Atlantiğin yeni umudu: Çerkes asimilasyonu yalanı

Çerkes kökenli vatandaşlar, her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin esas unsurlarından olmuşlardır.

Atlantiğin yeni umudu: Çerkes asimilasyonu yalanı
Cansu Yıldırım
Cansu Yıldırım
YAZAR

Geçtiğimiz günlerde Alman medyası Deutsch Welle’nin yayınladığı ‘Çerkeslere Türkiye’de uygulanan asimilasyon’ belgeseli gündeme oturdu.

Belgeselin baş öznesi olan Çerkes kökenli vatandaşlarımız bu konuda sessiz kalmayarak fikirlerini belirtti. Bir kesim Alman medyasının etkisinde kalıp asimilasyon fikrini destekledi, diğer kesim ise ‘Asimilasyon gündemimizde değildir. Asimilasyon olduğunu görmüyoruz. Bizler Kurtuluş Savaşı’nda şehitler verdik, biz de bu toprakların bir mensubuyuz’ yanıtını verdi. Bu yazıda DW’nin yayınladığı belgeselin altında yatan gerçekleri ve bu konunun gündem olmasındaki asıl sebeplerini incelemeye çalışacağız.

Rus Çarlığı’nın Çerkesleri Anavatanlarından sürmesi ile Çerkes Sürgünü gerçekleşmiş, Çerkesler Osmanlı topraklarına girmişlerdir. Şimdiki adı ile Sakarya’da bulunan Kocaali ilçesinin Kefken kıyısına sığınmışlardır. O günden bugüne Osmanlı topraklarında yaşamlarına devam etmişlerdir. Cumhuriyet’in kurulma sürecinde Kurtuluş Savaşı'na katılmış ve bağımsızlık mücadelemiz için kan dökmüşlerdir. Dolayısıyla Çerkesler Türkiye’nin bağımsızlık savaşının bir parçası olarak Türk milletinin de bir parçası haline gelmişlerdir.

O günden bugüne Çerkesler; gelenek, görenek, kültürel değerleri ve kimliklerini yaşatma noktasında oldukça özgür bir toplum olmuştur. Türkiye’de yaşamalarına rağmen büyüdükleri toprakların anlayış ve felsefesini, adet ve usüllerini işletmişlerdir. Öyle ki bugün Türkiye’de Çerkes kökenli vatandaşlarımızı tanımayan yoktur. Bunun sebebi ise kendi kültürleri ile var olabilmeleridir.

 

Öyleyse nasıl oluyor da Çerkeslerin Türkiye’de asimilasyona uğradığı yalanı ortaya atılıyor hep birlikte inceleyelim:

EMPERYALİZMİN HEDEFE GİDEN OKU: MİLLİ DEVLETLER VE ETNİK AYRIŞTIRMA


10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması, Türklerin Anadolu’dan sürülüp çıkarılmasını, dinsel ve etnik ayrıma maruz kalmasını içeriyordu. Yenilen Osmanlı İmparatorluğu’na zorla ve savaş tehditleriyle dayatılan bu antlaşmaya, Lozan Antlaşması tokat gibi cevap olmuştur.

Bugün ise etnik gruplar üzerinden ayrıştırıcı bölücü zemin bulanları bugünün Sevrcileri olarak değerlendirmek doğru olur. 

Bugün emperyalizmin başat amaçlarından olan milli devlet anlayışını yok etmek, yazıda incelediğimiz konu ile karşılık bulmaktadır. Bu anlayış, Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü zedelemek, ortak noktaları zayıflatmak, toplumsal birliği bozmak, farklılıkları özendirici hale getirmek vb. amaç ve yollar izlemek sebebiyle, Türkiye’deki etnik bölücülük faaliyetlerine uygun ortam yaratmaya çalışmaktadır. Etnik gruplara ayrıcalıklı yaklaşma, aslında daha da çok dışlamayı getiriyor. Özel ilgi, korumaya muhtaç yaklaşımlar etnik grupları ötekileştiriyor. Sınıfsal eşitsizlikleri göz ardı eden, farklı kültüre hoşgörü ile sınırlı yaklaşımlar, kültürleri gelişmeye kapalı kalmaya, o kesimleri daha da fanatikleştirmeye sebep oluyor.

ULUS DEVLET EMPERYALİZMİ YENER


Ulus ve ülke bütünlüğünden oluşan devlet yapısını bozmaya kadar varacak anlayışlar, ülkemizin koşullarına ve gerçeklerine uymamaktadır. Öyle ki demokratik bir toplumda kültürel zenginlikleri, çeşitlilikleri ve karşılıklı etkileşimleriyle her kültür, tüm insanlığa ait ortak mirasın bir parçasını oluşturur. Tüm kültürlerin zenginleştirilmesi için eğitim, bilim ve kültüre ilişkin etkinliklerde işbirliğine gerek vardır. 

