

AKıL FiKiR KULüBü ÜYESi
Ahmet Minguzzi, Hakan Çakır, Hilal Özdemir ve bir çocuk tarafından öldürülen başka canlar… Yaşanan bu acı olaylar, sosyal medya ekranlarında ve haber bültenlerinde “suça sürüklenen çocuk” meselesini yeniden gündeme taşıdı. Bir bakıyoruz hırsızlıkta, bir bakıyoruz bıçaklı kavgada, kimi zaman da bir cinayet sonrasında duyuyoruz bu tanımı.
2024 yılında çocukların karıştığı olay sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 9,8 artarak 612 bin 651’e ulaştı. Bu rakamlar toplumdaki öfkeyi artırırken, öfkenin büyük kısmı doğrudan suçu işleyen çocuğa yöneliyor: “Cezalar ağırlaştırılsın, ceza yaşı düşürülsün!” Oysa bu talep, asıl suçluyu gözlerden kaçırıyor. Çocuğu fail olarak gösterirken, onu bu yola sürükleyen asıl faili, yani toplumsal düzeni perdelemektedir.
“Suça sürüklenen çocuk” ifadesinin ardında aslında suça sürükleyen sistem vardır. O yüzden çözüm, suç işleyen çocuğa daha ağır cezalar yüklemek değil; bu çürümüş düzeni yargılamaktır. Çünkü mesele, çocukların neden suç işlediği sorusunda düğümleniyor. Bir çocuğu bıçakla ya da silahla dolaşmaya, gasp yapmaya, mafya liderlerine özenmeye iten sadece onun içindeki “kötülük” müdür? Elbette hayır. Çocuğu suçun kucağına iten; yoksulluğun, ihmalkârlığın, çaresizliğin, yozlaşmış kültürün ve çürümüş neoliberal sistemin dayattığı hayattır. Bu nedenle tartışmayı cezanın ağırlığında değil, çocuğu suça sürükleyen nedenlerde başlatmak gerekir.
Suça Sürükleyen Neoliberal Sistem
“Suça sürüklenen çocuk” olgusunu bireysel tercihlerle açıklamak, hakikati gözlerden kaçırmaktır. Çocuğu suçla karşı karşıya bırakan şey, tek tek çocukların kişisel seçimleri değil; onları kuşatan toplumsal düzenin dayattığı koşullardır. Bugün çocukların suça yönelmesinin ardında, neoliberal sistemin yarattığı büyük kriz yatmaktadır.
Neoliberal düzen, toplumsal bağları çözerek, dayanışmayı zayıflatarak ve çocukları sahipsiz bırakacak bir kültür inşa ederek işliyor. Bu düzenin merkezinde, bireyselleşme ve rekabeti mutlak değer haline getiren, başarıyı yalnızca para ve güç üzerinden tanımlayan bir zihniyet bulunuyor. Çocuğun gözünde güç, şiddet ve çıkar ilişkileri normalleşiyor; toplum ise bu çarpık değerleri yeniden üretiyor.
Aynı zamanda, neoliberal sistemin ekonomik boyutu da çocukları doğrudan etkiliyor. Güvencesiz emek, artan yoksulluk ve derinleşen eşitsizlik, ailelerin çocuklarını koruma gücünü zayıflatıyor. Sosyal devletin geri çekilmesi, en temel ihtiyaçların bile piyasanın insafına bırakılması, çocukları savunmasız bir hale getiriyor.
Bu tabloyu bütünlüklü görmek gerekiyor. Çünkü suça sürükleyen sistem yalnızca kültürel yozlaşma değildir; yalnızca ailelerin zayıflığı ya da eğitimdeki eksiklikler de değildir. Bunların her biri, aynı kaynaktan beslenen farklı yüzlerdir. Kültürün yozlaşması, ailenin çözülmesi, eğitimin umutsuzluk üretmesi… Hepsi neoliberal düzenin yarattığı yapısal sonuçlardır.
