

TGB GAZi ÜNiVERSiTESi BiRiM SEKRETERi
Edebiyat tarihten bugüne insanlığın kaydını tutmuş gerek devrimleri gerek zulümleri gerekse bireyin çıkmazlarını tarihe kazımıştır. Sümer tabletlerinden Yunan şairlerine oradan Orta Çağ’ın süslü şiirlerine, Fransız Devrimi ile milletlerin ifadesine soyunmuştur. Fakat günümüzde edebiyat emperyalizmin uğrattığı saldırılar sonucu komadadır ve bazı parıltılar dışında yaşam belirtisi göstermemektedir. Elbette bu süreci tarihten ayrı değerlendirmek düşünülemez. Zira edebiyat, tarihin insan zihnindeki yankısıdır.
Medeniyetler Arasında Edebiyat Etkileşimi Yalnız Dille Mi İlgili?
Yazının bulunuşundan beri insan kültürlerinin etkileşimleri az ya da çok takip edilebilmektedir. İlk çağlarda büyük ölçekte etkileşimlerin çoğunlukla konar göçer toplumların yer değiştirmesi ile yaşandığını söyleyebiliriz. Zira Anadolu medeniyetlerini ele alacak olursak elbette buradaki kavimler arasında etkileşim vardır, ancak Orta Asya'daki yahut Çin'deki kültürün Anadolu'ya ulaşması konar göçer toplumların aktarımıyla gerçekleşmiştir.
Edebiyatın Dönemler İçindeki Değişimi
Antik dönemde çoğunlukla anonim halk destanlarının olduğu, ölüm ve güç arzusu gibi insana dair temel şeylerin işlendiği ve yer yer kültür etkileşimine ihtiyaç duymaksızın farklı coğrafyalarda benzer eserlerin ortaya çıktığı bir dönemdir. Antik Yunan ve Mısır gibi köleci medeniyetlerde eserler hâlâ destan olmakla birlikte anonimlik azalmış, tarihî olaylardan hareketle eserler üretilmiştir. Kültür etkileşiminin artmasıyla birlikte şiir estetiği üzerine çalışmalar görülmeye başlanmıştır. Orta Çağ'da yaşanan savaşlarla birlikte doğrudan kültür etkileşimi iyice çoğalmış, özellikle Selçuklu ve Osmanlı gibi Müslüman, Germen yahut Fransız İmparatorluğu gibi Hristiyan toplumlarda savaş ve dinî anlatılı metinler sıklıkla görülmeye başlanmıştır.
Sömürgeci dönem, emperyalist güçlerin yalnızca toprak ve ekonomiyle değil, kültürel dokuyla da ilgilendiği bir aşamadır. Bu dönemde, sömürülen toplumların kendi doğal edebiyatları -halk masalları, sözlü destanlar gibi dış etkiden uzak, yerli anlatılar- baskı altına alınmış, yerlerini sömürgecilerin “medenileştirme” iddiasıyla dayattıkları dillere ve anlatı biçimlerine bırakmıştır. Özellikle Fransız ve İngiliz kolonilerinde bu durum daha katı biçimde yürütülmüş, kendi dilleri tek meşru dil sayılmış, yerli halk ise bu dili öğrenmeye zorlanarak kültürel kimliğinden koparılmıştır. Bu asimilasyon, yalnızca kültürel değil, aynı zamanda siyasal ve askeri hegemonyanın da bir parçasıydı. Ulusal kültürün temellerini oluşturan sözlü ve yazılı halk edebiyatı bu yolla çürütülmeye çalışılmış; böylece ekonomik tahakkümün ötesinde bir kültürel teslimiyet amaçlanmıştır.
Kapitalizmin yükselişi ile oluşan millet bilinci ve çok uluslu imparatorlukların dağılması ile edebiyatta yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemde Batılı yazarlar bireysellik ve özgürlük vurgusuna yönelmiş, tarih bilinci ve imparatorluk birikimleri reddedilmiş edebiyat gittikçe küreselleşmiştir. Modern Batı edebiyatı artık köşeyi dönme hikayeleri anlatmakta, sömürgeciliğin üzerine yükselmiş sahte özgürlük ve refahı Protestan etik ve üstün beyazların -o dönemde Avrupalılar olarak ifade edilmesi şaşırtıcı değildir- sıkı çalışması ve zekâsı gibi anlatılara dayandırıyordu.
Türkiye’de edebiyatın gelişimi, kimi çevrelerce dile getirilen "batı özentiliği" eleştirilerinden çok daha derin, özgün ve tarihsel bir sürecin ürünüdür. Türk edebiyatı kopya ya da körü körüne taklit edilmiş bir edebiyat değildir. Aksine, kendi tarihsel dinamikleri içinde hem doğu hem batı kaynaklarından beslenerek özgün bir yol izlemiştir. Ne var ki Tanzimat Dönemini çağdaşlaşma süreci olarak görenler bu dönem eser veren fikir adamlarını “Tanzimatçı” olarak talihsiz bir isimle adlandırmışlardır. Oysaki Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi aydınlarımız; Batı özentisi edebi figürler değil, Genç Osmanlılar olarak modernleşme sürecinde fikirsel öncülerdir.
