İnsan İçin Bir Oyun: Satranç

TGB Ankara İl Başkanı Deniz Tokgöz yazdı...

İnsan İçin Bir Oyun: Satranç

YAZAR

Derin tahliller, havada uçuşan stratejiler, savaşlar, yok olan kuvvetler ve yükselen kuvvetler… Yaşadığımız dünya ile bir satranç tahtası arasında bağ kuranlar pek de haksız sayılmazlar. Bu yazımızın esas konusu satranç terimlerini ve karakterlerini kullanarak dünyaya ve olaylara bir yorum getirmek değildir. Sırtımızı geriye yaslayalım, acele etmeden, sabırlı, düşünerek okuyalım. Esas konumuz satrancın ta kendisi.

 

Satrancın nasıl icat edildiğine dair birçok etkileyici hikâye dinlemek mümkün ancak biz tarihsel bir satranç incelemesinden daha çok psikolojik ve pratik yönleriyle ele alacağız.

 

Günümüzde herkes bir savaşın içerisinde. Durdurmaya çalıştığımız, bizi ele geçirmesini istemediğimiz, bu yüzden hızlı ve özensiz olarak yaşamamıza sebep olan bir kuvvet var: Zaman. Evet, hepimiz bir koşturmaca içerisindeyiz. Zamanı yönetmeye daha doğrusu ona yetişmeye çalışırken üzerinden atladığımız, layıkıyla yaşayamadığımız birçok şey geride kalıyor. Sabır, plan ve sakinlik yerini telaş, kargaşa ve strese bırakıyor. Hayatın renkleri, insanı insan yapan değerleri, paylaşılacak anları… Hepsi akıp giden, bizim de düşman olarak gördüğümüz zamanın kurbanı oluveriyor. Ne güzel ifade ediyor şair dizelerinde, “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya”.*

 

Durum bu iken satranç bir kurtarıcı olarak parlıyor. Satranca bugünden bakınca bize en büyük katkısı şüphesiz zaman kavramını bir dost olarak sunmasıdır. Sabrı, adım adım ve planlı yürümeyi, durup anlamayı, olasılıkları düşünmeyi öğrendiğinizde zaman sizin için daimi bir dost olur. Tüm yönleriyle tahtaya bakmak, ince ince hamleleri görmek, acele hareket etmemek… Aslında ömrünüzde kısacık bir zaman diliminde oynadığınız bir satranç maçı size diğer bütün zamanlar için ufuk katar.

 

Bir diğer yönüyle satranç iletişimsiz kaldığımız ve birbirimizi anlamaya çalışmadığımız şu günlerde iyi bir iletişim aracıdır. Karşıda bulunan rakibin nasıl düşüneceğini tahmin etmeye çalışmak, onun mimiklerinden ruh halini okumak, taşı kaldırışından konduruşuna kararlılığını sezmek ve daha birçok ince ayrıntıyı konuşmadan belki de ihtiyacımız olduğu şekilde düşünerek görürüz. Satranç bir insanı tahlil etmeyi öğretir. Satrançta dil tahta, kelimeler ise taşlardır. Onları düşünceli ve güzel kullanırsanız, kazanırsınız.

 

Satranç sürekli dikkat ve sonuna kadar mücadele ister. Sevdiğimiz müzik tarzından sevdalandığımız insana kadar her şeyden çabuk vazgeçme bir moda olarak sürekli önümüzde. Zorluklara direnme eşiğimiz ve bir alanda derinleşme ısrarımız çok düşük. Kendi hayatlarımız her şeyin üzerinde. Yürürken çarptığımız insanların, üzerine bastığımız çimenlerin, kirlettiğimiz doğanın ve kırdığımız kalplerin bir önemi olmadığını düşünüyoruz. Dolayısıyla dikkate de gerek duymuyoruz. Satranç bu yanlışlardan dönme yolunda bize çok şey katıyor. Paragraf başında söylediğimiz gibi dikkatsiz hamleler ve sonuna kadar mücadele etmeden çabuk vazgeçmek satrançta intihardır.

 

Hayata dair, bugüne dair satrancın bize katacağı çok anlam var. Bu yönleri ile satranç gerçekten dâhice ve insan için bir oyun. Bunu destekleyen birçok hikâye olduğunu söylemiştik. Nasıl ortaya çıktığı şöyle dursun biz satranca ortasından dalan ve insan psikolojisine yansımalarını biraz olumsuz da olsa muhteşem inceleyen Zweig’in “Satranç” isimli öyküsüne bakalım.

Zweig iki dünya savaşı görmüş, ikincisinden fazlaca etkilenerek yaşamış ve ölmüş bir yazar. “Satranç” eserinde “Dr. B.” karakterinin yaşam öyküsünde kendisini yakalar. Nazilerin ve Gestapo’nun** baskısı her daim üzerindedir. Çıkış yolunu satrançta bulmuştur. Bu eksende yaşanan olaylar tek solukluk bir öykü halini almıştır. Satrançtan konu açılmışken bu kitap okunmazsa eksik kalır. Tabi bu kitap okunmazdan önce yapacağınız iki şey daha var. Bunlar yapılmazsa da bu kitabı okumak istenilen etkiyi sağlamaz.

Bunlardan birincisi 2014 Amerika yapımı “Şah Mat”*** filmini izlemektir. Satranç hiçbir zaman masada durduğu gibi durmaz. Yukarıda insana neler katacağını anlatırken aslında bu gerçeği kavramıştık. “Şah Mat” filmi ile bir kez daha anlıyoruz. Amerikan “Bobby Fischer” ile Sovyet “Boris Spassky” soğuk savaş döneminde kitlelerin gözünü diktiği oyuncular oluyorlar. Aralarındaki maçlar sanki Amerika-Sovyetler Birliği savaşları gibi görülüyor. Kazanan -bugünün aksine- Amerika oluyor lakin filmin yarattığı etki yanında bunun değeri düşük. Bu film satranca olan ilginizi büyük oranlara çıkaracaktır.

İkinci yapılması gereken ise kendi kendinizle satranç oynamaktır. Bu konu hakkında fazla fikir beyan etmeden sadece birkaç kez denemeden kitaba başlamamanız önerilir.

Satranç üzerine birkaç fikir okudunuz. Sabır, düşünmek, irade, dikkat, paylaşmak… Satranç hayat değilse bile hayatınızın satrançtan öğreneceği çok şey var.

 

DENİZ TOKGÖZ

 

*Gülten Akın, İlkyaz şiirinden.

**İlgili kitapta Adolf Hitler’e atfedilen kelime.

***Orijinal ismiyle “Pawn Sacrifice”.

Tarih:
Diğer Haberler