“Misak-ı Milli” sınırları içinde Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulduğu, Avrupa, Asya, Afrika kıtaları arasında köprü durumunda olan, çeşitli göç ve sığınmalara kucak açan Türkiye Cumhuriyeti, bin yılı aşan uzun bir tarihsel süreç geçirmiştir. Bu süreç Kafkaslar’a, Balkanlar’a, Afrika ve Batı Asya'’ya uzanan Osmanlı İmparatorluğu’ndan arda kalan çeşitli etnik kökenlerle meydana gelmiştir. Bu meydana gelme ile insanlar ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, değer yargılarına, dine, hukuka ve eşit haklara sahip, karşılıklı olarak birbirlerinin kültürlerini ve eski Anadolu uygarlıklarından kalan değerleri de içselleştirerek birlikte ortak kültür ve kimliğe sahip bir vatan ve ulus oluşturmuşlardır. Bu nedenle Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” demiş ve ulus bütünlüğünü esas almıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı; bu etnik ve mezhepsel farklılıklar içindeki insanlardır ve istisnasız herkes “birinci dereceden ve birinci sınıf Türk vatandaşlarıdır”. Zaten Mustafa Kemal’e “Türk kimdir” sorusunu sordukları zaman verdiği yanıt da, bu görüşü doğrulamaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanlara Türk denir.” Hangi etnik ve mezhepsel kimlikten gelirse gelsin; Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve anadili ne olursa olsun, resmi dil olarak Türkçe’yi kullanan herkes Türk’tür.

İşte emperyalizmin zedelemeye çalıştığı anlayış da tam olarak budur. Emperyalizmin “azınlık” olarak gördüğü gruplar, ülkemizde etle tırnak gibi kaynaşmışlardır. Fakat azınlık olarak akıllara kazınmaya çalıştırılan bu anlayışın eksik bıraktığı bir nokta vardır. O da, farklı etnik grupların Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucuları arasında olduğudur.

BATI’NIN ‘AZINLIK’ ÇUKURU


Çerkeslerin Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet devrimlerine katkısı günümüze kadar sürmüştür. Bundan sonra da sürecektir. Çerkes kökenli vatandaşlar, her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin esas unsurlarından olmuşlardır. Tüm bu nedenlerden dolayı Çerkes kökenli vatandaşlarımızı azınlık olarak göstermek gerçek dışı ve hatalı bir yaklaşımdır.

 

Türkiye’deki resmi anlayış azınlık sözcüğünü, Lozan Antlaşması’nın mirası olarak Müslüman olmayan dini azınlıklar olarak kabul ediyor. Batı’da azınlık sözcüğü, dini, etnik, mezhepsel, cinsel gibi birçok alanı kapsayacak şekilde tanımlanıyor ve tartışılıyor. Bir ülkedeki egemen toplumun dışındaki bütün topluluklar Batı’da “azınlık” diye tanımlanıyor ve onların hakları garanti altına alınmaya çalışılıyor. Örneğin eşcinseller bir cinsel azınlık olarak kabul edilirken Romanlar da etnik bir azınlık sayılıyor. Bu nedenle Türkiye’deki azınlık sözcüğü ile Batı’nın yeni anlamlar yüklediği azınlık sözcüğü aynı değildir.

Türk-İş’in Aralık 2001’de hazırladığı “Avrupa Birliği, Türkiye’den Ne İstiyor” başlıklı raporda, Avrupa Birliği’nin bölücü ve ayrılıkçı hareketi desteklediği ve Kürtler’e azınlık statüsü tanınmasını savunduğu, ülkede birinci sınıf insan olarak benimsenen Kürtler’in bu tuzağa düştükleri anlatılmıştır. Avrupa Birliği, farklı etnik kökenlerden oluşan Türk Ulusu’nu kökenlere göre bölme ve parçalama çabası içindedir. Günümüzde “İnsan Hakları” ve “demokrasi” adına yapılan bu girişim, terör örgütlerini teşvik etme ve destekleme noktasına kadar gelmektedir. Aynı zamanda cinsel azınlık söylemleri ise kimlik siyasetine kapı aralamaktadır.

ZEYBEK OYNAYAN ÇERKES, ÇERKES DANSI YAPAN TÜRK

 

Bugün her ulus devlette olduğu gibi Türkiye’de de, etnik grupların geleneklerini, kültürlerini ve adetlerini yaşatmaları ve geliştirmeleri onları Türkiye Cumhuriyeti’nin birer parçası yapmış, ulus devletin bütünlüğü içine sokmuştur. Aynı zamanda bu kültür etkileşimleri, Türk devletini ortak hale getirmeye yardımcı olmuştur.

Özetleyecek olursak, bizler Kurtuluş Savaşı ile birlikte bağımsızlık mücadelemizi Çerkes, Gürcü, Boşnak, Laz, Kürt, Türk hep birlikte verdik. Ve şanlı mücadelemizi zaferle taçlandırdık. Bugün ülkemiz içinde Çerkes kökenli biri Zeybek öğrenerek, Laz kökenli biri halay öğrenerek, Türk kökenli biri Çerkes dansları öğrenerek kaynaşmakta ve gelişmektedirler. Dolayısıyla Türk milleti çoktan bu kaynaşmayı kabullenmiştir.

