NATO’da Ölüm Vardır, Batı Asya'da Hayat!*

"Türkiye’nin milli hükümete ya da yeniden Amerikancı bir hükümete evrilme sürecinde silikleşecek olan bir kuvvet olacaktır."

NATO’da Ölüm Vardır, Batı Asya'da Hayat!*

YAZAR

24 Kasım 2015 tarihinde sınırımızdaki Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesiyle birlikte karşılıklı tehditler düzeyine gerileyen Türk-Rus ilişkileri özellikle tarım ve turizmdeki bunalımla birlikte Türkiye’yi hem ekonomik açıdan hem de bölge ilişkileri açısından zor duruma sokmuştu. Bu sancılı süreç Ahmet Davutoğlu’nu da ayakta tutamamış, Türkiye’nin çıkarlarını ve zorunluluklarını ayaklar altına almanın bedelini iktidarıyla ödemiştir. Ürününü satamayan çiftçisiyle, otellerini kapatmak zorunda kalan turizmcisiyle bu sürecin sancılarını bizzat hisseden AKP iktidarı nihayetinde mevcut koşulların zorunluluklarına teslim olarak Rusya’dan özür dileme ve Rusya’yla ilişkileri geliştirme ve hatta “İncirlik Üssü’nü Rus uçaklarına açma” noktasına kadar gelmiştir. Bu durum, her ne kadar kendi içerisinde 180 derecelik bir dönüşü barındırsa da o kadar da şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bir iktidarın en temel içgüdüsü iktidarını korumak ve sağlamlaştırmaktır. Yaşadığımız süreçte de hem ABD’nin kara gücü PKK’yla savaşıp hem de ABD’nin tetikçiliğine soyunup Rus uçağını düşürmenin hiçbir gerçekçiliği yoktur. AKP iktidarı 1 Kasım’da “bölücü terörle işbirliği yapan ayaklar altında kalır, bölücü terörü bitiren iktidar olur” dersini çıkarmıştır. Bu yüzden hem bölücü terörü temizleme iddiasında olup hem de onu destekleyenlerin tetikçiliğine soyunmak büyük çelişkiler doğurmaktadır. Bu da Türkiye’yi ABD’yle karşı karşıya getirip Rusya, İran ve Suriye’yle yakınlaşma noktasına itmektedir.

Biz bunu istesek de istemesek de, sevsek de sevmesek de bu, muhakkak hayata geçecek olan bir olgudur. Yerçekiminin olduğu bir ortamda havaya bıraktığımız uygun bir cismin yere düşmesi ne kadar muhakkaksa bölücü terörü temizleme iddiasında olan bir hükümetin de ABD’yi karşısına alıp bölge ülkeleriyle işbirliği yapması o kadar muhakkaktır. Bunun aksi, bölücü terörü temizlemekten vazgeçmek demektir.


Tayyip Erdoğan’ın 180 derecelik dönüşü kendi içerisinde bir çelişkiyi barındırmaktadır ancak nihai sonuçlarına baktığımızda Türkiye’nin yararına olan bir 180 derecelik dönüştür bu. Bu yüzden nihai sonucu ve faydayı es geçip salt “Tayyip Erdoğan’ın yaptığı işlerin karşısında durmak” üzerinden meseleyi konumlandırdığımızda yanılgıya düşeriz. Yakın Türkiye siyasetinin belki de en büyük sorunu en üst çelişkiyi yok sayıp onun altındaki küçük çelişkileri baş çelişki olarak görmek ve siyasetleri de buna göre konumlandırmaktır. Türkiye’de siyasetin merkezine ‘Tayyip Erdoğan karşıtlığı’nın konması onun üzerindeki diğer olguları göremememize sebep olur. Türkiye’de ve coğrafyamızda insanlarımızın sıkıntılarını yaratan en başat sebep Amerika’dır. Bölgemize savaşı, kanı, gözyaşını getiren de Amerika’dır; Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’nin başına bir proje elemanı olarak musallat eden de Amerika’dır. 12 Eylül’de baş çelişkiyi 12 Eylül rejimi olarak görüp arkasındaki “Our boys”çuları göremeyenler ardından gelen neo-liberal Özal iktidarına can simidine sarılır gibi sarılmışlardı. Burada en başat çelişkiyi ABD olarak belirlediğimizde ise ikisinin de aynı membadan çıkmış olduğunu rahat bir şekilde görebiliriz.

