Eğitim, bir milletin olmazsa olmazıdır. Milli, bilimsel ve çağdaş bir eğitimin olduğu ülkelerde eğitim toplumu değiştirmenin ve geliştirmenin en önemli unsurudur. Cumhuriyetimizin temelleri atılırken de toplumu değiştirmek ve geliştirmek en temel meselelerden bir tanesiydi.
Osmanlı Döneminde eğitim daha çok medreselerde görülüyordu. Medreselerde görülen eğitim çağ dışında kalmış ve toplumun tamamına yönelik değildi. Cumhuriyet Devrimiyle birlikte bir eğitim seferberliği başlamıştır. Sadece Cumhuriyet’in ilanından sonra değil Kurtuluş Savaşı yıllarında da eğitime önem verilmiştir.
Ateşin İçinden Çıkan Kongre: Maarif Kongresi
Emperyalizmin üzerimize sürdüğü Yunanlıların Kütahya-Eskişehir üzerinden Ankara’ya doğru saldırıya geçtikleri günlerde Türk milletinin kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla yedi düvele karşı vatanı ve bağımsızlığı için savaştığı günlerde Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları 1921’de Ankara’da Maarif Kongresini topladılar. Kongre, okul ve öğrenci mevcudunu tespit etmek, bu konuda yapılması gereken çalışmaları belirlemek ve en önemlisi de eğitime millî bir yön vermek amacıyla toplanmıştır. Kongre toplanmadan önce Hakimiyet-i Milliye gazetesi “Mustafa Kemal Paşa, Üçüncü Yunan taarruzunun en ateşli zamanında muallim ordusunun gelecek vazifesiyle meşgul bulunuyor. Bu asil ve yüce örnek Türk tarihinin benzeri ender bulunan kıymetli hatıralarından biri olacaktır”1 diyordu.
Genç Cumhuriyetin temellerini oluşturan bu kongrede Atatürk; eğitim, bilim ve kültür alanındaki düşüncelerini, yapılacak inkılapların esaslarını, öğretmenler için neler düşündüğünü ve onlardan neler beklediğini anlatan tarihî bir konuşma yapmıştır. “(…) Şimdiye kadar sürüp gelen okuma ve yetiştirme yanlışlıklarının ulusumuzun gerilemesinde en önemli nedenlerden biri olduğu kanısındayım. Onun için bir ulusal yetiştirme programından söz açarken, eski çağdaki asılsız uydurmalardan, yaradılışımıza hiç de uymayan yabancı düşüncelerden, Doğu’dan ve Batı’dan aşırma bütün etkilerden büsbütün uzak, ulusal ve tarihsel doğamıza uygun bir kültürü öne sürmüş oluyorum. Çünkü Türk idaresinin gerçek gelişmesi ancak böyle bir kültürle sağlanabilecektir. Rastgele bir yabancı kültürü kabullenmek, şimdiye kadar uygulanıp duran yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar etmekten başka işe yaramaz. Kültürün, bu düşünce ekininin verimi, ekildiği yerin elverişliliği ile orantılıdır. Bu yer de milletin karakteridir (…)”2 Atatürk’ün de sözlerinden anlaşılacağı üzere genç Cumhuriyetin eğitim anlayışı, özgün bir kültür yaratma ve millî olma çizgisindedir.
Milli Kurtuluş Savaşımızı verdiğimiz günlerde toplanan Maarif Kongresini savaştan ayrı düşünemeyiz. Çünkü savaştan sonra toplumun da milli bir şekilde eğitim seferberliğine ihtiyaç vardı. Yunanlıların saldırıya geçtiği günlerde de Ankara’da, millî eğitim-öğretim seferberliğini başlatılması Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitime verdiği önemi ve aynı zamanda Milli mücadelenin başarıya ulaşacağına inanmasıydı.
Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının vermiş olduğu mücadelenin başarıya ulaşmasıyla birlikte, eğitim seferberliğinin daha da büyütülmüştür. Bu doğrultuda Genç Cumhuriyet, 3 Mart 1924’te Devrim yasalarını uygulamaya başladı. Bu yasalardan en önemlisi Tevhidi Tedrisat kanunuydu. İlk önemli adım olarak Osmanlı döneminden gelen eğitimdeki mahalle mektebi ve medrese ikiliğini kaldırarak tek bir yerde birleştirilmişti. Eğitimde çağdaşlaşma devam ederken bir taraftan da millileştirme adımları atılıyordu. Bu doğrultuda yabancı okullar denetim altına almış, alınan kararları uymayan okullar kapatılmıştır.
Genç Cumhuriyet’in eğitim politikası tamamen milli, çağdaş ve bilime önem veren bir planlama üzerine kurulmuştur. Okullarda verilen eğitim dışında halk eğitimine de büyük özen gösterilmiştir. Çünkü Mustafa Kemal halkın desteklemediği ve benimsemediği bir hareketin başarıya ulaşmayacağını düşünmüştür. 1 Mart 1922’de yaptığı meclis konuşmasında halk eğitimine yönelik hedeflerini, “(…) genel olarak bütün köylüye okumayı, yazmayı ve dört işlemi öğretmek vatanını, milletini, dinini ve dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlak bilgisi vermek milli eğitim programımızın ilk hedefidir”3 diyerek açıkladı.