Tüm bu tespitlerle elde edeceğimiz sonuç, asimilasyon tezlerini çürütüyor, çürütmekle birlikte emperyalizmin bölme-parçalama girişimine büyüteç tutuyor.

BUGÜNE BÜYÜTEÇ İLE BAKMAK


Deutsch Welle’nin yayınladığı belgeseli anlamak için bugünden değerlendirmek yetmezdi. Çünkü Almanya ve Almanya gibi Atlantikten kopan, Avrasya’ya yönelen devletlerin bu belgeseli yayınlama planının içinde olan Atlantikçi cephe bugün tüm çelişkileriyle karşımıza çıkıyor. Bu Atlantikçi cephenin parolasını çözmek için, tarihe inmek ve derinleşmek gerekmektedir.

Yukarıda tespitlerini yaptığımız sonuçlar üzerine ‘Çerkeslere Türkiye’de uygulanan Asimilasyon’ belgeselini 2021 yılından inceleyelim.

Bugünden baktığımızda maalesef ki meselenin özünü kavrayanlarla birlikte asimilasyon söylemlerine kapılanlar da var. Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) başta olmak üzere bazı kuruluşlar emperyalizmin bugüne kadar dayattığı azınlık algısıyla savrulmaktadırlar. Ancak KAFFED’in bu savrulmaya geçişini bugünden koymak yetersiz gelebilir. KAFFED uzun süredir Türkiye düşmanlarıyla bir araya gelmektedir.

KAFFED TÜRKİYE’Yİ HEDEF ALIYOR


KAFFED’in 2011 yılında karşımıza çıkardığı anayasa talebinde gördüğümüz; anayasadan Türk vatandaşlığının kaldırılması, ana dilde eğitim, özerklik vb. raporları hazırlayarak bir anayasa paketi sunması bizler için bir kimlik beyanı niteliğinde olmuştur.

Aynı zamanda raporlarında Cumhuriyet’in tarihiyle yüzleşmesi, Türk değil Türkiyeli gibi kavramları kullanmaları üst kısımda anlattığımız emperyalist güdümlü çukurlara düşüldüğünün bir göstergesidir.

Bunlarla birlikte KAFFED, Türkiyenin açılım ve anayasalarla bölünmek istendiği zamanlarda öne çıkan kuruluşlar tarafından fonlanan DDA (Denge Denetleme Ağı)’nın kurucularındandır.

 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi üstelik KAFFED’in genel kurullarındaki mali raporlarda sunulan bilgilere göre ise AB fonları yer almaktadır.

Öyle ki tüm bu tezler sonucu da anlaşılacağı üzere, Alman medyası Deutsch Welle’nin KAFFED’den referans alması da tesadüf değildir.

Yazımızın başlarında belirtmiştik. ‘’Etnik gruplara ayrıcalıklı yaklaşma, aslında daha da çok dışlamayı getiriyor. Özel ilgi, korumaya muhtaç yaklaşımlar etnik grupları ötekileştiriyor.’’ KAFFED bugün bu ayrışmaya doğal olarak giriyor. Çünkü kendilerini Türk toplumundan ayırarak ötekileştiriyor. Oysa yüzyıllardır bu topraklarda diğer etnik gruplarla birlikte yaşamaya devam etmişlerdir. Mikro-milliyetçi çizgide Türkiye’de kalmayı zorlamak, bugün ne yazık kı o cepheyi Türkiye düşmanlığına sevk ediyor. Bu topraklardan öğrenilmesi gereken en önemli ders, insanın insanca yaşayabilmesi için bağımsızlık mücadelesine Türk,Laz,Çerkez hep beraber kan dökmüş olmasıdır. Bu yüzdendir ki bugün tüm bu etnik gruplar Türk milletini oluşturmakta ve kültürlerini kaynaştırabilmektedir. Tüm bu uyumu kabullenmeme ve karşı çıkma tezleri ise emperyalizmin bölücü politikası ile birleşmektedir. Kendini Türk milletinin kaderiyle ortaklaştıramamış hiçbir etnik grup, kendi şartlarında özgürlüğüne kavuşamayacaklardır. Çerkes kökenli vatandaşların bir vatanı da Türkiye’dir. Kendilerini bu gerçekle yüzleşmeye, Türk milleti ile kaynaşmaya ve karşılıklı gelişime hizmet etmeye davet ediyoruz. Bir Çerkes atasözünün de dediği gibi, ‘’Birlik olan sürü için, kurt korkulacak şey değildir.’’ Ve bir Türk atasözünün de söylediği gibi, ‘’Birlikten kuvvet doğar.’’

Gün, Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza vererek kurduğumuz Cumhuriyet’e, kültür ve kimliğimize hep beraber sahip çıkmak için kurtlara karşı birlik olma günüdür…

 

CANSU YILDIRIM

TGB İzmir İl Sekreter Yardımcısı

Tarih:
Diğer Haberler