Bu isimler hürriyet, anayasa gibi Fransız Devrimi’nin getirdiği kavramları Osmanlı entelektüel hayatına taşıyarak Türk Devrimi'nin zihinsel temellerini atmışlardır.Cumhuriyet Devrimi’yle birlikte edebiyatta da köklü bir dönüşüm yaşanmıştır. Harf Devrimi, yalnızca bir alfabe değişikliği değil, aynı zamanda düşünce ve ifade biçimlerinin devrimidir. Bu süreçte edebiyat biçimsel olarak batıdan etkilenmiş gibi görünse de içerik bakımından kendi toplumsal gerçekliğinden, tarihinden ve halkından kopmamıştır. Aksine, Halkevleri, köy edebiyatı ve toplumcu gerçekçilik gibi yönelimlerle halkı merkeze alan güçlü bir damar oluşmuştur. Cumhuriyet’in halkçı ve milliyetçi politikaları sayesinde geniş bir aydın kuşağı doğrudan halkla bağ kurmuş, Köy Enstitüleri gibi kurumlar bu bağın somutlaştığı alanlar olmuştur. Edebiyatımız Cumhuriyet'e uzanan süreçte, kendi halkını hor gören değil; onu anlamaya, anlatmaya ve yüceltmeye çalışan bir çizgide ilerlemiştir.
Emperyalizm Kıskacında Edebiyat
Batı'daki sömürgeler üzerine inşa edilmiş gelişmiş kapitalist toplumların ekonomik üstünlüğü Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından sonra tamamen Amerika'ya devretmeleriyle birlikte bu üstünlük zamanla silahlı bir hegemonyaya dönüşmüştür. Bu hegemonyanın başlıca düşmanı ulus devletler olduğu için ABD emperyalizmi, her alana elini attığı gibi edebiyatı da tahrip etmek için çalışmıştır. Ekonomik ve silahlı hegemonyanın yanında kültür emperyalizmi ABD’nin yumuşak gücüdür. Bunun en büyük örneği olan Hollywood film sektörüne yakından bakıldığında aslında en basit deyimle ABD emperyalizminin bir propaganda aracı olduğu söylenebilir. Edebiyat ise bundan nasibini daha çok prangalara vurulmuş Avrupa'dan almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD'nin esiri olan Avrupa, dünya edebiyatını ABD emperyalizmine uygun bir şekilde yontma görevine soyunmuştur. Fakat şu da bilinmelidir ki insanın kendini dahi metalaştıran emperyalist sistemde edebiyat konusunda çok büyük bir birikime sahip olan Avrupa'nın suni teneffüsü bile yetmemiştir.
Emperyalizm çağında edebiyat tıpkı her şey gibi piyasalaşmaya ve tekelleşmeye uğramış, edebiyat ödülleri ve eleştirileri emperyalizmin çıkarlarına göre tasarlanmıştır. Daha detaylı değinmek gerekirse, dünyada kabul görmüş Nobel Ödülü, Pulitzer Ödülü gibi ödüller veya “saygın” edebiyat mecraları ve akademileri zamanla işgale uğramıştır. Sözde Ermeni soykırımını kabul etmeyen bir kişi, ne kadar iyi bir eser verirse versin, Winston Churchill'in aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’nü alamayacaktır. Bu ve bunun gibi örnekler bize göstermektedir ki edebiyat emperyalizmin tahribiyle felce uğramış ve ilerleyemez olmuştur. Daha da ileri gidilerek denilebilir ki edebiyat, gerilemeye dahi fırsat bulamadan donmuştur. Zira günümüzde artık yukarıda belirttiğimiz mecralarca kanon hâline getirilen eserler, ilerleme ve edebiyatın doğasından yoksun, politik doğrucudur. Parçalanmakta olan sistem bizlere adeta "Bakınız şu esere ödül verdik, hadi siz de tıpkı onun gibi size dayatılana itaat edin. Çünkü bundan başka bir şeyin yıldızının parlamasına müsaade etmeyeceğiz." demektedir. Bunu anlamak için uluslararası çapta kanonu belirleyen kuruluşların bizlere önerdikleri eserleri incelemek yeterlidir.
Emperyalizm Edebiyattan Ne İstiyor?
Edebiyat, millet kavramı şekillendiğinden beri insan topluluklarını bir arada tutan en önemli unsur olan dilin etkili bir ifade biçimidir. Zira edebiyat; dili kabul ettiren, onu nitelikli olarak geliştiren bir alandır. Aynı şekilde edebiyat, toplumsal hafızayı inşa etme ve onu korumakta da büyük roller oynar. Örneğin, Sodom ve Gomore eseri bize hâlâ işgal yıllarını hatırlatmakta yahut en basitinden İstiklal Marşı, bizlere Türk milletini bir araya getiren şeyin ne olduğunu hatırlatmaktadır. Emperyalizm, uluslara ve ulus devletlere düşmandır. Edebiyat, bir ulusun ulus olmasında kritik bir rol oynar. Çünkü kolektif bilince belli kodları kazıyan tarih dersleri değil, edebiyat dersinde okunan şiirler, ödev verilen romanlardır. Ve emperyalizmin, edebiyatın kendine düşman olduğu apaçık ortadadır. Bahsettiğimiz sebeplerden ötürü edebiyat kanonları artık edebiyattan çok uzak, yapay bir arzın talebine hizmet etmektedir.
