İsrail’in Bombaları ve Bütünleşme Sürecinde Doğru Duruş

17 Temmuz 2025 tarihinde Şam’ı vuran İsrail bombaları aslında Türkiye’de yürütülen güncel tartışmalar için de önemli bir mesajdı.

İsrail’in Bombaları ve Bütünleşme Sürecinde Doğru Duruş
Kayahan Çetin
Kayahan Çetin
GENEL BAşKAN

ABD ve İsrail’in bölgedeki güçlerinin silahsızlandırılması ve Türkiye’nin Türkü ve Kürdüyle bütünleşmesi hedefiyle başlayan sürecin en önünde doğru siyasetleri üretmek, sürecin doğrularına sahip çıkıp ilerletmek ve gelişen yanlış etkenlerle mücadele etmek, bugün vatanseverliğin doğru tavrıdır.

31 Temmuz 2025 günü Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Moskova’da görüştü. Yeni Suriye yönetiminin görüşmedeki mesajı açıktı: Rusya’yı yanımızda görmek istiyoruz.

Bu gelişmenin ardında ne olduğu açık: Suriye yönetimi, İsrail siyonizminin bombalarına ve tehditlerine karşı kendilerini korumayan ABD’nin karşısında kendisine yeni müttefikler bulmaya çalışıyor.

Ne olmuştu? Suriye yönetimi, Suriye’nin güneyinde İsrail’in açık desteği ve işgali sonucu özerklik bayrağı açan Dürzi grupların üzerine yürümüş ama hemen ertesi gün İsrail Şam’ı bombalamıştı. Suriye Savunma Bakanlığı vurulmuş ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yakınları bombalanmıştı. Ahmed Şara’ya İsrail tarafından suikast yapılacağı iddiaları da çokça konuşuldu. Ardından ABD’nin araya girmesiyle çatışmalar durduruldu ve Şam yönetimi özerklik konusunda taviz vermeye zorlanıyor.

İSRAİL BOMBALARININ HEDEFİNDE NE VARDI?

17 Temmuz 2025 tarihinde Şam’ı vuran İsrail bombaları aslında Türkiye’de yürütülen güncel tartışmalar için de önemli bir mesajdı. Bu olaydan ve sonraki gelişmelerden doğru sonuçları çıkarmak gerekiyor.

İsrail’in saldırısında hedef neydi?

1) Suriye’nin ve Türkiye’nin bütünleşmesini-birliğini engellemek.

2) Suriye’nin güneyindeki Dürzi grupların özerklik taleplerini desteklemek.

3) Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’de yürütülen silah bırakma ve bütünleşme sürecine direnç gösteren, Şam’la yaptığı Suriye ordusuna katılma anlaşmasında ayak direyen, PYD/YPG’ye “Ben bombalarımla, silahlarımla arkandayım, sakın silah bırakma.” mesajını vermek.

İsrail, Beşar Esad yönetimi devrildiğinden beri dört parçaya bölünmüş, bütün altyapısı çökertilmiş, iç savaşlar içinde kıvranan bir Suriye’yi, birleşik bir Suriye’ye tercih edeceğini gösteriyordu ve bu son saldırı bu konuda kararlı olduklarının göstergesi oldu. ABD de Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack aracılığıyla verdikleri sözlerin, Şara yönetiminin yanında gibi gözüken görüntülerinin İsrail’in bombalarının devreye girmesine kadar olduğunu gösterdi.

Aynı İran’la kurdukları müzakere masasının Tahran’ı vuran İsrail füzeleriyle dağılmasına kadar olduğu gibi.

İsrail’in Şam’a saldırısının ardından ABD devreye girdi ve Suriye’nin operasyonunu durdurdu, Şara yönetimini taviz vermeye zorladı.

