

TGB ESKişEHiR İL YöNETiCiSi
Batı Asya'da ne zaman bir taş yerinden oynasa, altında mutlaka ABD ve İsrail’in parmağını görmek mümkün. Bu iki güç, bölgedeki her gelişmeyi kendi lehlerine çevirmek için yıllardır adım adım ilerliyor. Özellikle ABD’nin İsrail’e biçtiği rol artık sır değil: İsrail, sadece kendi güvenliğini değil, tüm emperyalist çıkarları korumakla görevli bir ileri karakol gibi davranıyor. Ne zaman bölgede bir istikrarsızlık baş gösterse İsrail harekete geçmiş oluyor bugün Filistin’den Golan’a, Şam’ın burnunun dibine kadar fiilî işgallerle büyüyen bu yapı, şimdi de gözünü Suriye’nin tamamına ve Akdeniz’e dikmiş durumda. İsrail’in yayılmacılığı artık sadece Filistin’in değil, doğrudan Türkiye’nin de meselesidir.
2 Nisan 2025’te İsrail; Suriye’nin Şam, Hama, Humus ve Deyrizor bölgelerini hedef alan geniş çaplı hava ve topçu saldırılarıyla gerginliği savaş eşiğine taşıdı. Bu saldırılar yalnızca Suriye’yi değil, Türkiye’yi de hedef almaktadır. T4 hava üssü gibi stratejik noktaların hedef alınması, Türkiye’nin Suriye’deki olası askeri varlığına açık bir mesaj niteliğinde. Buna karşılık Türkiye, Suriye hükümetinin davetiyle Palmira’daki hava üssünü kullanma girişiminde bulunmuş; fakat İsrail bu meşru hamleye bile karşı çıkmıştır. Kendi işgalinin önünde engel tanımayan İsrail, Türkiye’nin terör ile silahlı mücadelesinde bile bölgede söz sahibi olmasına son derece karşı çıkmıştır.
Ancak İsrail’in bu bölgede doğrudan işgalinin mümkün olmaması, Suriye’yi parçalayarak bölme planlarına itiyor. Bölgedeki özerk ya da federatif planlar, insanların kafasının karışmasına neden olarak bölünmeye yol açıyor ve bir nevi bu planlara hizmet ettiriliyor. Özellikle Alevi, Dürzi ve Kürt ayrılıkları şiddetli çatışmalara dönüştü.
İlk olarak geçmişte, Beşar Esad döneminde yaşanan Alevi-Sünni ayrılıkları da mezhep çatışmalarına döndü. Yarım yüzyıldır iktidarın Alevi toplumuna mensup Esad ailesi tarafından sürdürülmesi ve bu yönetimin artık sona ermesi gerektiği yönündeki tartışmalar da farklı bir boyut kazandı. Alevilere, Suriye’nin Lazkiye şehrinde katliamlar yapıldı. Sonradan bu katliamların aslında İsrail tarafından tertip edildiği ortaya çıktı. Bu nedenle, katliamın ardından yükselen federasyon çağrıları da şaşırtıcı olmadı.
Sahte Şeyh İsmail Narlı tarafından yapılan yardım çağrılarında, yanında destek olan kişilerden biri de DEM Parti Eşbaşkanı Tülay Hamitoğulları Oruç’un eşi Talat Oruç’tu. Talat Oruç ise, Öcalan’ın aksine, PKK’nın silah bırakmasını şarta bağlayan ifadelerde bulundu. Bu durumdan, Türkiye’yi de bu kirli oyunun bir parçası gibi lanse etmeye çalıştıkları görülüyor. Fakat Türkiye, bu algıyı reddeden ve karşı bir duruş sergileyen bir açıklamayla süreci netleştirdi.
Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Suriye'deki olayları dış müdahaleyle açıklamanın yanlış olduğunu belirtti. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Öncü Keçeli de, Lazkiye ve çevresinde yaşanan gerilimlerin Suriye'nin birlik ve beraberliğine zarar verebileceğini ifade ederek, Türkiye'nin Suriye halkının ve yönetiminin yanında olmaya devam edeceğini ifade etti.