Milli Mücadelenin ardından başlatılan bu eğitim seferberliğinde, Mustafa Kemal maarif bakanlarını cesur, atılgan ve yenilikçi bakanlardan seçmiştir. Atılan adımlar Köy Enstitüsü ve Halk Mektepleri gibi topluma hizmet götüren ve Cumhuriyetin temellerini sağlamlaştıran okulları açmıştır. Türkiye’nin geleceği garantileyen bu kurumlar zamanla kapatılmıştır. Toprak ağlarına karşı mücadelede eden bu okullar çevredeki köy ağalarını ve meclisteki vekilleri rahatsız etmiştir ve kapattırılmıştır. Bu okulların kapatılması ve devamındaki süreçte Türkiye, “küçük Amerika” olma yoluna girmiştir ve bu süreçten itibaren Türk eğitim sistemi üzerinde ilerlemeye ket vuran oynamalar yapılmıştır.
Eğitimimizin Bugünü
Türkiye’nin Küçük Amerika süreciyle birlikte tahrip edilmeye başlayan eğitim sistemimiz bugün büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların başında şunlar gelmektedir:
1. Türkiye Cumhuriyeti’nin üretime dayalı, tüm yurttaşlarının kültürlü, iş ve meslek sahibi olduğu değerleri yıpranmıştır.
2. Eğitim sistemi yalnızca sınav odaklı olup niteliksel düşüş yaşanmaktadır.
3. Her ile üniversite açılmasıyla birlikte üniversite eğitiminin niteliğinde bir düşüş yaşanmıştır. Üniversitelerden beklenen işlevler yerine getirilemez hale gelmiştir.
Bu sorunlar Türk Milli Eğitim sisteminin bugün ki sorunlarının en önemlileridir. 4+4+4 eğitim sistemiyle öğrenciler daha çok rekabet içine girmiştir. Rekabet içerisindeki öğrenciler bilgi öğrenmekten ziyade sıra arkadaşını nasıl arkada bırakmaya odaklanmıştır. Geçilen bu sistemle birlikte ilk olarak Meslek liselerinin kalitesi yitirilmiştir. Sınav başarısına bağlı yapılan tercihlerde meslek liseleri daha az tercih edilmiştir. Daha az tercih edilen bu liselere Anadolu liselerini kazanamayan öğrenciler yönlendirilmiştir. Sınav başarısı kadar değerli olunan sistemde meslek lisesi öğrencileri değersiz görülmüştür. Bu da meslek liselerindeki nitelik eksikliğine neden olmuştur. Halbuki meslek liseleri hem eğitim hem ekonomik açıdan Türkiye’nin önemli değerlerinden biridir. Çünkü meslek liselerinden çıkan öğrenciler ülkemizin kalifiye eleman ihtiyacını karşılamaktadır. Bugün kalifiye eleman yetersizliğinin temel sorunu, meslek liselerine verilen önemin az olmasından kaynaklıdır.
Eğitimimizin bir diğer önemli hatası ise her ile üniversite açılmasıdır. Ekonominin canlanması ve o ildeki esnafların gelir seviyesinin artması amacıyla açılan her üniversite hem öğrencileri hem de Türk ekonomisini etkilemektedir. Çünkü açılan her yeni üniversite bölümlerin kontenjanın artması anlamına da gelir. Açılan bu üniversitelerde kontenjanların dolmaması üniversiteye yerleşme puanının geriye çekilmesine neden olmaktadır. Bu doğrudan eğitimin niteliğini düşürmektedir. Açılan her üniversite aynı zamanda genç işsizliği gizlemenin de bir aracı olmuştur. Bunun sonucunda lisans eğitimi alan öğrenciler işsiz nitelendirilmemek adına lisansüstü eğitimlerine devam edip, çalışma hayatına dahil olmamış ve üretmekten uzak kalmıştır. Bir diğer anlamla potansiyel işsizlik ertelenmiştir.
Çözüm: Atatürkçü, Üreten, Milli Bir Eğitim
Türkiye'de Atatürkçü, istikrarlı, tüketen değil üreten, yüzeysellikten kurtulmuş bir eğitim politikasına ihtiyaç vardır. Türkiye’nin gelecek yıllarını garanti altına almak için sınav sistemine dayalı olmayan, öğrencilerin yeteneklerine uygun bir eğitim modeli yaratılmalıdır. Bunun tarihimizde Köy Enstitüleri gibi örnek modeli vardır. Özellikle meslek liselerinin niteliğinin artırılması mühimdir. Böylelikle üniversitelerdeki yığılmaların önüne geçilebilir, hedeflenen eğitim modeline böylelikle ulaşılabilir.
Ali Rıza Yığ
TGB Denizli İl Başkanı
Kaynakça
1. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/801077
2. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/801077
3. https://www.aydinlik.com.tr/ataturkcu-milli-egitim-sistemi-3-ihsan-sefa-kose-yazilari-kasim-2019