ANKARA İL YöNETiCiSi
Ermenilerde Din, Kilise ve Millet Bağlantısı
Ermeniler Hristiyanlığı kabul etmeden önce yaşadıkları coğrafyada hakim olan birtakım dinlere inanmışlardır. Bu dinlerden baskın olanı Paganizm yani Putperestliktir. Öte yandan Ermeniler; güneşe, aya, ateşe, suya ve çeşitli hayvanlara yani kısacası tabiata da tapmışlardır (Belgelerle Ermeni Sorunu, 1983; Koçaş, 1990; Hocaoğlu, 1976; Basgün, 1970). Ermenilere göre Hristiyanlık, kendi topraklarına bizzat Hz. İsa'nın havarileri olan Thaddeus ve Bartholomew tarafından getirilmiştir ve bu sebeple Ermeni kilisesi Apostoliktir, yani kaynağı havarilere dayanır. Bu durum, Ermenilerin Hristiyanlığa olan bağlılıklarını tarihi kaynaklara dayandırma çabasını temsil etmektedir ve böylelikle kadimlik kazanır (İskefiyeli, 2007). Bu bağlamda Ermeni tarih yazıcılığına göre, Ermeniler Hristiyanlığı 301 yılında Kral Tridat zamanında kabul etmişlerdir ve kendilerini Hristiyanlığı kabul eden ilk topluluk olarak görürler. Ermenilerin inançlarını bu denli kadimleştirme çabaları elbette Ermeni Apostolik Kilisesi kaynaklıdır. [1]
Ermeniler için din ve kilise, vücudun ayrılmaz parçaları olmuştur. Yüzyıllar boyunca farklı milletlerin hükümranlığı altında yaşayan ve güçlü bir devlet pratiği bulunmayan Ermeni toplumu, öz benliğini kilise sayesinde edinmiştir. Öyle ki kendilerini tanımlamalarını sağlayan en önemli kavramlar din ve kilisedir. Ermeni yazar Dikran Boyacıyan bu durumu gayet iyi açıklar: “Ne kadar geniş olursa olsun Ermeni Kilisesi’ni aynı ölçüde ele almayan herhangi bir Ermeni Tarihi, Ermenilerin gerçek hayatını ortaya koymayı başaramaz. Ermeni Kilisesi ile Ermeni Milleti o derece iç içedir ki, birisi olmadan diğerini düşünmek mümkün değildir” (Küçük, 1997; Gürün, 1985). Ermeniler, kendi kaderleriyle "Kilise"nin kaderini ayırmamıştır ve kilisede bir araya gelmenin kendilerini korumanın bir yolu olarak görmüşlerdir. Kilise aynı zamanda hem bir toplanma yeri hem de bir sığınma yeridir, ayrıca geçmişe bağlanan örf, dil ve edebiyat gibi unsurları koruyan bir çatı olarak kabul edilir. Bu sebeple Ermeni milletinin günümüze kadar ayakta kalmasının nedenlerinden biri de şüphesiz ki kilisedir (İskefiyeli, 2007).
Katolik kilisesinin başını çektiği misyonerlik faaliyetleri, Asya’da Anadolu’dan başlayarak Sibirya’ya kadar ulaşmıştır. Hristiyan, Müslüman ve Zerdüşt devletlerin arasında kalan Ermeniler, bu dönemde büyük çoğunlukla Hristiyanlığı benimsemişlerdir ve Haçlı Seferleri sırasında Papa’nın emriyle Kudüs için savaşmışlardır. Ermenilerin Papa’nın emriyle mobilize olabilecek bir grup olmalarıyla Katolik kilisesi, İpek Yolu denetimini de bu halk vasıtasıyla elde etmeye gayret gösterecektir. Tam da bu sebeple tarih boyunca Ermenilerin yaşadığı bölgeler, misyoner akımına uğramıştır. Burada belirtmekte fayda vardır ki, misyonerlerin faaliyetleri yalnızca Ermeni toplumu üzerine yoğunlaşmamıştır. Esasında Hristiyanlığı vaaz etmek amacı taşıyan bu faaliyet yani misyon, Hristiyanlığı benimsemeyen unsurları hedef alıyordu. Özellikle İslam’ın hızla yayılması ve güçlenmesi sebebiyle müslüman coğrafyalara misyoner gönderiliyordu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da Balkanlar, Anadolu, Arabistan ve Mısır gibi bölgelere çok sayıda misyoner yani dini nitelikli ajan gönderilmişti (Şişman, 2002).