Bunun yanında, Beşar Esad yönetimi düşer düşmez Suriye’deki Dürzilerin İsrail’e gitmesi ve İsrail tarafından korunup maddi olarak desteklenmeleri sağlandı. Tel Aviv yönetiminin, Suriye’deki Dürzileri korumak için müdahaleye hazır olduğuna dair açıklaması, aslında ne kadar bilinçli ve planlı bir bölünme sürecine uğraştıklarını gösteriyor. Elbette, Filistin’de on binlerce insanın ölümüne sebep olan İsrail’in bu yardımı samimi bulunamaz.
Gelelim en önemli nokta olan Kukla Kürdistan planlarına. Suriye’nin kuzeyinde, ABD ve İsrail destekli terör örgütlerinin PKK/PYD eliyle bir “terör devleti” kurma planı, bölgeyi en doğrudan tehdit eden gelişmelerden biridir. Bu tehdit, aslında Suriye’yi bölerek kurulmak istenen “İkinci İsrail” planıdır. ABD ve İsrail silahlarıyla kurulacak bir “Kürdistan”, Kürt halkının devleti değil, İsrail’in maşası olacaktır.
İşte bu yüzden PKK’nın üst düzey isimlerinden Ferhat Şami, Mazlum Abdi ile Şam temsilcisi Ahmed Şara arasında varılan mutabakatı “ön protokol” olarak tanımlarken, Fırat’ın doğusundaki denetimi bırakmayacaklarını da açıkça ilan etti. Bu noktada asıl soru ortaya çıkıyor: Bu bir entegrasyon mu, yoksa Şam’la birlikte Türkiye’ye karşı kurulan yeni bir tampon bölge mi?
Bu noktada Şam yönetimi kritik bir eşikte. Kuzeyde YPG’ye, güneyde ise İsrail yayılmacılığına karşı durmak için hem içerideki yapısını hem de komşularıyla ilişkilerini yeniden gözden geçirmek zorunda. Son dönemde SDG ile varılan uzlaşma, YPG’nin Suriye’ye entegre edilmesi ve ayrılıkçı taleplerin törpülenmesi açısından dikkat çekici. Fakat bu sürecin en çarpıcı yanı, Mazlum Abdi’nin bu adımı atmadan önce ABD’den onay almış olması. Bu detay, ABD’nin Suriye’den çekilmeye hazırlandığını ve bölgede yeni bir denge oluşabileceğini gösteriyor.
Bu dengenin hedefleri şöyle; o kukla devlet aracılığıyla Suriye Kürtlerini köleleştirmek, Kürtleri İsrail askeri haline getirmektir. Dürzileri ve Alevileri, kendilerine ait olmayan federe devletçiklerle Suriye’den ve komşularından koparacak; Suriye Türkmenlerini ise ülkeyi terk etmeye zorlayacaklardır. Suriye’de önemli bir nüfusa sahip olan Hristiyanları —özellikle aydın birikimini— ezerek ülke dışına kaçmak zorunda bırakacaklardır. Dikkat edilmesi gereken şudur ki: Hedefte Suriye’nin herhangi bir unsuru değil, bütün Suriye halkı; hedefte Suriye’nin herhangi bir komşusu değil, tüm komşuları bulunmaktadır.
Türkiye, Rusya, Filistin, İran, Irak ve diğer Arap ülkelerinin Suriye’nin birliğini destekleme olanaklarını daraltmak ve bu ülkeler arasında Suriye üzerinden bölünme ve çatışmalar yaratmaktır. Türkiye açısından bakıldığında, bu gelişmeler hem bir tehdit hem de bir fırsat. Terörle mücadele ve sınır güvenliği bağlamında olası kazanımlar söz konusu. Türkiye, Rusya, İran, Çin ve Suriye’nin aynı cephede hareket etmesi; ABD-İsrail’in bölgeyi bölme planlarını bertaraf edebilecek güçlü bir birlikteliktir.

