Çamurun içinde hamur görenlerin dizisi: Mavera

Çamurun içinde hamur görenlerin dizisi: Mavera
Ahmet Saral
Ahmet Saral
YAZAR

 

TRT son dönemde yayınladığı dizilerle, yüzlerce yıllık kültürümüzün içindeki bütün erdemleri bizlere hatırlatıyor. Bu yapımlardan birisi de Hace Ahmet Yesevi’nin Bağdat’ta yaşadıklarını konu alan  ‘Mavera’  dizisidir.

Tekkenin bireyciliğine karşı Yesevi’nin İnsanlık dersi

Ahmet Yesevi Bağdat’ın kapılarını araladıktan halkın yoksulluk çektiği, kimsenin kimseye yardım elini uzatmadığı, sarayın ve tekkenin içerisine kadar bulaşmış bir çamurun içerisinde kendini buluyor. İlk gün tekkeye gidiyor. Bağdat’ın çöktüğünü, kiminin malına kiminin canına çöküldüğünü, Bağdat’ın ruhunun hasta olduğunu söyleyerek tekke ahalisini uyarmak istiyor.

Tekkenin başındaki Mervan karakteri ise bu uyarıya karşı şunu ifade ediyor: “Dediğinin hak doğru Hace Ahmet. Ama dergahımız Bağdat’ın çamurundan ve çirkefinden uzaktır. Bu kapının berisinde yalnız ve yalnız temiz müminler vardır.”

Ahmet Yesevi, Allah’ın ahirette kapının berisinde misin diye sormayacağını, ahaliye sırtını çevirenin yüzünün doğruya bakmayacağını, milletin feryadına kulağını tıkayanın hakikati değil masalları duyacağını, Bağdat sokaklarında yalın ayak dolaşan çocukların karnındaki gurultudan içi acımayanın,  içini temizlemesini söyler.

Ahmet Yesevi tekkenin vurdumduymazlığının karşısında susmadığı için tekkeden kovulur.

 

Çamurda Hamur Görmek

İşte Ahmet Yesevi’yi çağımıza kadar ulaştıran erdemlerinden biri de kim olursa olsun onu tanıyıp sorununu gidermeye çalışması ve onu iyiliğe yönlendirmesiydi. Bağdat’ın içerisinde hırsızların bölgesi olan Sazlık bölgesine girip Sazlık insanının aslında açlıktan dolayı hırsızlık yaptığını, liderleri Şahsuvar’ın o aç insanları doyurmak için bu yola giriştiğini gördü. Elbette Şahsuvar iyiliğe inanmayan biriydi.  Fakat Ahmet Yesevi hiçbir zaman ‘Şahsuvar’la görünürsem beni de hırsız sanarlar.’ demedi.

Ahmet Yesevi, Sazlık insanına el uzattı. Hatta malları Sazlık tarafından çalınan esnafı zor da olsa ikna edip Sazlık’ta aşevinin yapılmasına ikna etti. Bağdat’a, malı çalınan esnafın, malını çalanlara yardım eli uzatacak kadar paylaşmayı getirdi. Şahsuvar’ın da içindeki iyiliği uyandırdı. Bir daha hırsızlık yapmamaya ikna etti.

Hatta dizinin bir bölümünde Şahsuvar, Ahmet Yesevi’ye şöyle söylüyor: “İnsanlar buraya baktılar mı hep çamur gördüler. Ama sen hamur gördün. Kimseyi dinlemedin. Bize güvendin. Onların çamurları sıyrılır. Hamurları yoğrulur dedin.”

