
Ortadoğu’nun en karışık bölgelerinden biri olan Kürdistan coğrafyasının tanımlanmasına dair birbirinden farklı tezler olmakla beraber ortak kanı bölgenin Kafkaslar'ın güneyinden başlayarak bugünkü Ermenistan, Irak, İran, Suriye ve Türkiye'ye ait topraklarının bir kısmını kapsayan alan olduğudur. Coğrafi olarak tanımlanmasının zorluğu kadar siyasi yapı olarak da oldukça karışık ve zorlu bir bölgeden bahsetmekteyiz. Özellikle XIX.yüzyılın başlarından itibaren bölgede meydana gelen isyanlar bazı devletler tarafından özellikle izlenmiş ve zaman zaman da desteklenmiştir. Bölgede meydana gelen ayrılıkçı hareketlerin kökenlerini daha net görebilmek amacıyla bölgedeki çıkar odaklarını ve tarihsel süreçteki değişimlerini ele almak gerekmektedir.
XIX. yüzyıldan itibaren Osmanlı Kürdistanı'nda çıkan isyanları incelemeye başlamadan önce ilk olarak bölgenin Osmanlı egemenliği altındaki geçmişine bakmakta fayda var. Bölgenin Osmanlı eğemenliğiyle tanışması Yavuz Sultan Selim'in 1514 Çaldıran Seferi’nin hazırlıklarına ve sonrasına dayanır. Şah İsmail'e karşı Osmanlı'nın yanında olmayı tercih eden Kürt aşiretleri ile Yavuz Sultan Selim arasında İdrisi Bitlisi'nin de aracılığıyla ilk ilişkiler kurulur. Böylece Osmanlı Devleti'nin bölgeye girişi Machiavelli'nin deyimiyle ele alırsak biraz da "davetli" olmuştur. Osmanlı Devleti yönetim politikası gereği olarak bölgedeki yirmi üç Kürt aşiretiyle anlaşarak onların biraz daha “dolaylı bir yönetim” altında olmalarını kabul etmiştir. Bununla birlikte Kürtler, geleneksel aşiret yapılanmaları içinde Osmanlı kimliğini kabul etmişlerdir. XIX. yüzyılın ilk yıllarına kadar ufak tefek sorunlarla idare edilen bu egemenlik alanı, Sultan II. Mahmud döneminde merkezi otoriteyi güçlendirmek adına gerçekleştirilmek istenen reformlar nedeniyle feodal ayrıcalıkları zedelenen aşiret liderlerinin tepkilerine sebep olmuş ve bu dönemde ortaya çıkan ilk isyanların da görünürdeki sebebini olmuştur. Osmanlı Devleti’nin yapmaya çalıştığı idari reformlar ve Avrupalı devletlerin azınlıklara destek olma ve onların haklarını koruma bahanesiyle bölgeye gönderdikleri misyonerler ve konsolosların bölgede çıkardıkları karışıklıklar bölge halkının tepkilerine neden olmuştur. Bu durum da bölgedeki Hıristiyan-Müslüman çekişmelerinin artmasını tetiklemiştir.
Öte yandan bölgede meydana gelen isyanların çoğunluğu İngilizler veya Çarlık Rusya tarafından desteklenmiştir. Bölgede ilk olarak Ermenilerin koruyuculuğu için yarışan Rusya ve İngiltere zamanla kendi çıkarları doğrultusunda hem Ermenileri hem de Kürtleri kullanma girişiminde bulunmuşlardır. Çarlık Rusya bölgede hem İran hem de Osmanlı ile olan savaşlarından dolayı Kürtlerin kaderiyle yakından ilgilenmeye başlamıştı. Çar hükümetinin asıl amacı Kürtlerle iyi ilişkiler kurarak, onları Sultan'a veya Şah'a karşı kışkırtmak ya da en azından kendisine karşı savaşamayacak kadar güçlü ilişkiler kurabilmekti. İngilizler için ise bölge Hindistan sömürgelerine giden yolun güvenliği açısından oldukça önemliydi. 1806 yılında Bağdat'da Doğu Hindistan Şirketi'nin bir şubesinin açılması bölgenin önemini daha da arttırmış ve şirketin temsilcisi Rich, yardımcısı Heine ile birlikte Kürt aşiret reisleriyle işilkileri güçlendirmeye çalışmışlardır. Özellikle Rodon Cissini ve Rowlinson tarafından hazırlanan raporda bölgenin Rusların girişimlerine karşı güçlendirilmesi gerektiğini belirtmeleri üzerine İngiltere'nin çalışmaları hız kazandı. Bu raporlara rağmen İngilizlerin Kürtleri desteklemeye ve kışkırtmaya yönelik girişimleri XIX. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiş öncesinde sadece bölgedeki Hıristiyan azınlıkların, özellikle de Ermenilerin haklarının korunması adı altında girişimlerde bulunmuşlardır.