Kurulmak istenen Kukla Kürdistan’ın da İsrail’in stratejik müttefiki olması sebebiyle, bu planların başarılı olması sonucun da Batı Asya’da ve Doğu Akdeniz’de onların hâkimiyetini artırıyor.
Bu sebep ile İsrail’in Doğu Akdeniz planları da dikkatle takip edilmeli. Tel Aviv yönetimi, Şam yönetimini muhatap almak yerine doğrudan saldırılarla mesaj vermeyi tercih ediyor. Bu saldırganlık, sadece Suriye’nin toprak bütünlüğünü değil, aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını da hedef alıyor.
Terör örgütlerinin dışında, Doğu Akdeniz’de ABD-İsrail’in müttefikini Yunanistan olarak görüyoruz. İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan üçlüsünün planladığı enerji hattı, Türkiye’nin Mavi Vatan sınırını, deniz yetki alanlarını ve dolaylı olarak da Türkiye-Libya anlaşmasını hedef almaktadır. İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan arasında planlanan su altı enerji hattı, şu an Türkiye'nin mavi vatan sınırlarıyla çatışmaktadır. Yani meselenin sadece karada değil, denizde de devam eden bir kuşatma olduğunu görüyoruz.

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer nokta, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın NATO toplantısında yaptığı “İsrail ile karşı karşıya gelmek istemiyoruz, sorunları diplomasiyle çözelim” açıklaması oldu. Bu açıklama, Türkiye’nin uluslararası hukuk zemininden ayrılmadan, hem söz hakkını hem de gerektiğinde müdahale yetkisini elinde tutmaya çalıştığını gösteriyor. Ancak İsrail’in bu tür diplomatik mesajlara bile tahammül göstermemesi, aslında bölgede çatışmadan başka bir çözüm niyeti taşımadığını ortaya koyuyor.
Gelinen noktada Türkiye ve Suriye, sadece sınır güvenlikleriyle değil, Doğu Akdeniz’deki enerji ve egemenlik hakları açısından da ortak tehditlere karşı karşıya. Bu gerçek, iki ülkenin işbirliğini zorunlu kılıyor. Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösteren, ABD-İsrail’in bölgedeki varlığını tamamen reddeden bir ortak zemin hem Türkiye’nin güvenliğini hem de Suriye’nin istikrarını yeniden inşa edebilir.
Gençliğe Çağrı: Emperyalizmin Ön Cephesine Karşı Bilinçli Dur!
Bugün Suriye’de yükselen savaş naraları sadece Suriye’nin değil, Türkiye’nin de geleceğini hedef alıyor. Bu bir emperyalist cephe hareketidir. Tankla, topla, uçakla gelen saldırılara karşı yalnızca silahla değil; akılla, bilgiyle, dirençle ve örgütlü bilinçle karşı durmak gerekiyor. İşte bu noktada Türkiye Gençlik Birliği’nin görevi açıktır: Gerçeği görmek ve göstermek!
Türk gençliği, sadece kendi ülkesinin değil, bölgedeki tüm mazlum halkların geleceğinden sorumludur. Görevimiz, Suriye halkıyla dayanışma göstermek, Türk milletinin bağımsızlığını kararlılıkla savunmak ve emperyalizmin çözülmesini hızlandıracak her adımı atmaktır. Safımız bellidir: Mazlum milletlerin ortak cephesindeyiz!
Bugün tarihi bir eşikteyiz. Bizim deyimimizle Batı Asya onların deyimiyle yeni bir Orta Doğu haritası çizilmek istenirken biz gençler bu haritayı yırtıp atacak iradeye sahibiz. Çünkü biliyoruz: Mazlum milletlerin ortak cephesinde saf tutan bilinçli, vatansever ve halkçı Türk gençliği, bugün de tarihi sorumluluğunun farkındadır!