Ankara’nın başkent oluşunun üzerinden yüz yıl geçti. 27 Aralık 1919’da Atatürk ve Temsil Heyeti’nin şehre gelmesi ile milli mücadelenin karargâhına dönüşen Ankara, 13 Ekim 1923’te, Cumhuriyet’in ilanından 16 gün önce resmen başkent ilan edildi. İsmet İnönü’nün hazırladığı bir cümlelik kanun teklifinin kabulü ve yürürlüğe girmesiyle Ankara yeni Türk devletinin başkenti oldu. Teklifte “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır.” yazıyordu. Teklifin kabulü ve yürürlüğe girmesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) açıldığı tarih olan 23 Nisan 1920’den beri yeni Türk devletine fiilen başkentlik yapan Ankara, hukuken de başkent sıfatına kavuştu.
Ankara’nın başkent oluşunun yüzüncü yılını Koleksiyoncular Derneği Onursal Başkanı Korkut Erkan ile konuştuk. Erkan, Ankara’nın başkent oluşuna giden sürecin az bilinenlerini paylaştı.
EŞSİZ HATIRLATMA
Ankara kamuoyunun ve araştırmalarının önemli simalarından olan Erkan ile Cumhuriyet’in yüzüncü yılına özel olarak hazırladıkları “Ya İstiklal Ya Ölüm, Cumhuriyet Yolunda” sergisinde buluştuk. Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde 30 Ekim’e kadar sürecek olan sergi 3 Ekim’de açıldı. Tüm binaya yayılan sergi 1838 Baltalimanı Ticaret Sözleşmesi günlerinden Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen dönemi anlatıyor. 1838-1923 süre zarfındaki mücadeleleri arşiv belge ve eşyalarla aktaran sergi, tüm yurttaşlara eşsiz bir hatırlatma yapıyor.
Koleksiyoncular Derneği’nin başını çektiği bu seçkin sergiyi bizzat Korkut Erkan ile gezme şansına eriştik. Anlatmakla bitirilemeyecek eserler arasında aklımda en çok işgalcilerin Mondros Anlaşması’nın hemen ardından kapıldıkları coşkuyla bastırdığı altın sırmalı ipek işlemeli kumaş hatıra kaldı. İngiltere, Fransa, ABD ve İtalya bayraklarının Türk bayrağının etrafını sardığı bu nakışta “Konstantinapol Hatırası” notuyla “Ayasofya’yı almaya geldik.” yazıyordu.
UYGARLIKLARIN BEŞİĞİ
Erkan önce Ankara’yla ilgili çok yapılan bir yanlışı düzeltmekle başladı. Ankara’nın yeni bir şehir olmadığını, kentleşme tarihinin 2 milyon yıl öncesine dayandığını ve bir uygarlık beşiği olduğunu anlattı. Friglerden Romalılara, oradan da Türk devletlerine kadar Ankara’da üretken ve savaşçı bir hayat olduğunu vurguladı. “Ankara, konumu, zengin besin kaynakları, bereketli toprakları ve sulak arazisiyle tarihin her aşamasında uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Arkeolojik buluntular Tunç Çağı’nda Ankara ve çevresinde köylerin kurulduğunu, hayvanların evcilleştirildiğini, tahıl ekimi ve ilkel dokumacılığın var olduğunu göstermiştir.” dedi. “Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Galatlar ve Romalılar da insanlık tarihine izler bırakırken Ankara’yı merkez aldılar. İçine kral ve aristokratların gömüldüğü tümülüs adı verilen Beştepe, Atatürk Orman Çiftliği arazisi içi ve Demetevler’deki tepeciklerde ‘Gordion’ diye andıkları Polatlı’yı başkent yapan Frigleri görmek mümkün. Roma’nın Galatya eyaletinin de başkenti Ankara.” sözleriyle devam etti.