Ahmet Yesevi, Kara Leyla adında ‘kötü kadınların’ bulunduğu bir evin işletmecisinden dükkan kiralamıştı. Böylelikle Kara Leyla ile de görüşmeye başladı. Ahmet Yesevi, Kara Leyla’nın 12 yaşındayken babası tarafından satıldığını, herkesten yardım istese de kimsenin dönüp ona yardım etmediği için böyle bir yola girmek zorunda olduğunu, böylelikle bütün insanlığa karşı inancını yitirdiğini ve küçük yeğeninin hayatından endişelendiği için Haşhaşilere çalıştığını öğrendi. Ahmet Yesevi küçük yeğeni göçmenlerin yanında güvenli bir ortama yerleştirdi. Yaptıklarıyla Kara Leyla’nın insanlığa olan inancını arttırıp, mücadeleye onu da dahil etti. Hatta kendisine kötü gözlerle bakan Bağdat halkı bile Leyla’yı benimsemeye başladı.

İşte dizi burada herkesin kendinde sorgulaması gereken bir kapı açıyor. Hayatımızda en çok tahammül edemediğimiz şeyler neler? Yalan mı? İftira mı? Kibir mi? Peki biz yalan söyleyeni, iftira atanı, kibirliyi değiştirmeye çalışıyor muyuz? 

 

Her şey değişir

Ahmet Yesevi’nin Sazlık insanını Kara Leyla’yı, Bağdat esnafını değiştirme iradesi kendine güveninden, yoluna inancından başlıyor. Çünkü ‘hamurları yoğrulur’ demek için doğrunun yanında olmak gerekiyor. Ahmet Yesevi Bağdat’ın şartlarına boyun eğmeyip Bağdatlılar gibi düşünmüyor. Cesurca davranıp sistemin altını üstüne çeviriyor. Ve bunu yalnız başına değil çevresindeki herkesi işe katarak yapıyor.

İnsanın değişmesi dizide çok farklı yerlerde oldukça vurucu bir şekilde belirtiliyor. Örneğin bir gün Ahmet Yesevi’nin yol arkadaşları, Ahmet Yesevi’yi kurtarabilmek için zalimlerlere şantaj yapıyorlar. Ahmet Yesevi bu olaya çok üzülür. Çünkü arkadaşları da Bağdat’ın kötü yanlarından etkilenip, savaştıkları düşman gibi hareket ettiklerini düşünür. Kendisinin başarılı olmadığını, arkadaşlarını bile değiştiremediğini düşünüp Bağdat’ı terk eder. Yolda yaşlı bir adamla karşılaşır. Bu adamla nehir kenarında otururken adam Ahmet Yesevi’ye nehrin akmasını işaret eder. Nehrin içindeki binlerce damla suyun aktığını söyler. Yani nehir hep değişir. Nehrin içindeki taşlar da yavaş yavaş yontulur, değişir. Ama bu bilge adam Ahmet Yesevi’yi uyarır. Durgun suyun kirli olacağını, durgun sudan abdest bile alınamayacağını, durgun sudan olmaması gerektiğini söyler. Çünkü nehir çamuru da temizler.

 

Verdiğin Senindir

Ahmet Yesevi, esnaf olan Sazlık insanına yardım ettikten sonra şunları söylüyor: ‘’Bir gün kurban kesilmişti peygamberin hanesinde. Peygamberimiz Aişe validemize sordu; “Kurbandan ne kaldı?” diye. Aişe Validemiz biraz da mahzunlaşarak, “Bir tek but kaldı” dedi. O gökleri alemleri ısıtan gülümsemesiyle baktı Aişe Validemize: “O buttan gayrısı kaldı demek ki bize. İşte dağıttığın sana kalır kardeşim.’’

Ahmet Yesevi ve arkadaşları mülk sahipliğini küçümsüyor. Hatta bir gün dükkanlarına hırsız giriyor. Ahmet Yesevi ve arkadaşları bu olaya karşı endişelenmek, ‘mallarımıza bir şey mi oldu?’ demek yerine gülümseyerek şaşırıyorlar. Çünkü içeride değerli hiçbir şey yok.