Dolayısıyla mesele, çocukları suça iten nedenleri tek tek ele almak kadar, bu nedenlerin üzerinde yükseldiği düzeni görmekle ilgilidir. Neoliberal sistem, her alanda yarattığı boşluklarla çocukları suçun kucağına bırakmaktadır. Bu düzen çözümsüzlüğe saplandıkça hırçınlaşmakta; hırçınlaştıkça da çocuklara ödettiği bedeller ağırlaşmaktadır.
Televizyonda “Kahraman”, Sokakta Suçlu
Neoliberal düzenin dayattığı kültürel değerler, paylaşımın yerine bireyciliği; dostluğun yerine çıkar ilişkilerini; emeğin yerine ise kısa yoldan güç ve para kazanmayı koyuyor. Böyle bir atmosferde suça, mafyaya ve şiddete duyulan ilgi giderek artıyor. Televizyon ekranlarında kahramanlaştırılan mafya liderleri ya da sosyal medyada fenomenleşen suçlular, çocukların gözünde yalnızca cazip değil, aynı zamanda meşru hale geliyor.
Ancak mesele yalnızca ekranlardaki kahramanlaştırma değil. Sokakta Daltonlar, Redkitler, Casperlar, Anucurlar ve Boyun gibi çeteler, uyuşturucu ticaretinden tetikçiliğe kadar bu kirli düzenin işlerinde özellikle çocukları kullanıyor. Çünkü çocuk, hem sistemin yarattığı çaresizlik içinde kolayca örgütlenebiliyor hem de ceza hukuku açısından “hafifletici” bir zırha sahip olduğu için bu kirli yapılara daha cazip geliyor. Çete liderleri, gençleri “sadakat”, “erkeklik” ve “güç” söylemleriyle etki altına alıyor; çocukların aidiyet arayışını kendi çıkarlarına alet olan bir “kimliğe” dönüştürüyor. Böylece çocuklar, daha ilkokul çağında uyuşturucu dağıtan, çete için kavga eden, gerektiğinde tetikçilik yapan “araçlara” dönüştürülüyor.
Televizyonda “adaleti kendi yöntemleriyle sağlayan kahramanlar” olarak parlatılan mafya figürleri, sokakta gerçek çetelerin eliyle çocukların hayatını zehirliyor. Sosyal medya da bu işlevi pekiştiriyor: silahı bir güç göstergesi gibi sunan videolar, suç öykülerini eğlence malzemesine çeviren içerikler, neoliberal kültürün “kolay başarı” idealiyle birleşince gençlerin dünyasına hızla sızıyor.,
Bu tablo, suç örgütlerinin yalnızca bireysel sapmalar değil; neoliberal düzenin ürettiği boşlukların üzerine kurulduğunu bir kez daha gösteriyor. Çeteler, devletin ve toplumun terk ettiği alanları dolduruyor; çocuklara bir “kimlik” ve “güç” sunarak aslında sistemin en yıkıcı sömürüsünü gerçekleştiriyor. Sonuçta ekranlarda romantize edilen mafya figürleri, sokakta gerçek çetelerin eliyle çocukların hayatına yıkım olarak iniyor.
Medyanın ve sosyal medyanın sorumluluğu bu noktada kritik. Reyting ve tıklanma uğruna şiddeti meşrulaştıran, mafyayı romantize eden ve suçu cazip hale getiren içerikler, neoliberal düzenin piyasa mantığının bir parçası olarak çocukların gerçeklik algısını biçimlendiriyor. Sonuç olarak, toplumsal sorunların kaynağını sorgulamayan bu yayıncılık anlayışı, düzenin kültürel alandaki en görünür suç ortaklarından biri haline geliyor.
Ailenin Boşluğu, Suçun Daveti
Çocuğu suça sürükleyen en görünür nedenlerden biri, aile ortamındaki boşluklar ve ihmallerdir. Ancak bu boşluk, yalnızca bireysel ailelerin zaafı değil; neoliberal düzenin toplumda yarattığı yıkımın doğrudan bir sonucudur.
Neoliberal sistem, aileleri ekonomik baskılarla zayıflatıyor. İşsizlik, güvencesiz ve uzun çalışma saatleri, sürekli artan geçim derdi; anne ve babayı çocuklarına vakit ayıramaz hale getiriyor. Aile, güven ve rehberlik sunması gerekirken, bu koşullar altında çocuk için çoğu zaman yalnızca bir barınma mekânına dönüşüyor. İlgi ve desteğin yerini yorgunluk, stres ve çaresizlik alıyor.