AVRUPA ANKARA KEÇİSİ PEŞİNDE
Erkan Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin Ankara’sına da değindi. Ahilerin sahneye çıkması ve Ahilik kültürünün yaygınlaşmasıyla şehrin seviye atladığının altını çizdi. Erkan o dönemleri şöyle dile getirdi:
“Ankara 1. Murat döneminde kesin olarak Osmanlı’ya bağlanmıştır. Selçuklu’nun son dönemlerindeki Moğol istilaları ve Timur’un Beyazıt’ı mağlup etmesi birkaç kez yıkıma uğratsa da kent Ahiler öncülüğünde toparlanmıştır. Selçuklu ile Osmanlı arasındaki boşlukta Ahiler tarafından idare edilmiştir. Öyle ki Timur’un Anadolu’dan götürdüğü servetin önemli bir bölümünü Ankara oluşturuyordu. Daha sonra Çorum, Kayseri, Kırşehir ve Yozgat sancaklarının bağlandığı bir vilayet olmuştur. Ankara’nın zenginliğinin en önemli kaynağı ise Anadolu’ya gelen Türkmen boylarının beraberinde getirdikleri tiftik keçileriydi. Ankara tiftik keçisi olarak bilinen tür sayesinde Ankara dünyanın dokumacılık merkezlerinden biri olmuştur. Bir dönem Avrupa kardinallerinin pelerinleri, asillerin perukaları Ankara’da dokunuyordu. Avrupalılar Ankara tiftik keçilerini kaçırmaya bile kalkmışlardır. Evliya Çelebi de Avrupalıların keçileri çalmaya giriştiğini, götürdüklerini ancak Fransa arazilerinde keçilerin beklenen verimi veremediğini yazmıştır. ‘Hacı Bayram Veli’nin kerameti ve Ankara keçisinin sadakati bu hırsızlığa izin vermedi.’ demiştir. Dokumacılıktaki bu üstünlük sanayi devrimine kadar sürdü.”
ENVER PAŞA’NIN ANKARA EMRİ
Erkan, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Devleti’ni ayağa kaldıran hamlelerinin Ankara eşrafında olumlu karşılık bulduğunu söyledi. Bu nedenle imparatorluğun en güçlü sivil teşkilatlarından birinin Ankara’da örgütlendiğini belirtti. Erkan Meşrutiyet yıllarındaki Ankara’yla ilgili şunları kaydetti:
“Sanayi Devrimi sonrasında yine üretken ama daha içe dönük ve kendi halinde bir Ankara oldu. Taki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tarih sahnesine çıkışına kadar. İttihatçıların cephelerdeki başarıları Ankara’da coşkuyla karşılandı. Enver Paşa, Kut-ül Amare’den sonra Suriye-Filistin cephesinden dönerken Ankara’ya uğradı. İttihatçıların o zamanki kulübü olan Balıkpazarı Kurt Mahallesi’ndeki Karaoğlan Tiyatrosu’nda halkla buluştu. Halk salona sığmadı, yollara döküldü. Bunun üzerine Enver Paşa, Anadolu’nun en büyük cemiyet kulübünün Ankara’da kurulmasını emretti. O emirle yapılan bina bugün müze olarak kullanılan, yeni Türk devletinin kurulduğu, TBMM’nin çalıştığı, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1. Meclis binasıdır. Böylece Ankara’daki sarsılmaz Kuvayı Milliyeciliğin aşısı yapıldı. İttihatçılık Ankara’da hem devlet adamları içinden hem de eşraf ve halk içinden gözü kara kadrolar yarattı. Kahraman müftü Rıfat Börekçi onlardan biri.”
İNGİLİZLERİ KAÇIRAN ANKARA
Erkan, Ankara’daki gözü kara kültürün radikal eylemlere giriştiğini ve Ankara’yı teslim almaya gelen İngilizleri vatanseverliğiyle ürküttüğünü ifade etti.