Bugün için de durum böyledir. Tüm mevzilenmeyi “Tayyip Erdoğan’ın saltanatını yıkmak” üzerine kurmak ardından gelecek neo-erdoğan’lara karşı alacağımız tavırlarda da bir tutarsızlığa yol açar. Bir Tayyip Erdoğan gider, öbür Tayyip Erdoğan gelir. Ancak bugün karşımıza Amerika’yı aldığımızda hem PKK’ya hem de IŞİD’e karşı savaşı savunabiliriz. Burada stratejiyi de bu savaşı büyüterek ABD’nin piyonlarını ve nihayetinde de ABD’yi zayıflatma üzerinden belirleyebiliriz. Bu stratejide de Tayyip Erdoğanlar ABD tarafından “hizadan çıkmış” olarak tanımlanan bir iktidar gücü konumundadırlar ve bu noktada da devrimcilerin, vatanseverlerin görevi bu çelişkiyi oyarak derinleştirmektir. Bu da nihayetinde ABD’nin yani baş düşmanın Türkiye’deki gücünü zayıflatacak olan bir hamledir. Türkiye’nin çok uzun bir gelecekteki çıkarları Asya’da görünmektedir.

Çünkü Türkiye, kuruluş sürecinden bu yana hala Asyalı bir devlettir. Asyalı olmak ise içinde bulunduğumuz emperyalizm çağında Atlantik’in mazlum uluslar ve tüm dünya üzerine kurduğu hegemonyadan kurtulmak için mücadele etmektir. Türkiye 150 yıldır bunun savaşını veriyor. Bu savaşın en büyük muharebesi Kurtuluş Savaşı’ydı. 1945’ten sonra Türkiye’nin Atlantik sistemine bağlanmasıyla birlikte bugün dört bir yanında bombaların patladığı bir ülke haline geldik. Şimdi ise Türkiye’nin önünde aynı Kurtuluş Savaşı’ndan olduğu gibi bir kırılma noktası daha vardır: Asya ile yeniden bütünleşmek! Yeniden konumuza döndüğümüzde, eğer Türkiye’nin çıkarlarının Atlantik sisteminde değil de Asya’da olduğunu düşünüyorsak buna yönelik atılan adımların da arkasında durmamız, hatta bu adımların öncüsü olmamız gerekir. Gramsci’nin ünlü “bilmek, yapmaktır” sözü burada da bize rehberlik eder.

Toplumsal muhalefete öncülük etmek gibi bir kaygıyla Türk-Rus dostluğu savunusu yapmak ile Türkiye’nin çıkarlarının burada olduğu gerçeğini görerek bu savunuyu yapmak arasındaki fark da burada ortaya çıkıyor. Toplumsal muhalefeti arkasına almak kaygısı güdenler yarın öbür gün AKP iktidarı yeniden Rusya’yla ilişkileri geliştirme noktasına geldiğinde Türkiye’nin çıkarına olan Türk-Rus dostluğunu baltalayan bir konuma gelebiliyor. Nihayetinde bu yaklaşım kendini “AKP’yi geriletmek için oylar HDP’ye”, “AKP güçlenmesin diye PKK’ya yapılan operasyonlar durmalı” gibi söylemler olarak ortaya çıkartıyor.


Türkiye’nin önündeki sorunlar da bellidir, çözüm yolları da bellidir. “Hizadan çıkan” Türkiye, canlı bomba eylemleriyle yeniden hizaya sokulmaya çalışılıyor. Türkiye’nin önünde de 2 yol vardır; ya bu dizayn süreci Türkiye’yi yeniden NATO’nun ve ABD’nin Ortadoğu’daki tetikçisi haline getirecek, ya da Türkiye bu süreçten Amerika’yla bağlarını kopartarak yeniden milli bir devlet olma sürecine girecektir. Üçüncü bir yol yoktur. AKP iktidarı ise şu anda her ne kadar bu süreci yönetmeye çalışan bir aktör olarak görünse de içinde çok büyük tutarsızlıklar barındırmaktadır. Cumhuriyet ve laiklik düşmanlığı, gösteriş ve şatafat sevdası, dış politikadaki çelişkili davranışları bu tutarsızlıkların temel göstergesidir ve AKP hükümeti Türkiye’nin milli hükümete ya da yeniden Amerikancı bir hükümete evrilme sürecinde silikleşecek olan bir kuvvet olacaktır. Türkiye’nin bu süreçten milli, devrimci bir hükümet ile çıkması ise bizlerin mücadelesiyle ve ancak yerinde yaptığımız müdahalelerle mümkündür. TGB’nin geçen seneden bu yana yaptığı Mehmetçik yürüyüşleri, ABD protestoları ve daha önceki süreçte yapılan çuval eylemleri, kitlesel yürüyüşler, milli hükümetin habercisi niteliğindedir.

*”Durağanlıkta ölüm vardır, ihtilalde hayat!” –Mahmut Esat Bozkurt


EK: Bazı yazıların sonunda konuya ilişkin kafa açıcı kitaplar, makaleler önerilir. Bu yazının sonunda ise konuya ilişkin geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak bir müzik dinletisini, TSK Mehteran Birliği ile Rus Kızıl Ordu Korosu’nun 2008 tarihinde Kremlin Sarayı’nda Türk-Rus dostluğunu geliştirmek amacıyla verdiği ortak konserden bir kesiti sunacağız. https://www.youtube.com/watch?v=DVnjcsHn-YQ

 

Sezer ÖZSEVEN

Ankara Üniversitesi / Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi

Tarih:
Diğer Haberler