Bu ortamda aidiyet ihtiyacını karşılayamayan çocuk, yönünü başka mecralara çeviriyor. Sokaktaki çeteler, suç grupları ya da olumsuz arkadaş çevreleri, neoliberal düzenin bıraktığı boşluğu hızla dolduruyor. Çocuğa kısa vadede güç ve kabul hissi sunan bu yapılar, aslında sistemin ürettiği eksikliğin en tehlikeli “ikame kurumları” oluyor.
Dolayısıyla mesele yalnızca “aile ilgisizliği” değildir. Asıl sorun, aileyi toplumsal destekten mahrum bırakan, sosyal devleti geri çeken ve ebeveynleri tükenmişlik içinde çocuklarına yabancılaştıran neoliberal düzendir. Çocuğun aidiyet arayışının suçla kesişmesi, bu düzenin hem aileyi hem de toplumsal bağı çözmesinin kaçınılmaz sonucudur.
Üretimden Kopuk Okullar, Suçla Tanışan Çocuklar
Çocukları suça sürükleyen bir başka önemli etken, eğitim sisteminin çıkmazlarıdır. Ancak bu çıkmaz, yalnızca pedagojik bir yetersizlikten ibaret değildir; neoliberal düzenin eğitim alanında dayattığı piyasa mantığının ürünüdür.
Neoliberal sistem, eğitimi toplumsal bir hak olmaktan çıkarıp piyasaya bağlı bir hizmete dönüştürdü. Özel okullar, kurslar ve sınav sektörü, gençliğin geleceğini belirleyen bir ticaret alanına dönüştü. Devlet okulları ise üretimden ve hayattan kopuk, umut vermeyen, niteliksiz bir yapıya mahkûm edildi. Sonuçta eğitim, çocuklara yalnızca bir diploma veriyor ama hayatlarını inşa edebilecekleri bir yol sunmuyor.
Bu umutsuzluk boşluğunu sokak dolduruyor. Eğitimde gelecek göremeyen gençler, kendini var etmenin yolunu suça, hızlı para kazanma yollarına ya da şiddet kültürünün sunduğu sahte “güç” imgelerine yönelerek buluyor. Suç böylece, neoliberal düzenin çocuklara sunduğu “alternatif kariyer modeli” haline geliyor.
Eğitim sisteminin üretimden kopukluğu, yalnızca işsizlik ya da mesleksizlik değil; aynı zamanda aidiyetsizlik ve değersizlik duygusu da üretiyor. Çocuğun zihninde şu algı yerleşiyor: “Okul bana gelecek vaat etmiyor; sokak bana hemen güç, para ve kimlik sunuyor.” Bu algı, neoliberal düzenin eğitimde yarattığı en yıkıcı sonuçlardan biridir.
Gerçekte mesele, gençlerin eğitimsiz kalması değil; neoliberal düzenin onları bilinçli biçimde geleceksiz bırakmasıdır. Çünkü geleceksiz kalan gençlik, suça daha kolay sürüklenir ve düzen böylece kendi krizlerini çocukların sırtına yükleyerek sürdürür.
Katiller Yaratan Sistemi Görmezden Gelmek
Çocuk suça karıştığında, özellikle bir cana kıydığı zaman toplum olarak öfkeyle tepki veriyor ve sıkça şu talepleri ortaya atıyoruz: “Cezalar ağırlaştırılsın, ceza yaşı düşürülsün!” Bu yaklaşım, kısa vadede gözle görülür bir çözüm gibi görünse de, sorunun köküne dokunmuyor; aksine çocuğu suçun merkezine yerleştiriyor ve sistemi görünmez kılıyor.
