100. Yılın Mesajı Neydi?

Görevi Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabe’den alan biz gençlerin omuzlarında Türk Devrimi’nin bekçiliğini yapmak değil, onu sürdürme görevi yüklü.

100. Yılın Mesajı Neydi?
Yiğit Çınar
Yiğit Çınar
YAZAR

200 Yıllık Türk Devrim zincirinin en kritik halkası olan Cumhuriyet’in 100. yılını doldurduk. Mustafa Kemal’in Onuncu Yıl Nutku’nda söylediği gibi bu, ‘’en büyük bayramdır, kutlu olsun!’’ Bizler için cumhuriyet, yalnızca bir gün, bir ilan, bir kutlama günü değil, bir irade, kararlılık, cesaret, azim ve hamiyyetle, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar çerçevesinde vurgular yapılması gereken, anlamını bu minvalde çizdiğimiz ve sorunlara çözüm getirdiğimiz bir gündür. Bunu, 100. yılda Birinci Meclis önünde buluşup yaptığımız yürüyüşle tekrar gösterdik.


Görünen tablo şu ki, 100. yılımızın coşkusu 100. yıla yakışır şekilde Türkiye Gençlik Birliği dışında örgütlenemedi. Sistemli, elle tutulur, Ekim ayına kadar sürekli bilinçlerimize ‘’bu sene yüzüncü yıl’’ vurgusu yapılmadı. Buna karşın, Türk milleti verilmesi gereken değeri ve önemi gösterdi, meydanlar, sokaklar dolup taştı. 


Son birkaç yıldır tespit ettiğimiz bir gerçek var: Türkiye’de Atatürkçülük yükseliyor. Sorunlar arttıkça Atatürkçü çözümlere yöneliş çığ gibi büyümeye devam ediyor. Bu saptamamız yalnızca bizim tarafımızdan değil, sistemin bütün başrollerince biliniyor. İşte o yüzden de bizi, bizim yegane silahımızla vurmaya çalışıyor. Yani Atatürk’ün içini boşaltarak.


Çocukluğumuzdan hatırlayalım, yüzüncü yıl değil, normal bir milli bayramda sabah erkenden kalkılır, TRT’deki askeri tören ve stadyum gösterileri izlenir, bayraklar camlara asılır, gazeteler boy boy milli bayramı kutlar ve belgeseller dağıtır, televizyonda gün boyu milli bayram odaklı programlar yapılırdı. Yani tüm araçlarla bu bilinç verilirdi. Ancak geride bıraktığımız birkaç yılda milli bayram kutlamak, gecesinde konserin olduğu, öncesinde fener alayına katılınan bir ‘’gün’’e dönüştürüldü. Bu kendiliğinden olan bir şey değil, bundan emin olalım. 


Bu yılki kutlamalara baktığımızda da 100 parçalık Türk donanmasının Boğaz’daki töreni, verdiği mesaj bakımından önemliydi. Mavi Vatan’da sular hala soğumamışken ‘’biz buradayız’’ demesi büyük mesajdı. Türk Yıldızları ve SoloTürk’ün Ankara ve İstanbul’daki gösterileri de dosta güven, düşmana korku saldı. Hakkını verelim. Ancak diğer kutlamalara bakınca yukarıda bahsettiğimiz yozlaşmanın zirvesini görüyoruz. Duman konserinde solist Kaan Tangöze ‘’Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği yetkiyle içerim ben bu akşam’’ sözüyle gündeme geldi. Başka bir yerde zumba yapıldı. Birçok parti ve kitle örgütü ya salonlarda kutladı ya da kutlamadı. 


İşte Türkiye’de kutlamalar böyle geçerken Türkiye Gençlik Birliği olarak, emperyalizmle mücadelenin en keskin olduğu günlerde karargah görevi gören Birinci Meclis önünde toplandık. Üniversitelerdeki ADK’lar, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Türkiye Sanatçılar Birliği, BİRKONFED, Horasan Erenleri Dernekler Federasyonu ve daha nice kitle örgütünün katılımıyla yüz bin kişi 29 Ekim’e hazırdı. 


Peki bu yürüyüş nasıl oldu da bu kadar güçlü geçti? İşte bunun yanıtı Türkiye Gençlik Birliği’nin misyonunda gizli. Türk gençliği mecliste, üniversitede, lisede hiçbir şekilde temsil edilmezken haklı taleplerine de kulak tıkılıyor. Gençliğin esas sorunlarını bilen, duyan, tartışan yok. KYK borçları, yurt sorunu, kitap ücretleri, gelecek kaygısı derken çığ gibi büyüyen sorunlara dur diyen yok. İşte bu noktada TGB’nin varlığı, bu sorunlara müdahaleyi zorunlu kılıyor. Bu sebeple gençlik TGB’nin yürüyüşüne katıldı. 


