ile hilafetin başkentinin kesin olarak bırakılması gerekmiştir.

Bunu anlamak istemeyenlere karşı Mustafa Kemal şöyle diyordu:

“İstanbul’daki kafasızları bir tarafa bırak, şu gözle görülecek ve elle tutulacak kadar aşikâr olan hakikati kendi arkadaşlarıma dahi anlatamadım… O kadar söyledim yahu bu şeriat içinde kabil değil, İstanbul’da meclis olmaz, memleket bizim değil mi, onu en emin gördüğümüz herhangi bir noktada kurmak hakkımız değil mi?” (Ahıska, 2001, s. 52)

Bir Orta Anadolu kasabası olan Ankara’nın başkent yapılması kolay olmamıştır. Ankara’nın başkentlik kararına Cumhuriyet’in kurucu kadroları içerisinde birçokları tepki göstermiş, yüzyılların imparatorluk başkentinin bırakılıp bir Anadolu kasabasının başkent yapılmasını kabullenememişlerdir. İstanbul’un temsil ettiği kozmopolit yapı, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşturmaya çalıştığı Türk milliyetçiliği ve ulusal birlik için uygun bir zemin oluşturamazdı. Türk devriminin ideolojisi ve pratiği adeta boş bir sayfa olan Ankara üzerine yazılacaktı. Çünkü İstanbul, genç Cumhuriyet’in kadrolarıyla yeniden yaşatılamayacak kadar mazi kokan ve milli birliğin sembolize edemeyecek kadar kozmopolit bir yapıya sahipti.

Ankara’nın başkent olarak ilan edilmesinden bir süre önce, İstanbullu muhalifler bu karara yönelik eleştirilerinin dozunu arttırmaya başlamışlardır. Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin “Ankara şerait-i maişeretinin, mevki ve nüfuz sahibi bir adamı cezbedemeyeceğini’’ iddia ederek, tüm dünya için cazibe merkezi olan İstanbul gibi bir şehirden vazgeçip “ortaya suni bir idare merkezi çıkarmanın” yeni yönetimin altından kalkamayacağı bir külfet olduğunu söylemektedir.

Ankara bu ideolojik yapı içerisinde üzerine milliyetçi düşüncenin yazılacağı bir “boş sayfa” olarak görülmüştür. Atatürk’ün, Ankara’nın insana bir boşluk, bir çöl hissi verdiğini söyleyen Yunus Nadi’ye cevabı bunu destekler niteliktedir:

“Öyle görünür Nadi Bey, dedi, öyle görünür. Zaten bu büyük işin zevki de işte buradadır. Bu çölden bir hayat çıkarmak, bu inhilalden bir teşekkül yaratmak lazımdır. Mamafih sen ortadaki boşluğa bakma. Boş görünen o saha doludur, çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O millettir, o Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır, işte şimdi onun üzerindeyiz.” (Ahıska, 2001, s. 52)

Herkesin Bildiği Gerçek Yasalaşıyor

Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde TBMM’de onaylanmıştır. Lozan Antlaşması ile ülkenin temel dış politikasındaki sorunlarım çözülmüş ve bunun sonucu olarak önemli anayasal ve iç politika kararlarının alınma zamanı gelmiştir. Bu kararlar şunlardır:

-Ankara’nın başkent oluşunun yasallaştırılması,
-Cumhuriyet’in ilanı,
-Yeni bir anayasanın yapımı
Bu kararlar tarihi bir oluşumun, bir zincirinin halkalarıdır.

9 Ekim 1923 tarihinde İsmet Paşa ve 13 arkadaşı TBMM’ne bir kanun teklifi sunarak Ankara’nın başkent olmasını önermişlerdir. Bu teklifte dikkati çeken şudur: İsmet Paşa ile birlikte imza sahibi milletvekilleri yurdun muhtelif yerlerinin temsil eden milletvekilleri arasından dikkatle seçilmişlerdir. Malatya, Çorum, Diyarbakır, Kütahya, Kastamonu, Erzurum, Erzincan, Sivas, Bursa, Afyonkarahisar, İstanbul ve Konya illerinden seçilen milletvekilleri öneri sahipleridir.