Osmanlı Devleti'nin merkezileştirme politikasınaın gereği olarak 1826 yılında Anadolu Eyaleti dört kısıma ayrılmışve bu bölgelere merkezden yöenticiler atanmaya başlanmıştır. Bu duruma tepki olarak eski güçlerini geri kazanmak isteyen Kürt aşiretlerden ikisi 18281829 OsmanlıRus Savaşı'nda Rusya'nın yanında savaşmış. Revanduz, Botan ve Hakkari Kürt beyleri ise savaşa katılmamışlardır. Ayrıca Erivan Kürtlerinin büyük reisi Hüseyin Ağa savaş çıktığında 3.000 süvarisiyle birlikte Ruslara katılmış ve savaş boyunca hizmetlerini de sürdürmüştür. Bu savaş RusKürt ilişkileri için bir dönüm noktası olmuş ve Prens Paskeviç Kürtlerle iyi ilişkilerin sürdürülmesine büyük önem vermiştir. Bu durum Rusların Kürtlerle daha da yakından ilgilenmesini sağlamış ve aşiretlere altın ve silah yardımında bulunmasının önünü açmıştır. Bölgedeki siyasi karışıklıktan faydalanmak isteyen Botan aşiretinin reisi Bedirhan Bey, egemenlik alanını genişletmek amacıyla 1843 yılında Nasturiler üzerine ilk işgal ve katliam girişimini gerçekleştirdi. Osmanlı Devleti'nin bu bölgede yetersiz kalması da bölgenin işgalini kolaylaştırdı. Bedirhan Bey, Osmanlı devletine karşı isyan edip Hakkari, Van, Muş ve Bitlis reisleriyle ittifak kurarak oluşturduğu konfederasyonla bağımsızlığı ilan etti. Ancak Hıristiyan bir topluluk olan Nasturilerin bölgelerini de etkileyen bu işgal ve katliam süreci İngiltere ve Fransa tarafından Osmanlı üzerinde baskı kurmak amacıyla kullanıldı. Emperyalist devletlerin öncelikleri her zaman için Hıristiyanlar olmuştu ve bu yüzden de zaman zaman Ermeniler ve Nasturiler gibi Hıristiyan azınlıklar üzerinden Osmanlı devletine baskı yapma yolunu seçerken, belli dönemlerde de Kürt aşiretlerini kullanarak Osmanlı Devleti'nin arka cephesini zayıflatmaya çalıştılar.
Benzer bir şekilde 18531856 Kırım Savaşı da Kürtler’in Ruslarla olan yakın ilişkisini gözler önüne serdi. Bu savaş sırasında iki Kürt alayı Rusların yanında Osmanlı ordusuna karşı savaşırken, Botan bölgesinde Emir Yezdan Şir de ciddi bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmanın bastırılması için İngilizler de çaba harcadı. Ayaklanma Rus destekli ve İngiliz politik çıkarlarına aykırı olması nedeniyle İngiltere bölgeye diplomatik temsilci göndermiş ve Yezdan Şer ile İstanbul arasında arabuluculuk faaliyetine girişmiştir. İngiltere o yıllarda Rusya'nın İran'la olan ilişkilerini de yakından takip ediyor ve bunu dengelemek için de zaman zaman Osmanlı'nın yanında yer alıyordu.