Bu süreç önemli derslerle dolu; ABD’nin bölgedeki dengeleri belirleyecek masalarda verdiği sözlerin ve İsrail’le birlikte oynadıkları “iyi polis-kötü polis” rollerinin gerçek yüzü bir kez daha ortaya çıktı. ABD’ye güvenerek, Trump dostluğu bayrağı sallayarak ne Suriye’nin ne Türkiye’nin bütünlüğünün sağlanmasının imkânsız olduğu ve bu iki ülkedeki bütünleşme sürecinin baş düşmanının ABD ve İsrail görüldü.

Fakat bu saldırının en önemli sonucu şu oldu: Silah bırakma ve bütünleşme sürecine direnen PYD/YPG’nin arkasındaki en kararlı kuvvet kendini bir kez daha hatırlattı: İsrail.

BÜTÜNLEŞEN TÜRKİYE SÜRECİ İSRAİL’E KARŞI

Silah bırakma ve bütünleşme sürecinin temeline dönersek, sürecin hedefinde ABD ve İsrail’in olduğunu, sürecin onların Kürtleri kullanarak Türkiye’yi İkinci İsrail planına teslim olmaya zorlama inisiyatifinin karşısında bir milli inisiyatif olarak planlandığını görürüz.

Bunun bazı örnekleri şöyle sıralanabilir; Abdullah Öcalan’ın 25 Şubat tarihli Barış ve Demokratik Toplum çağrısında “ayrı ulus devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümlerin tarihsel bir temelinin kalmadığının” ve “devlet ve toplumla bütünleşme amacıyla tüm grupların silah bırakmasının” vurgulanması,

Öcalan’ın İmralı’daki görüşme tutanaklarında sürecin en büyük düşmanının İsrail olduğu ve kendisinin “İsrail’in tüm bölgeyi Gazzeleştirmesinin önündeki engel olduğunu”, İsrailci çözümün karşısında Türkiyeci çözümden yana olduğunu söylemesi ve YPG’nin İsrail’e bağlı bir örgüt haline geldiğini vurgulaması, (1)

Yine Öcalan’ın İmralı heyetinde bulunan Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Puldan’a “ABD-İsrail sizi öldürebilir, dikkatli olun” uyarısında bulunması, (2)

Hükûmet yetkililerinin sık sık “PYD/YPG’nin süreci ağırdan almaması, Mart ayında Suriye hükümeti ile yaptıkları anlaşmaya uyması ve silah bırakması” konusundaki uyarıları.

Başka örnekler de verilebilir ama “devlet ve toplumla bütünleşme amacıyla PKK ve tüm diğer grupların silah bırakması” amacıyla başlayan bir sürecin doğal düşmanları tabii ki 40 yıldır bölgede Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi parçalayarak bir İkinci İsrail, kukla Kürdistan kurma hedefi olan ABD ve İsrail’di.

BARRACK’IN VAATLERİ VE SÜRECİ BOZAN ETKENLER

Bu süreci Türkiye’nin Türküyle Kürdüyle Türk Milleti’nde bütünleşmesi ve ayrılıkçılığın temellerinin de silahlı terörle birlikte yok edilmesi yönünde ilerletmek isteyen vatansever güçler olduğu gibi sürece kendi çıkarları doğrultusunda müdahale eden, aslında süreci bozmak isteyen etkenler de var. Bunların başında da ABD var.

ABD Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Osmanlı’nın millet sistemini övmesiyle başlayan ve YPG’ye eleştirileriyle devam eden çıkışları çok konuşuldu. Barrack’ın bu adımları İsrail’in önce İran’a ardından Şam’a yönelik saldırılarını diplomatik bir maskeyle perdeleme ve Türkiye’ye havuç uzatma amacı taşıyordu.Suriye’nin kuzeyindeki YPG varlığını bazı tavizlerle de olsa Türkiye’nin himayesinde Suriye’yle bir araya getirme, sözde “Lozan sınırlarından kurtulup” Misakı Milli’ye ulaşma maskesi altında 40 yıllık Türkiye himayesinde Kürdistan planını uygulamak, Türkiye, Suriye ve YPG’nin temsil ettiği sözde Kürdistan’ın bölgede Hamas ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması, Gazze’nin boşaltılması, İsrail’in egemenliğini tanıyan İbrahim Anlaşmalarının kabul edilmesi, İran ve Rusya’nın dışlanması ekseninde rol üstlenmesi.