“İngilizler Ankara’ya kadar gelmişti. Öyle ki bu kadrolar ülkenin işgaline dayanamayıp Ankara Direniş Teşkilatı adı altında bir Kuvayı Milliye örgütü kurdular. Başına da Rıfat Börekçi geçti. İngiliz askerlerini birkaç kez dövdüler. Mustafa Kemal Paşa’nın protesto mitingleri çağrısına 26 Mayıs 1919’da cevap vermişlerdi. Çok görkemli bir miting oldu. Mitingin ardından Namık Kemal’in ‘Vatan Yahut Silistre’ temsili sahneye kondu. Halkın işgalcilere ateşli tepkisi nedeniyle İngilizler ürktü ve Ankara’yı terk etti. Bunun üzerine Ali Fuat Paşa direniş teşkilatından milis kuvvetleri oluşturarak kentte güvenlik aldı. Daha sonra İstanbul’a bağlı olan Ankara Valisi Muhittin Paşa, Ermeni tehcirinde yer aldıkları iddiasıyla 90 Kuvayı Milliye önderini tutuklattı. Direniş teşkilatı valiyi öldürme kararı aldı. Saraya telgrafla ‘Ankaralılar padişahı tanımıyor’ mesajı ilettiler. Şehrin İstanbul’la irtibatını kesip, yeni vali atadılar. Mustafa Kemal’in emrine girdiklerini duyurdular. Mustafa Kemal Paşa’yı Ankara’ya davet ettiler.”
ANKARALININ ATATÜRK’E MESAJI
Erkan, Ankaralıların Atatürk’e yaptıkları karşılama töreninin verdiği mesaja özellikle dikkat çekiyor. Şehirdeki bilinç ve ufkun da Atatürk’e cesaret verdiğine işaret ediyor. Cümlelerini şöyle toparlıyor:
“27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve Temsil Heyeti üyeleri Dikmen sırtlarından Ankara’ya giriş yaptığında onları yedi yüz piyade seymen ve üç bin atlı seymen ile on binlerce esnaf, mektepli ve derviş karşılıyor. Ankaralılar Kemal Paşa’nın önüne Orta Asya’dan beri taşıdığı bir Türk töresine göre diziliyor. Burada seymen alaylarının meydana çıkması önemli bir mesaj. Çünkü Oğuz töresinde bu ancak yeni bir devlet kuruluşunda ve lider seçiminde yapılan bir ritüel. ‘Kızılca gün’ olarak anılan bu gün en son Osmanlı’nın kuruluşunda Söğüt’te yaşanmış. Bir de 27 Aralık 1919’da Ankara’da yaşanıyor. Kemal Paşa, bu dizilmeyi şaşkınlıkla karşılıyor. ‘Arkadaşlar buraya niçin geldiniz?’ diyor. ‘Millet yolunda kanımızı akıtmaya geldik.’ cevabını alıyor. ‘Fikrinizde sabit misiniz?’ diye soruyor. Seymenler ‘And olsun’ karşılığını veriyor. İşte Ankara 27 Aralık 1919’da başkentliğe böyle başlıyor. Bir kent genci yaşlısı, kadını erkeği seferber oluyor. Ankara son işgalci denize dökülene kadar bu gözü kara misyonunu tarihte eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yerine getiriyor. Aslında bu yıl Ankara’nın başkent oluşunun 104. yılı.”
ATATÜRK ANKARAYI NEDEN BAŞKENT SEÇTİ
Mustafa Kemal Atatürk, Temsil Heyeti ile Ankara'ya gelişini şu sözlerle anlatmıştı:
“Nihayet Ankara’da durdum ve memleket işlerini, milletin arzusu veçhile sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye lüzum hissetmedim. Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatlerinin en emin müdafaası da ancak Ankara’dan olabileceği, hadiselerle sabit olmuştur. Bunun en kuvvetli etkenleri arasında Ankara’nın coğrafi yeri de vardır... Ankara’nın doğal ve coğrafi konumuna kıymet ilave eden bir başka yön daha vardır. En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan zehirlenirken Ankaralılar, memleket ve milletin gerçek kurtuluşuna yönelik girişimler hakkındaki iman ve güvenlerini bir an dahi sarsmamışlardır.”
‘GÖRDÜM Kİ’
“Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin bölünmesi üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir ‘Ankara Cumhuriyeti’ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hala o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün bölgelerini gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir... Beni, Türkiye’nin en münasip merkez Ankara olabileceğini düşünmeye sevkeden ilk vesile çok eskidir ve bilimseldir.”
Haber Kaynağı: Aydınlık gazetesi