Çocuğu fail olarak cezalandırmak, suçu önlemiyor; sadece suçu işleyen çocuğu, sistemin ihmaliyle birlikte cezalandırıyor. Asıl çözüm, onu suçun yoluna iten koşulları ortadan kaldırmakta yatıyor: Yetersiz sosyal devlet, ihmâl edilmiş aileler, üretimden kopuk eğitim, yozlaşmış kültürel temsiller ve eksik denetim mekanizmaları…
Ne var ki tartışmanın eksik kalan bir boyutu var: Islah. Bugün “suça sürüklenen çocuk” meselesi, ceza eksenli tartışmalar içinde ıslah kavramını tamamen geri plana itmiş durumda. Direkt dile getirilmese de, çocuğun işlediği suçun niteliği üzerinden yargılanması, toplumun ondan tamamen vazgeçmesi anlamına geliyor. Bir çocuğu yalnızca “katil” olarak etiketlemek, aslında o çocuğun yeniden kazanılabileceği ihtimalini de silmek demektir.
Oysa her çocuk, koşullar değiştiğinde dönüşebilir. Neoliberal düzenin çocukları yalnızca suç ve şiddetle temas eden aktörler haline getirmesi, onların bu düzen içinde geri dönülemez kayıplar olduğunu göstermez. Tam tersine, çocukların dönüşümü ancak düzenin de dönüşmesiyle mümkündür. Çünkü bir çocuk yeniden kazanıldığında, bu sadece bireysel bir rehabilitasyon değil; aynı zamanda toplumsal yapının yenilenmesi anlamına gelir.
Toplumun geleceği yalnızca “parlak zekâlar”a değil; suça sürüklenmiş ama yeniden kazanılabilecek bütün çocuklara bağlıdır. Bu yüzden mesele, çocuklardan vazgeçmek değil; onların yeniden topluma kazandırılabileceği yolları inşa etmektir. Islah kurumlarının işlevsizleştirilmesi, aslında toplumu kendi geleceğinden vazgeçmeye zorlamaktadır.
Neoliberal düzen, cezayı tek çözüm gibi sunarak aslında ıslahı ortadan kaldırıyor. Çocuklardan vazgeçen bir toplum, kendi geleceğini de terk etmiş olur. Gerçek çözüm ise cezayı ağırlaştırmak değil; sistemi dönüştürmek, çocuğun dönüşümünü mümkün kılacak sosyal mekanizmaları yeniden inşa etmektir. Ancak bu şekilde “katiller yaratan sistem”e karşı gerçek bir müdahale geliştirilebilir.
Önce Sistemi Yargılayalım!
Sonuç olarak, son zamanlarda sosyal medyada tartışılan “suça sürüklenen çocuk” kavramı, sorunun yanlış odakta ele alındığını gösteriyor. Çocuklar suçun öznesi gibi görünse de, gerçekte onları bu noktaya iten toplumsal, kültürel ve ekonomik koşullar var. Yoksulluk, aile ihmali, eğitim sistemindeki kopukluk, medyanın şiddeti cazip hâle getirmesi ve kamucu bir devletin yoksunluğu… Tüm bunlar, neoliberal düzenin topluma dayattığı sonuçlardır.
Bugün çocuklardan hesap sormak, aslında neoliberal sistemin işlediği suçları örtmektir. Çünkü çocukları suça sürükleyen şey onların kişisel kötülüğü değil; neoliberal düzenin yoksullaştıran, aileyi çözen, eğitimi geleceksizleştiren, kültürü yozlaştıran işleyişidir. Sorunu çözmek için çocuğu cezalandırmak yerine, bu düzeni yargılamak ve dönüştürmek gerekir.
Gerçek çözüm; kamucu bir devletin yeniden inşasında; eğitimin piyasa mantığından kurtarılmasında; ailelere ekonomik ve sosyal destek sağlanmasında; medyanın reyting uğruna şiddeti parlatmasının engellenmesindedir. Çocukları suçla değil hayatla buluşturacak bir düzen kurmadıkça, suça sürüklenen çocuk olgusu yeniden üretilecektir.
Özetle, mesele çocuğu suçlu görmek değil; neoliberal düzenin yarattığı suç ortamını sorgulamak ve dönüştürmektir. Çünkü bu çözümsüz düzen artık hırçınlaşmıştır. Ve hırçınlaşan düzenin bedelleri, en ağır biçimde çocuklara ödetilmektedir. Gerçek adalet, önce çocuğu değil sistemi sanık sandalyesine oturtmakla mümkündür.