Teklif sahipleri, gerekçelerinde Ankara’nın başkent olması için şu düşünceleri açıklıyorlar:

Lozan’dan sonra büyük ölçüde ülke bütünlüğü sağlanmıştır.
Türkiye’nin idare merkezinin seçiminin sırası gelmiştir.
Lozan’da kabul edilen Boğazlar meselesi çözüme kavuşmamış bu nedenle ülkenin kuvvet kaynağını ve gelişmesini Anadolu’nun merkezinde, coğrafya ve stratejinin, iç ve dış güvenliği gereklerini aramak zorundayız.
Bu merkezin Anadolu’da ve Ankara’da olması gereklidir.
Tasarı, 13 Ekim 1923 yılında TBMM Genel Kurulu’nda görüşülerek TBMM’nin aldığı 27 numaralı karar olarak kabul ediliyor.

O tarihten itibaren genç Cumhuriyet’in Ankara’sı devrimin bütün atılımlarının öncü şehri haline gelecekti. Özellikle halkçılık ve milliyetçilik fikirlerinin şehrin mimarisinden ve giyim kuşamına kadar her yerde göreceğimiz bir nevi ütopyaların gerçekleştiği bir yer olarak yükseldi, yükseldi ve kısa sürede Dünya’nın önemli merkezlerinden biri haline geldi.

Başkent Ankara’nın öyküsünü sonlandırırken Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’nın başkent oluşunun 10. Yılında yaptığı bir konuşmadan alıntıyla bitiriyoruz:

“Ankara, deniz kıyılarından uzak, yalçın ve çıplak bir kaya parçasının eteğinde kurulmuş olmakla birlikte, gökyüzüne atılırken taş toprak kesilmiş dalgaları andıran görkemli dağları, çok yıldızlı ve ışıklı gölleriyle (Ankara) eşsiz bir yayla güzelidir. İklimi sağlam, havası temiz ve kuvvet vericidir. Ovayı sıra setler, tabiyeler halinde çeviren demir, tunç ve bakır renkli dağlar Ankara’yı Türk yurdunun zapt olunmaz Hâkim Kalesi haline getirmiştir…’’

Anıl Eren Yıldız

TGB Ankara İl Başkanı

Kaynakça:
1- Ahıska, M. (2001). "Yapay Ankara Karşısında "Hakiki" İstanbul, İstanbul Üzerinden Ankara. İstanbul
2- Akgün, S. (1984). Kurtuluş Savaşının Mekânsal Stratejisi ve Ankara'nın Başkent Seçilme Kararının İçeriği. E. Y.-Ü. Uğurel içinde, Tarih İçinde Ankara: Eylül 1981 Seminer Bildirileri
3- Polat, M. (2009). Bir Sembol Olarak "İdeolojinin Mimarideki Kavramsal ve Mekânsal Etkileri Başkentlerin İmarı Üzerinden Bir Karşılaştırma Ankara Örneği. İstanbul: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
4- Tankut, G. (1984). Jansen Planı Uygulama Sorunları ve Cumhuriyet Demokrasisinin Kent Planına Yaklaşımı. E. Y.-Ü. Uğurel içinde, Tarih İçinde Ankara: Eylül 1981 Seminer Bildirileri (s. 304). Ankara: ODTÜ Yayınları.
5- Tekeli, İ. (1998). Türkiye'de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması. 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık. içinde İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları
6- Tekeli, İ. (2011). Başkent Ankara'nın Öyküsü. İ. Tekeli içinde, Anadolu'da Yerleşme Sistemi ve Yerleşme Tarihleri. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
7- Sağdıç, O. (tarih yok). Bir Zamanlar Ankara. Ankara: Ankara Büyükşehir Belediyesi.

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler