YAZAR
'Bunlar kurgu', 'Bu kadar abartmaya gerek var mı, gerçek değiller.' denilen dizilerde kadınlar yerden yere vuruluyor, gençler şiddete, küfüre özendiriliyor. Ekranlardan evlerimize insanların erdemleri değil ahlaksızlık, yozlaşma pompalanıyor.
Gerçeklikten kopuk lüks ve sahte hayatlar, karamsarlık, umutsuzluk saçılıyor.
“Duy Beni” dizisinin ikinci bölümündeki akıl dışı sahneler ile bir tartışma başladı. İki çocuk okul arkadaşları tarafından soyuluyor ve taciz ediliyordu. Diziye gelen tepkilerden sonra senaristin “zorbalığa karşı farkındalık” paylaşımları gündeme geldi. Diziyi savunanlar da bunu dillendirdi. “Altı üstü bir dizi”, “Bunlar kurgu”, “Bu kadar abartmaya gerek var mı, gerçek değiller.” söylemlerini duymaya başladık.
Peki gerçekten dizilerde gördüğümüz zorbalık, şiddet, taciz, tecavüz, madde ve silah kullanımı “altı üstü bir dizi” deyip geçebileceğimiz boyutta mı? Medyanın toplum üzerindeki etkisi bu kadar önemsiz mi?
REYTİNGLERE GÖRE YÖNLENDİRİLEN HAYATLAR
Bugün Türk televizyonlarının en çok izlenen dizilerin arasında mafya ya da entrika dizilerini görüyoruz. Bu dizilerin bu kadar izlenmesi de yapımcıları bu alana yönlendiriyor. Bir şirket, reytingler hangi alanda yüksekse, benzer bir yapım ile karşımıza çıkıyor. Bu yapımlar toplumsal sorumluluktan uzak. Aşırı şiddet, küfür, hakaret, silah kullanımı diziler üzerinden toplumsal hayata pompalanıyor. Örneğin yakın zamanda reyting rekorları kıran Çukur dizisine bakalım. Bu dizideki dövmeyi yaptıran çocukların, 6 kişiyi gasp ettiğini gördük. Yine aynı diziden etkilenen ve Tokat’ta yaşayan bir ailenin bu diziyi izledikten sonra soyadını “Koçovalı” diye değiştirdiğine şahit olduk.(1)
Yalnızca bu örneklere bakınca bile medyanın toplumsal hayatımıza etkisinin ne denli büyük olduğunu görüyoruz. Fakat tam bu örneklerden sonra karşımıza şu söylem çıkıyor: “Bu olayların daha kötüleri gerçek hayatta var, bu dizilerle hayatımıza girmiyor.” Evet, bu olaylar toplumdan bağımsız değil ve toplumumuzda var. Peki biz bu olayların gerçekte var olmasını kabul ediyor muyuz? Ya da yaşanan olaylarda dizilerin etkisine gözümüzü kapatıyor muyuz? Her gece evlerimizden “Toplumda var” diyerek sistematik olarak bizlere dayatılan bu çürümeye sessiz mi kalacağız?
TOPLUMA DAYATILAN ROL MODELLERİ
Günümüzde yapımcıların, senaristlerin, oyuncuların “toplumsal farkındalık” adı altında sorumsuz davranışları ile karşı karşıya kalıyoruz. Tüm bunları yaparken de yapımların başına “Bu olaylar, karakterler, kuruluşlar kurgudur.” yazılıyor ve vicdanlar rahatlıyor, sorumluluk üzerinden atılıyor. Bunun bir kurgu olduğunu söyleyerek izleyiciye “Eline silah al ve arkadaşını vur” dememiş oluyor. Fakat “toplumsal farkındalık” yaratacağız diye yapımların çizdiği toplum ve yarattığı karakterler ile izleyiciye başka bir şey sunuyor.
Örneğin “Duy Beni” dizisi ile okul suç merkezi ve öğrenciler suç makinesi ilan ediliyor. Okulda istediğin her şeyi yapabilirsin; öğretmeninin ölümüne sebep olabilirsin, arkadaşını taciz edebilirsin ve buna kimse sesini çıkarmaz. Hatta okul yönetimi bunların üstünü örter. Okulda derslere girmeyen, okula zorbalık yapmaya gelen “Kanat” isimli öğrenciyi ise yakışıklı, güçlü, karizmatik bir karakter olarak görüyoruz. Dizi üzerinden Kanat’a müthiş bir sempatiklik yaratılıyor. Kötülük, zorbalık normalleştiriliyor. Sosyal medyadan, reklamlardan, şehrimizdeki panolardan toplumumuza bir rol model çiziliyor.