Yaptığımız bir tespit de, TGB’nin yürüyüşünde Türk milleti özneydi. Doğrudan işin içindeydi, yönlendiricisiydi. Ellerinde Türk bayrağı ve TGB flamalarını dalgalandırarak marşlar okudular. Tek yürek olup ‘’Atatürk gençliği görev başında’’ sloganları attılar. Engelleri aştılar, tekerlekli sandalyeleriyle katıldılar. Sandalyenin aküsü bitti ama aldığı yol bitmedi. TGB’li arkadaşlarımız Anıtkabir çıkışına kadar taşıdı. Yürüyüşümüzde tüm bunlar olurken, madalyonun öteki yüzünde, diğer kutlamaların hepsinde halkın edilgen bir durumda kaldığıdır. 


Yürüyüşün Anahtar Sırrı: Antiemperyalizm


Konuk olarak davet edilen Filistin Büyükelçisi Sayın Faed Mustafa’nın Atatürk’e gönderdiği selam çok anlamlıydı. ‘’Sizin cumhuriyetiniz bize ilham oldu’’ sözleri büyük alkış aldı. 


Büyükelçinin vurguları, önümüzdeki süreçte Türkiye’nin parolası olacak sözler oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933 yılında Mısır Büyükelçisi ile yaptığı bir görüşmede ‘’Doğudan doğacak güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bugün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum’’ demesi ile paralellik gösteriyor. Çünkü Türkiye’nin emperyalizmle mücadelesi yalnızca Türk milletinin değil, bütün mazlum milletlerin mücadelesi olmuştur. Bugün de aynı koşullar içindeyiz. ABD’nin ileri karakolu olan İsrail’in Filistin üzerinde kurduğu hegemonyaya karşı verilen mücadele, sadece Filistin halkının değil bizim de mücadelemizdir. İşte 29 Ekim’in 100. yılını kutlarken, bu mücadeleye vurgu yaparak kutladık. 


Çünkü Cumhuriyet, tarihin akışı içinde kendi kendine doğan, zaten ilan edileceğini bildiğimiz bir olgu değildir. On yıl boyunca emperyalist devletlere karşı yapılan savaşın sonunda elde edilen zaferin adıdır. Türk milletinin diz çökmeyeceğinin kanıtıdır. O dönem ‘’üzerinde güneş batmayan ülke’’ olarak adlandırılan İngiltere ve diğer emperyalist devletlere verilen en güçlü mesajdır. 


Bugün Türkiye, dört bir yanından ABD üsleri ile çevrili bir şekilde kuşatılmış durumda. Hatta İzmir, Adana ve Malatya’daki NATO üsleri de doğrudan içeriden kuşatmaya katkı sağlıyor. Yunanistan Ege adaları ve Dedeağaç’a yığınak yaparken, GKRY’den Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’in sıkıştırma operasyonları olurken, Suriye’nin kuzeyinde PKK hala varlığını sürdürürken, Ukrayna üzerinden NATO genişlemeye çalışırken 100. yılı ‘’kuru kuru’’ yaşasın cumhuriyet sloganıyla kutlayamazdık. 


Cumhuriyetin ve geride bıraktığımız 200 yıllık devrim birikimini hatırlayalım. Bu devrim de birkaç devrimci fikirli insanın isteği ile değil, tarihsel koşulların dayattığı günlerde başarıya ulaştı. Mao’nun dediği gibi, ya savaşlar devrimi doğurur ya da devrimler savaşları önler. İşte Türk Devrimi de bu emperyalist savaşın içinden doğru. Bizim cumhuriyetimizin kaynağı da buradadır.


Görevi Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabe’den alan biz gençlerin omuzlarında Türk Devrimi’nin bekçiliğini yapmak değil, onu sürdürme görevi yüklü. Bu devamlılık da Türkiye’nin önündeki devrim sorunlarının aşılmasıyla gerçekleşecek. Bunu da Atatürk devrimiyle yapacağız. Çünkü Atatürk, tarihin tozlu sayfalarında kalan bir figür değil, bugün yaşayan ve savaşan bir programdır.

 

Tarih:
Diğer Haberler