İsrail silahla, ABD ise yer yer masada sürece yön vermeye çalışarak yer yer İsrail saldırganlığına destek olarak bu plan için devreye giriyor. Barrack, İbrahim Anlaşmalarının bölgede kabul edilmesinde Türkiye ve Suriye’nin rol üstlenmesini istediklerini daha önce ifade etmişti. (3)

Suriye’nin kuzeyinde de Barrack’ın bazı sözleriyle CENTCOM merkezli Amerikan kuvvetlerinin sahadaki pratiği ve ABD’nin YPG’ye dönük desteğini devam ettireceğini ilan etmesi gibi gelişmeler arasında ciddi farklar olduğu ve YPG’nin de esas olarak buraya güvendiği de bir gerçek.

İÇERDE BARRACK’IN SÖZCÜLÜĞÜNE SOYUNANLAR: ULUS DEVLET VE KEMALİZM DÜŞMANLARI

Silah bırakma sürecinden kendi ajandaları doğrultusunda sonuçlar çıkaran ve yeni anayasa süreciyle birlikte “Kemalizmle hesaplaşacağız”, “Ulus devletler devri bitti” “Milletten ümmete geçiş” gibi sloganlarla Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine saldıranlar da bu süreçte İsrail’in müttefiki konumuna düştüler.

Barrack Suriye’nin durumunu değerlendirirken açıkça “İsrail bölgede güçlü ulus devletler istemiyor.” demişti. İsrail Türkiye’yi ve Suriye’yi kendi içinde bütünleşmiş, ayrılıkçılığın kökünü kazımış güçlü ulus devletler olarak görmek istemiyor. Bizim kamuoyumuzdaki provakatörler eliyle Atatürk, Kemalizm ve ulus devlet düşmanlığı yapanlar da her zaman olduğu gibi İsrail’in doğal müttefikleri haline geliyor.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt diğeri Alevi olsun!” diyerek ifade ettiği etnik kontenjan önerisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk-Kürt-Arap ittifakıyla ilgili her yöne çekilebilecek sözleri bu kesimleri cesaretlendiren bir rol oynadı.

Ancak yine Erdoğan’ın 24 Temmuz’da, Lozan Antlaşması’nın yıldönümünde Lozan’a sahip çıkan sözleri, bu ulus devlet düşmanlarının direksiyona geçecek etki ve güçte olmadığını gösteriyordu. (4)

Aynı şekilde Bahçeli’nin sözlerine gelen tepkiler sonrası MHP liderlerinin art arda Türk Milleti tanımına sahip çıkan çıkışlar yapması, sürecin doğru bir istikamette ilerlemesi için tavır almanın ve müdahil olmanın önemini bir kez daha gösterdi.

SÜREÇ BUNDAN SONRA HANGİ YÖNDE İLERLEYECEK?

Herkesin aklında aynı soru; sürecin geleceği ne olacak? Bu sorunun cevabını hayat ve hayatın içindeki güç kavgası belirleyecek. Fakat bu mücadelenin dışında konumlanan sözde tarafsız tavırların burada bir söz hakkı olmayacak.

Bütünleşme sürecinin esas olarak aktığı yatakta mevzilenen milli güçler sürecin ayrılıkçılık ve bölücülüğün tüm temelleriyle tarihe gömülmesi, Türk ve Kürdün Türk Milleti kimliğinde bütünleşmesi, ABD ve İsrail’in güçlerinin silahsızlandırılması ve YPG direnç gösterecek olursa “demir yumruk” seçeneğinin devreye girmesi yönünde ilerlemesi için ağırlık koyuyor.

ABD ve İsrail ile onlarla beraber mevzilenen güçler de sürecin başarısızlığa uğraması, baltalanması, PKK ve YPG’nin silahlarını bırakmaması, eğer süreci engellemekte başarısız olurlarsa dahi sürecin ABD’nin bölge politikaları kapsamında, “Türkiye himayesinde Kürdistan” çizgisinde ve İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir istikamette ilerlemesi için ağırlık koyuyorlar.