Yine başka bir diziye bakacak olursa geçmişte binlerce öğrencinin eline tespih alıp “Polat Alemdar'ım” diye dolaştığı ve sözüm ona arkadaşlarına kabadayılık tasladığına şahit olduk. Millet olarak Kurtlar Vadisi’nin en çok sevilen mafyası olan Çakır’ın cenaze namazını kıldık. Çukur dizisinde en çok Yamaç karakterinin rol model olarak benimsendiğini gördük. “Aynalı Tahir” dizisinden etkilenen 14 yaşındaki bir kızın kendini av tüfeği ile vurduğunu gördük.(2)
Tüm bu örneklerden sonra bir kez daha soralım. Dizilerde yaratılan rol modeller ve olaylar üzerinden suçun, şiddetin, tacizin, madde kullanımının, silah kullanımını normalleştirmesine “altı üstü bir dizi” deyip geçebilir miyiz? Diziden etkilenip suça, şiddete yönelen insanlarımıza gözümüzü mü kapatacağız?
Tabiki de hayır. Bir kültürün ya da çürümenin pompalanması için öncelikle toplumda var olması gerekiyor. Aynı zamanda yine bir kültürün ve çürümenin propagandasının yapılması da “altı üstü bir dizi” reklamını yapmak ile olmaz. O çürüyen toplumun bir modellemesini yaparak ve izlenecek rotaya çevirerek olur. Bu yüzden her gece televizyonlarımızdan çürümenin vücut bulduğu, yol haritası olduğu rol modellere gözümüzü kapatıp “altı üstü bir dizi” diyemeyiz. Evlerimizden her gece pompalanan bu çürümeyi normalleştiremeyiz.
'KURGULAR' İLE NORMALLEŞEN TOPLUMSAL ÇÜRÜME
Medyanın toplum üzerindeki etkisini her gün görüyoruz. İnsanların giyiminden, makyajından, dövmesinden, aksesuarından, konuşmasından her yere etki ediyor.
Biraz medyada gezince şu tablo ile karşı karşıya kalıyoruz. Kadınlar yerden yere vuruluyor; gençler şiddete, küfüre özendiriliyor. Ekranlardan evlerimize insanların erdemleri değil ahlaksızlık, yozlaşma pompalanıyor. Gerçeklikten kopuk lüks ve sahte hayatlar, karamsarlık, umutsuzluk saçılıyor.
Peki toplumsal farkındalık bu şekilde mi yansıtılmalı? Geçmiş yapımlara bakınca toplumsal sorunların nasıl işlendiğini görüyoruz. Örneğin Yedi Numara dizisinde kentli – köylü çatışması görüyoruz. Şehirli kızların köyden üniversite okumaya gelen çocuklarla dalga geçtiğini izleriz. Fakat tüm bölümlerin sonunda gençlerin birbirleri ile yardımlaşmasını, dayanışmasını, kötülük taşımayan arkadaşlığını ve birbirlerini eğittiğini görürüz.
Yine Hayat Bilgisi’nde sorunlu gençleri ve zaman zaman kendi hırslarına yenik düşen okul müdürünü izleriz. Fakat yine her bölümde öğretmenin öğrencinin hayatındaki yerini ve önemini de görürüz. Arkadaşların dayanışmasını, düşenin elinden tutup kaldırmasını görürüz. Okul müdürüne ders veren öğretmenleri ve öğrencileri de görürüz.
Yine Hababam Sınıfı’na bakalım. Ailelerin başından atmak için gönderdiği okuldaki, yıllarca okulu bitiremeyen, başarısız öğrencileri ve okulu bir işletme gibi gören müdürü izleriz. Fakat yine bu filmimizin her bölümünde öğrencileri elinde tutan Mahmut Hoca'yı, arkadaşlığın tadını görürüz. Mahmut Hoca’nın bazen cezayla bazen de babacan bir tavırla öğrencilerini kucakladığını görürüz. Okul müdürünü dönüştüren bir filmi izleriz.
Bu filmler, diziler döneminin en çok izlenen ya da şöyle söyleyelim reyting rekorları kıran yapımları değil miydi? Bunlar en büyük sistem eleştirisini yapan ve toplumun sorunlarını işleyen yapımlar değil miydi? Tüm bu yapımların sanat değeri vardı çünkü halkımıza sırtını dayadı. Bugünlere kadar geldi çünkü toplumun erdemlerine yaslandı. Toplumun sorunlarına ışık tuttu ve yol gösterdi. Topluma karşı sorumlu davrandı. Güven verdi. Çözüm gösterdi. Umut aşıladı.
O filmlerde, dizilerde işlenen her şey “gerçekte olan” şeylerdi. Bu “gerçeklik” adı altında toplumu karamsarlığa itmedi. Medyadan çürüme dayatmadı.
İşte her gece evlerimizden izlediğimiz bu yapımlar reyting uğruna toplumumuzu ahlaksızlığa feda ediyor. İnsanımızı ve geleceğimizi tehdit ediyor. O yüzden bu çürümüş toplum yapısı ile “Altı üstü bir dizi”, “Abartma”, “Kurgu”, “Gerçek hayatta daha çokları var” demeden nerede olursa olsun mücadele edeceğiz.
1) https://www.haberturk.com/tokat-haberleri/66958162-diziden-etkilenip-soyadlarini-degistirdiler
2) https://www.hurriyet.com.tr/gundem/nesrin-karsiliksiz-aska-kurban-gitmis-39009316