Tanzimat ve Islahat Fermanlarının yarattığı sözde eşitlikçi ortamın misyonerlik faaliyetlerinin artmasında ciddi bir etkisi olmuştur. Bir misyonerin ifadesiyle “Türkiye Müslümanları arasında yaygın çalışma yapmanın yolunu açan Islahat Fermanı” nın akabinde bu gaye için dikkatlerini İstanbul’da toplayan İngiliz Church Missionary Society ve American Board of Commissioners for Foreign Missions misyonerler vasıtasıyla imparatorluktaki faaliyetlerini artırmışlardı. (Özcan-Buzpınar, 1997).
Osmanlı Halkları Arasında Ermeniler
Özellikle İstanbul’un fethinden 93 Harbine kadar imparatorluğun hâkim sınıfları hariç tutulacak olursa, Osmanlı halkları arasında en müreffeh yaşamı süren toplumlar Ermeniler ve Rumlardı denebilir. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra bizzat Fatih Sultan Mehmet’in fermanıyla Ermeniler de dahil birçok toplumun sanatçısı ve zanaatkarı İstanbul’a davet edilmiştir. 1461 yılında Bursa'dan İstanbul’a davet edilen Piskopos Hovakim [2]tüm Türkiye Ermenilerinin Patriği olarak atanmış ve Ermeniler müstakil bir "millet" olarak kabul edilmişlerdir (Uras, 1976; Kılıç, 2000; Yılmaz, 2001). Bu dönemden sonra imparatorluğun sadık birer unsuru olan Ermeniler, Batı tarafından Hristiyan Türkler olarak tanımlanmışlardır (İskefiyeli, 2007). Aynı dönemlerde Osmanlı topraklarında Ermeniler için geçerli olan geniş özerklik halinin, diğer ülkelerde yaşayan Ermeniler için geçerli olmadığı kaynaklarla sabittir. Rus General Suvorov, İran Şahlığı yönetiminde yaşayan Ermenilerin ezildiğini ve sömürüldüğünü ve bunların birçoğunun Türkiye'ye kaçtığını 1780 yılında rapor etmişti. Türkiye Ermenileri, İran Ermenileri ile karşılaştırıldığında daha iyi yaşam koşullarında yaşamışlardır. Aynı şekilde Linch, Rusya’da yaşayan Ermenilerin de Osmanlı topraklarına göç ettiğini yazar (Perinçek, 2006). Boryan, 1802 yılında Rus ordularının Bambak'ı işgal ettiğinde Türkiye Ermenilerinin Rus Genelkurmay Başkanı'na gönderdiği mektubu örnek göstererek Ermenilerin o dönemdeki sadakatini açıklıyor: "Böyle biliniz: Biz, Türk sultanına öyle bir sadakat duyuyoruz ki, onun düşmanlarını istemiyoruz. Gelişinizin ve ordularınızla ülkemize yerleşmenizin iyi bir tarafı yoktur. Ülkenize geri dönünüz. Eğer ülkenize gitmezseniz o zaman başınız bizimle belada olacaktır. Tanrı iyi nedir bilir, yoksa bizden günah gider." Y. Gegamyan, S. Gabrielyan, B. İşhanyan, A. Karinyan gibi siyaset ve bilim adamları da tıpkı Boryan gibi Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermenilerin diğer milletlerle eşit şartlarda yaşadıklarını ifade etmişlerdir (Karamyan; Karinyan, 2006; aktaran Perinçek, 2006).
Ne oldu da Osmanlı sultanına son derece sadık olan Ermeniler, Berlin Konferansından sonra çoluk çocuk, yaşlı genç demeden sivil katleden terör örgütleri kurdular ve bağımsızlık hayalleri güttüler? Bunun cevabını ilk olarak Çarlık Rusya’sında bulacağız. Çarlık Rusya, sıcak denizlere inme ve Osmanlı’yı sindirme politikaları neticesinde Ermeni Milliyetçiliğini körükleme fikrini benimsemiştir. Buradan anlaşılıyor ki Ermeniler, tıpkı Haçlı Seferlerinde olduğu gibi kullanılmışlardır. Ermeni Milliyetçiliğinin ilk ideoloğu sayılan Israel Ori, bu dönemde Ermeniler arasında çalışmalar yapmış ve Rusya’dan ardı arkası kesilmez bir silah desteği elde etmişti. Ori'ye göre, Ermenilerin özgürleşmesi, Hıristiyan devletlerin askerî gücünden ve başarılı diplomatik girişimlerden geçecekti. Bu da Karinyan’ın dediği gibi Ermenilerin bağımsızlık heveslerini "Emperyalizmle işbirliği tarihi" ile eş anlamlı hale getirmektedir (Perinçek, 2006).
Bu dönemde Osmanlı’ya karşı isyan hareketine katılmayan Ermeniler, kendi ırkdaşları tarafından hayvandan aşağı konumda tutuluyorlardı. Öyle ki Artsruni'yi Mşak'ın 1876 yılında yayımlanan 24. sayısında "Ermeniler, bir millet olmamanın ötesinde insan sıfatını taşımayı bile hak etmiyor" diye yazar. Ancak daha önemlisi, Artsruni, Ermeni ayaklanmasından umudunu kestikten sonra Batı ve Çarlık diplomasisine güvenmektedir. Artsruni, yazısının devamında, Ermenilerin ruhunu yeniden canlandıracak ve özgürlüğe kavuşturacak "bir dış etkiye, bir dış güce ihtiyaç olduğu" sonucuna varır (Mşak, 1876; Akt. Boryan&Perinçek).
Özellikle Anadolu topraklarında yaşayan Ermeni aydınlar ve kilise büyüklerinden bu isyan hareketlerine eleştiriler gelse de emperyalizm destekli Ermeni terörü onları da susturmayı bilmiştir. Öyle ki, Ermeni terörist çetelerin faaliyetlerini tasvip etmeyen patrikler ve din adamları bu terör örgütleri tarafından tehdit edilmiş, istifaya zorlanmış veya öldürülmüşlerdir (Küçük, 1997). Yani, bu dönemde Ermeni Patriği Nerses gibi "Eğer Ermeni milleti, bugüne kadar millet olarak dinini, kilisesini, dilini, tarihini ve kültürel değerlerini koruduysa, bunu Türk hükümetinin himayesine, etkinliğine ve Ermeni milletine olumlu yaklaşımına borçludur. Kader, Ermenileri Türklerle birleştirmiştir. Bu yüzden Ermeniler, devletin içinde bulunduğu savaş koşullarında bu duruma kayıtsız kalamazlar, tam tersine her zaman olduğu gibi ona yardım etmekle yükümlüdürler. Vatanını seven Ermeniler, hükümete yardımcı olarak Ermeni halkının hizmetini göstereceklerdir. Osmanlı İmparatorluğunun savunması, Ermeni dininin, okullarının, benliğinin, ailesinin, onurunun ve hayatının savunmasıdır." diyen Ermeniler gerici Ermeni burjuvazisi tarafından sindirilmiş ya da öldürülmüş, Ermeni gerici önderleri ise yüzyıllardır beraber yaşadıkları toplumların geleceğini hedef almaktan çekinmemiş ve emperyalizm destekli terör faaliyetlerinin dozunu her geçen gün artırmışlardır.
Günümüze Bakış
Bir dönemler yaptığı yolsuzluk haberleriyle Ermenistan’da adını duyuran Nikol Paşinyan, özellikle Sarkisyan’a karşı başlattığı yürüyüşle ün kazandı ve 2018 yılında yapılan seçimlerde Paşinyan’ın partisi "Toplumsal Sözleşme" ve beraberindeki partiler oyların %70’ini aldı. Paşinyan’ın iktidara gelmesinin ardından Rusya bu duruma şüpheyle yaklaşmıştı. Çok geçmeden Paşinyan, Kolektif Güvenlik Örgütü’nün yeterince güvenilir olmadığını ve yeni stratejik müttekifler aradıklarını resmen ilan etti. Bunun yanında NATO'nun Avrupa Genişleme Komitesi Başkanı Gunther Fehlinger, Ermenistan’ı NATO’ya çağırarak ABD Başkanı Biden’a "Ermenistan’ı koru" diye seslenmişti. İki ülke halihazırda bölgede askeri tatbikatlar da yapmaktadırlar. Ermenistan’ın Rus enerjisine ve silahlarına bağlı olduğu unutulmamalıdır. Türkiye ve Azerbaycan sınırları kapalı olan Ermenistan, bu açığı Avrupa ve ABD’ye açılarak kapatmak istese de bu durum Rusya tarafından olumlu karşılanmamaktadır. Ayrıca Ermenistan, Ukrayna Savaşında da Kiev’e destek vermiş, bu girişim Rusya’nın notasını da beraberinde getirmişti. Öyle anlaşılıyor ki Erivan’ın Rusya müttefiki gibi görünen sahte siyaseti Moskova nezdinde inandırıcı değildir. Tüm bunlar ışığında Ermeni hâkim sınıflarının, Ermenistan halkının geleceğini emperyalizme, yani huzursuzluk, kargaşa ve sefalete bağladığı açıktır. Bu sebeple ki Ermeni siyasetçiler kurtuluşun çaresini Pasifik ötesinde görüyorlar gibi görünmektedir. Bu hatanın elbette yalnızca Ermeni halkının geleceğini değil, bölgedeki diğer tüm milletlerin de geleceğini son derece olumsuz etkileyeceği aşikardır. Dağlık Karabağ’da olduğu gibi, Ermenistan işgal ettiği topraklardan sökülmüş, tüm bunlar olurken Ermenilerin sözde hamileri ve müttefikleri Ermenistan’ı yapayalnız bırakmışlardır. Halkına refah sözü veren Paşinyan yönetimi, bu sözünü gerçekleştirebilmenin çok uzağındadır.
Sonuç
Ermenistan topraklarının bulunduğu bölge, Kafkasya köprüsünü bağlaması sebebiyle her daim küresel güçlerin hedefinde olmuştur. Bölge başta Türkiye, Rusya ve İran olmak üzere çevre birçok ülkenin güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Ermenistan hâkim sınıfları politik tavırlarında ısrarcı olurlarsa Ermeni halkının bir sömürge ülkesi halkı olarak sahip olacağı tek ünvan, emperyalizmin köleliği ünvanı olacaktır. Bu da Ermeni halkına açlık ve sefaletten başka bir şey getirmeyecektir. Tıpkı Ukrayna’da olduğu gibi Ermenistan da kendi haline terkedilecektir, terkedilmiştir. Refah ve koruma taahhütleriyle bölgeye gelen emperyal güçler, birgün başarı dilekleriyle bölgeden ayrılacaklar; olan ise ezilen ve sömürülen bölge uluslarına olacaktır. Bölgenin emperyalist saldırılara daha kolay göğüs gerebilmesi ve emperyalizmle mücadele edebilmesi için Ermenistan’ın mümkün olan en kısa sürede Pasifik’e bağlanma ve NATO’nun bir parçası olma umutlarından vazgeçmesi gerekir. Tüm uluslar elbirliğiyle mücadele etmediği taktirde Asya’nın içini oyan bu kıskaçtan kurtulması zordur. Önceki sayfalarda Patrik Nerses’in de dediği gibi "Osmanlı İmparatorluğunun savunması, Ermeni dininin, okullarının, benliğinin, ailesinin, onurunun ve hayatının savunmasıdır." Bu bütünlüğü, söz konusu coğrafyaya uygulamak da mümkündür. Türkiye’nin savunması İran, Suriye, Irak gibi birçok ülkenin de savunmasıdır. Bu parçalardan herhangi birinin eksik olduğu bir denklemde Türkiye’nin savunması eksik kalacaktır. Bu parçalardan biri de hiç şüphesiz ki Ermenistan’dır. Ermenistan’a refahı, dengeyi ve huzuru getirecek yegane adım bölgedeki komşu ülkelerle ilişkilerini düzeltmesi, işgalci emellerinden vazgeçmesi ve diline doladığı emperyalist yalanlardan kurtulmasıdır. "Emperyalizmle işbirliği" yerini bölge ülkeleriyle işbirliğine bırakmalıdır.