Kim kazanacak?

BÜTÜNLEŞMENİN ÖNCÜSÜ OLMADAN SÜRECE YÖN VERİLEMEZ

Eğer bu sürecin ilk saydığımız sonuçlarla, yani zaferle sonuçlanmasını istiyorsak sürecin merkezinde hatta en önünde konumlanmak ve öncü tavırlar almak durumundayız.

ABD ve İsrail’e karşı başladığı teorik ve pratik tüm sonuçlarıyla ortada olan ve esas olarak Türkiye’ye karşı yükselen tehdide yanıt olarak üretilen bu yeni sürece geçmiş alışkanlıklarla, tarihi geçmiş ezberlerle, saplantılar ve kuşkularla yaklaşırsak ve sürecin dışında kalmayı seçersek, tarihin de dışına düşmüş oluruz.

Niyetimiz ne olursa olsun, süreci kendi istedikleri istikamete sokmaya çalışan ve bunun için ağırlığını ortaya koyan ABD ve İsrail’in saflarına güç vermiş oluruz.

ABD ve İsrail’in güçlerinin bölgede silahsızlandırılması ve Türkiye’nin Türkü ve Kürdüyle bütünleşmesi hedefiyle başlayan sürecin en önünde doğru siyasetleri üretmek, sürecin doğrularına sahip çıkıp ilerletmek ve gelişen yanlış etkenlerle mücadele etmek bugün vatanseverliğin biricik doğru tavrıdır.

İsrail İran’ı bir anlık zaafiyete sürükleyip, oradaki bölücü güçlere güç vermek, İran yönetimini sallamak için Tahran’ı vurmaktan, Suriye’nin bütünleşmesi için adım atan Şam’ı hedef almaktan çekinmiyor.

İsrail kararlı. Peki, biz ne yapacağız? Türk vatanseverlerinin de kuşkulu, ürkek ve hayatın dışında tavırlar almaması hayati önemdedir. Türk milliyetçiliğinin 200 yıllık devrimler yapmış mirası da bu hayati tavrın en önemli güvencesidir.

ŞEHİTLERİMİZİN MİRASINA BÖYLE SAHİP ÇIKILIR

Bu milli süreci baltalamak ve bozmak için faaliyetlerin merkezi durumuna gelen Zafer Partisi ve İyi Parti en çok şehitlerimizin hatırasını kullanıyor.

Son söz olarak şu soruyu sormalıyız, şehit düşen kahraman Mehmetçiklerimiz, polislerimiz, köy korucularımız canlarını neden feda ettiler?

Türk Milletinin Türkü ve Kürdüyle bütünleşmesi, PKK ve YPG’nin tarihe karışması, ABD ve İsrail’in silahsızlandırılması, Türk Devrimi’nin 150 yıllık hedeflerine ulaşılması için değil mi?

O zaman şehitlerimizin hatırasına sahip çıkmak için Bütünleşen Türkiye hedefinde kenetlenme ve öncü olma zamanıdır.

DİPNOTLAR:


(1) https://www.aydinlik.com.tr/haber/ocalan-israil-dusmanimizdir-532022

(2) https://www.milliyet.com.tr/gundem/sirri-sureyya-onder-ile-son-gorusmeyi-yapan-dogu-perincek-suikast-girisimini-cnn-turkte-anlatti-iki-ulkeyi-isaret-etti-7366993

(3) https://t24.com.tr/haber/abd-nin-ankara-buyukelcisi-ve-suriye-ozel-temsilcisi-barrack-mazlum-abdi-sorumluluk-aliyor-turkiye-ye-tehdit-degil,1252889

(4) https://www.aa.com.tr/tr/gundem/ cumhurbaskani-erdogan-lozandan-102-yil-sonra-ulkemizin-kalkinma-yolculugu-turkiye-yuzyili-vizyonuyla-devam-etmektedir/3640631

Tarih:
Diğer Haberler