18771878 OsmanlıRus Harbi'nde Osmanlı Devleti'nin aldığı büyük yenilgi devletin hem bölgedeki hem de dünya siyasetindeki durumunu fazlasıyla kötü etkiledi. Bu savaştan sonra İngiltere Osmanlı'nın toprak bütünlüğünü korumaya yönelik olan dış politikasından vazgeçmiş, bölgede ise önemli Kürt beylerinden boşalan güç merkezlerine dini figürlerinin de etkisiyle şeyhler gelmişti. Şeyh Ubeydullah'ın yükselişi de bu dönemde gerçekleşmiş ve Kürt halkı arasında yeni bir tür liderlik biçimin ortaya çıktığının da en önemli göstergesi olmuştur. 1880 yılında Osmanlı ile İran arasında bağımsız bir Kürt devleti kurmak amacıyla ayaklanan Şeyh, aynı zamanda Çarlık Rusyası’ndan ve Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumakran vazgeçen İngiltere'den de destek almıştır. Bölgede esnek bir politika uygulamaktan çekinmeyen İngiltere özellikle bu dönemde bölgede bir Kürt devleti kurulabileceği olasılığını da göz önünde bulundurarak Şeyh Ubeydullah'la ilişki kurmuştur. Şeyh de durumun bilincinde olarak taleplerinin meşrulaştırılması için büyük güçlerin temsilcilerinin desteğiyle birlikte ve Avrupa kamuoyu tarafından da desteklenmek amacıyla iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. İsyanın diğer bir önemli özelliği de Şeyh'in Nakşıbendi tarikatından olmasıdır. Şeyh Ubeydullah'la başlayan süreçle birlikte bölgedeki isyanlarda mezhep farklılıklarının kullanılmasının önü açılmıştır. Özellikle şeyhin söylemlerinde Şafi mezhebinin onları, Hanefi mezhebine bağlı Türk ve Arap komşularından ayırdığına yer vermesinin önemli bir etkisi olmuştur. Aldığı desteklere rağmen Şeyh Ubeydullah’ın isyanı başarısız olmuş ve Osmanlı hükünmetinin üzerine gönderdiği askerlerce bastırılmıştır. Ancak 1880’den 1925’e kadar devam eden süreçte bölgede çıkan ayaklanmaların çoğu şeyhler, özellikle de Nakşibendi şeyhleri tarafından yönlendirilmiştir.
1877-1878 Savaşı’nda Ruslara karşı alınan ağır yenilgiyle birlikte Ermenilerin bölgedeki ayrılıkçı hareketleri tamamen su yüzüne çıktı. 1880’de Şeyh Ubeydullah’ın isyanıyla birlikte bölgedeki karışıklığın daha da artması Osmanlı devletini bölgeyi elinde tutmak adına önlemler almaya sevk etti. Bu önlemlerden en çarpıcı olanı, Hamidiye Alayları’nın kurulmasıydı. Rusların 1885’de Kazaklar için yaptığı düzenlemeye benzer bir şekilde örgütlenen Hamidiye Alayları’nın temelini düzensiz süvari birlikleri oluşturmaktaydı. Bu birliklerin öncelikli kuruluş amaçları bölgede merkezi otoriteyi tesis etmek, aşiretlerden askeri güç olarak daha etkin bir şekilde faydalanabilmek ve de en önemlisi bölgede Rus destekli Ermenilerin faaliyetlerine engel olmak ve Müslüman halkın korunmasını sağlamaktı. Bu alaylara katılan olan aşiretlerden padişahın lütufları ve yardımları da esirgenmeyecekti. Özellikle bazı vergilerin alınmayacak oluşu ve aşiretlere üyelerine verilecek olan nişan, rütbe ve parasal ödüller katılımı arttırıyordu. II. Abdülhamit bu girişimiyle aynı zamanda bölgedeki Sünni-Kürt aşiretlerle olan bağlarını da geliştirme niyetindeydi ve bu amacını desteklemek adın askeri birlikler dışında bölgedeki gençlerin yetiştirilmesi için “Aşiret Okulları” açılmıştır. Burada yetiştirilen öğrencilerin halife-padişaha bağlı olmaları amaçlanmıştı.
Hamidiye Alayları, ilk olarak 1890 veya 1891’de örgütlendi ve 36 alaydan oluşuyordu. İki grup haline örgütlenmişlerdi, ilki Rus tehlikesine karşı Erzurum-Van hattında ikincisi ise İngilizlerin oluşabilecek faaliyetlerine karşı Urfa-Mardin hattındaydı. Bu bölgelerin diğer bir önemli özelliği de buralarda Ermenilerin ayrılıkçı hareketlerinin artmış olmasıydı. Hamidiye Alayları bir nevi Hıristiyan azınlıkların ayrılıkçı hareketlerine karşı kurulan Kürt ve Türklerin oluşturduğu Müslüman cepheyi simgeliyordu. Hamidiye Alayları büyük oranda bekleneni vermekle birlikte hem bölgenin hem de sonraki süreçlerde vatanın savunulmasında katkısı olan önemli birliklerdendir. Bazıları halifeye olan aşırı bağlılığından dolayı 1908 Devrimine karşı çıkmış olsa da varlıkları II. Abdülhamit’in rejiminden sonra da isimleri “Aşiret alayları” ve “ Aşiret Süvari Fırkaları” şeklinde değiştirilerek devam ettirilmiştir. Ayrıca büyük çoğunluğu Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’de de vatan savunmasına katılmışlardır.