Ahmet Yesevi’nin bu yaşamı; bu kültürü Anadolu’ya taşıması için görevlendirdiği öğrencisi Hacı Bektaş-ı Veli’ye;  ondan da öğrencisi Yunus Emre’ye geçmiş olacak ki; Yunus Emre’nin bir şiirinde karşımıza şu satırlar çıkıyor:

“Mal sahibi, mülk sahibi

Hani bunun ilk sahibi

Mal da yalan, mülk de yalan

Var biraz da sen oyalan”

 

Tahta kılıç ve demir kılıç 

Ahmet Yesevi ve arkadaşları kötülükle yalnızca sözleriyle değil, masum insanların zarar göreceği durumlarda kılıçlarıyla da mücadele ediyorlar. Ve kılıçlarını ustaca kullanabildikleri için bütün düşmanlarına korku verip daha büyük kötülük yapmalarını engelleyebiliyorlar. Hatta bu durum dizinin birçok yerinde düşmanlarına “Bu adamlar uyurken bile pusatlarıyla uyuyor” dedirtiyor.

Zaten aksi düşünülemezdi. Karşılarında sarayı ile ordusu ile Haşhaşileri ile dikilmiş bir kötülük varken, kılıçsız mücadele etmek ölüme yürümek demektir. Oysaki Ahmet Yesevi’nin yaşatmak için yaşaması gerekmektedir.

Dizide aynı zamanda Ahmet Yesevi elinde bir tahta kılıç bulunduruyor. Hatta bu tahta kılıçı gören Haşhaşi lideri Necat büyük bir paniğe kapılıyor. Böylelikle tahta kılıç efsanesiyle de tanışmış oluyoruz.

Tahta kılıç efsanesi Hz. Muhammed’e kadar uzanıyor. Hz. Muhammed’in 12 imama emanet ettiği onlardan da Ahmet Yesevi’ye taşındığı belirtiliyor. Tahta kılıç barışı simgeliyor. Masumlara ‘bizim kılıcımız sizi kesmez’ diyor.

İşte Ahmet Yesevi, kusurlu insanın gönlünü tahta kılıcıyla fethediyor, zalimin zulmünü de demir kılıcıyla önlüyor.

 

Var ol TRT!

Propaganda kelime anlamı itibariyle;  bir öğretiyi, düşünceyi, inancı vs. başkalarına tanıtmak, benimsetmek için yazıyla veya benzeri türde bütün araçlarla yapılan bütün çalışmalara deniyor. Okuduğumuz bir şiirde geçen bir satır nasıl bizde vicdan oluşturabiliyorsa izlediğimiz dizilerde de tersi etkiyle karşılaşmamız mümkün.

Örneğin Netflix gibi platformlar üzerinden LGBT propagandalarıyla cinsiyetsizleştirmek, toplumu milli değerlerinden koparmak, bireycileştirmek, yozlaştırmak isteniyor. İzlerken midemiz bulanan yapımlara milyon dolarlar harcanıyor.

İşte bunların karşısında bizim kahramanlarımız toplumun mayasından çıktılar. Paylaşmayı, sade yaşamayı, hoşgörüyü, sevmeyi, toplum için mücadele etmeyi yaydılar. Batının sahte kahramanlarına karşı Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve çok daha fazlası gerçeklerdir.

Ahmet Yesevi gibi paylaşan, birlik olan, zulme kafa tutan bir toplumu birbirine düşürebilir misiniz? Bölebilir misiniz? O yüzden onların erdemleri bizlere uzanmasın, ışıkları bizleri aydınlatmasın diye sistem, propagandaya devasal kaynaklar ayırıyor.

Fakat bizim televizyonlarımızda Ulusal Kanal ve TRT gibi; yazılı basınımızda Kırmızı Beyaz, Teori, Bilim ve Ütopya, Aydınlık gazetesi gibi kalelerimiz var. O kalelerimizden biri TRT’den, bu yapımların devamının gelmesini talep edip teşekkürlerimizi sunuyoruz. Var ol TRT!

 

 

Tarih:
Diğer Haberler