Konuyu şöyle netleştirelim: Günümüzde edebi değeri çok yüksek şeyler üretebilen yazarlar, küresel basın yayın piyasasıyla kim olurlarsa olsunlar rekabet edememektedirler. Zira gençler, emperyalizmin kendi ürettiği sorunlara karşı başka bir pencere bulmak için kitap okumak istemekte; fakat küresel basın yayın sektörü onlara geçici hazlar veren “fantezi” kitapları satmaktadır. Günümüzde piyasadaki, başlıca sosyal medya gibi mecralardan türetilmiş kitapların hepsi birbirinin birer kopyasıdır. Bu kopyalar, yapay zekâya bir iki satırlık cümlelerle yazdırılabilmektedir. Elbette bu her zamanki gibi emperyalizmin kol kesip yara bandı satma stratejisidir. Fakat nasıl olur da dünyanın en prestijli ödülleri yalnızca emperyalizmin dayattığı yozlaşmış kültürleri yücelten yahut emperyalizmle barışık eserlere gitmektedir? Woke kültürü ise aile yapısının yok olmasını milliyetçiliği ve ulus devletleri reddeden, LGBT dayatmasını savunan kısacası emperyalizmin tüm hedeflerini barış, demokrasi, özgürlük gibi sevimli kılıflarda sunan bir ideolojidir. Elbette bu eserlerin belli başlı bir edebi seviyesi vardır; fakat karşılarında kim olduğu önemli değildir. Zira edebiyatın kanonu, yozlaşmış kültürleri yüceltecek şekilde belirlenirse, dünya çapında piyasalar buna uyum sağlayacak ve bu zehir gençlerin zihninde yer bulacaktır. Bu sebepledir ki artık mazlum milletlerde bu ödüllere ve bu mecralara güven kalmamıştır. Bütün akademiler işgal edilmiş, bütün komisyonlar belli şablonlara hapsolmuştur.
Türk Edebiyatının Komaya Uğradığı Dönem: 1980
En başta belirttiğimiz gibi hem Türkiye'de hem dünyada edebiyat komadadır. Bu tarihler dünyanın neoliberal sisteme döndüğü tarihlerdir. Türkiye'de ise bunun sembolü olan 1980 Amerikancı darbesi Türk edebiyatını komaya sokan kazadır. Darbeyle birlikte neredeyse bütün milli sanatçıların ve aydınların hedef alınması, Türkiye'nin aydın birikimini yok etmeye niyetlenmiştir. Bunun yanında insanların bırakın siyasî bir kitap okumayı roman yahut şiir bile okumaya korkmaları da milletimizi edebiyata karşı uzunca bir süre kör etmiştir. Bunun yanında emperyalizmin yegâne hedefi olan uyuşuk ve birbirinden kopuk insan yığınları oluşturmak konusunda adımları (uyuşturucu, aile kavramının yıkılması, suça özendirme) popüler kültür yani son dönemde çıkan şarkılar, kitaplar ve filmler ile aralıksız devam etmektedir. Örneğin günümüzde müzik kültürü tahribe uğratılmış, uyuşturucu ve suçu özendirmek işlevli bir araca dönüşmüştür. Fakat ABD kendi silahını en çok kendisi tatmıştır. ABD emperyalizmi mazlum milletleri hedef alırken yok etmeye önce kendi halkından başlamıştır. Zira uyuşturucu bağımlılığı sebebiyle en çok insan kaybeden ülkelerden biridir. Türkiye'de uyuşturucu ve suça özenme sorunları yazımızın konusu olmasa da iyi rahatlıkla söylenebilir ki mafyatik ve çarpık ilişkileri, akran zorbalığını özendiren ve gençlere bu hastalıklı fantezileri aşılayan kitaplar basıldıkça yahut sözde şarkıcılar ne kadar uyuşturucu kullandıklarını anlatan, kadını metalaştıran, gösteriş meraklısı şarkılar yapmaya devam ettikçe bu problemler Türkiye'de çok daha keskinleşecek belki de ekonomik sorunların önüne geçecektir.
Türk edebiyatının girdiği bu çizginin sorumlusu emperyalizmdir. Artık yeni ve politik doğrucu olmayan eserler 100 bin okuru zor bulmakta, yeni dergiler Avrupa vakıflarından fon alan beyin yıkama paçavralarıyla rekabet edememekte, sistemle uyuşmayan herhangi bir iddiası olan kim varsa edebiyat dünyasından aforoz edilmektedir. Bununla mücadelenin tek yolu, gençlikte millî bilinci kuvvetlendirmek ve emperyalist dayatmaları elimizin tersiyle itmektir. İnsan okuyarak devrim de yapabilir, yel değirmenlerine de saldırabilir.