KAYNAKÇA
Koçaş, S. (1990). Tarihte Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri (s.56-57). Kastaş A. Ş. Yayınları.
Hocaoğlu, M. (1976). Arşiv Vesikalarıyla Ermeni Mezalimi ve Ermeniler (s. 39). Anda Dağıtım.
Basgün, N. (1970). Türk Ermeni İlişkileri Abdülhamit'in Cülusundan Zamanımıza Kadar (s. 6). San Matbaası.
İskefiyeli, Z. (2007). Ermeni Kimliğinin Oluşumunda Din Faktörü: Hıristiyanlık, Kilise ve Misyonerler. Akademik İncelemeler, 234.
Küçük, A. (1997). Ermeni Kilisesi ve Türkler (s. 112, 297). Ocak Yayınları.
Gürün, K. (1985). Ermeni Dosyası (s. 31). Türk Tarih Kurumu Basımevi.
İskefiyeli, Z. (2007). Ermeni Kimliğinin Oluşumunda Din Faktörü: Hıristiyanlık, Kilise ve Misyonerler. Akademik İncelemeler, 238.
Şişman, A. (2002). Misyonerlik ve Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Kurulan Yabancı Sosyal ve Kültürel Müesseseler (s. 173). Yeni Türkiye Yayınları.
Özcan-Buzpınar, & Tufan, Ş. (1997). Church Missionary Society İstanbul’da Tanzimat, Islahat ve Misyonerlik (1858-1880). İstanbul Araştırmaları 1.
Uras, E. (1976). Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, (s. 149). Belge Yayınları.
Kılıç, D. (2000). Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler (s. 41). Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları.
Yılmaz, D. (2001). Fransa’nın Türkiye Ermenilerini Katolikleştirme Siyaseti (s. 30).
İskefiyeli, Z. (2007). Ermeni Kimliğinin Oluşumunda Din Faktörü: Hıristiyanlık, Kilise ve Misyonerler. Akademik İncelemeler, 233.
Perinçek, M. (2006). Ermeni Devlet Adamı Boryan'ın Gözüyle Türk-Ermeni Çatışması (s. 20, 31). Kaynak Yayınları.
Karinyan, A.B. (2006). Ermeni Milliyetçi Akımları (s. 32, 36). Kaynak Yayınları.
[1] Ermenilerin kendilerini dünyanın ilk hristiyan halkı olarak kabul etmesiyle, dünyanın ilk hristiyan kiliselerinden biri olduğuna inanılan kilise. Ermenistan'ın başkenti Erivan yakınlarındaki Eçmizadzin bölgesinde bulunur.
[2] İstanbul'un fethinden sonra II. Mehmed tarafından 1461 yılında İstanbul'a davet edilen ve İstanbul Ermenileri ruhani lideri ilan edilerek, ilk patrik unvanını alan şahıs.