İSTANBUL İL BAşKANı
Dünya, 7 Ekim günü Aksa Tufanı Harekatı’nın başlangıcıyla birlikte paramotorlu HAMAS mücahitlerinin gerçekleştirdiği operasyon görüntüleriyle sarsıldı. Bu görüntüler Aksa Tufanı Harekatı’nın (HAMAS’ın İsrail’e karşı başlattığı askeri operasyon) başladığının ifadesiydi. HAMAS hızla birçok karakolu ele geçirdi ve askeri hedefleri yok etti, İsrail’e büyük bir darbe indirdi. İsrail, HAMAS’ın harekâtı öncesinde bir devlet krizi ile boğuşuyordu. Pek çok subay ordudan istifa etmiş, ülkeyi hükümet karşıtı kitlesel eylemler sarmıştı. Bu gibi durumlar HAMAS’ın elini güçlendirdi ve İsrail’in savunma kabiliyetlerini zaafa uğrattı. HAMAS’ın paramotorları, İsrail’in Demir Kubbelerini(!) delip geçti. ‘’Yenilmez, yüce MOSSAD!’’ miti gerçekliğin duvarına tosladı, İsrail Devleti soğuk bir duş aldı. Onlarca yıllık esaretin verdiği öfke, mazlum Filistin halkı adına Aksa Tufanı Harekatı’yla vuku bulmuştu. Gelinen noktada ise, tabiri caizse İsrail kendi topuğuna sıkmıştır. Bombalayıp yıkılmasına vesile olduğu binalar siperliklere dönüşmüştür ve şehri HAMAS adına savaşmaya daha elverişli bir hale getirmiştir. İsrail’in yoğun yıldırma çabalarına rağmen halk, sahibi olduğu Gazze’yi terk etmemektedir ve Siyonizm’e direnmeye devam etmektedir. Bu olgulardan hareketle görülmektedir ki İsrail ve onun ideolojisi Siyonizm; her geçen gün çetrefilli bir hal alan, kendi içindeki çelişmeleri ve Gazze’deki çaresizliği ile kaybetmeye mahkumdur.
Filistin-İsrail Savaşı’na yanlış bakışlar
Bu savaş ülkemiz adına nasıl okunmalıdır? Bu da üzerine çokça kafa yorulan, üzerinde belirli tartışmaların olduğu bir konu. Tayyip Erdoğan Hükümeti meseleyi İsrail’in bebekleri öldürmesi üzerinden okumakla yetiniyor ve İsrail’in Türkiye için oluşturduğu tehditlerin üzerinden atlıyor. İsrail’in bölgesel/siyasi konumunu göz ardı ediyor. Oysa İsrail istihbaratı stratejik belgelerinde, Türkiye’nin, Batı Asya’daki çıkarları için en büyük tehdit olduğunu, defaatle ilan etmektedir. Ayrıca İsrail, senelerdir Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında, Türkiye’nin doğusunda kukla bir devlet kurmak istemektedir. Yine İsrail, Türkiye aleyhine olan birçok işin öznesi konumundadır; Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen deniz tatbikatları, Türkiye aleyhine gerçekleştirilen istihbarat faaliyetleri, YPG/PKK’ya destek gibi. Öte yandan ABD ile Türkiye arasındaki büyük çelişme ortadadır. Ve bilinmesi gerekir ki İsrail, Türkiye’nin en büyük düşmanı ABD’nin Batı Asya’daki ileri karakoludur. Biden bunu eski bir konuşmasında, ‘’Eğer İsrail mevcut olmasaydı onu icat etmemiz gerekirdi.’’ Diyerek ifade etmişti.[1] Bunların yanında Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e dar bir pencereden ortaya konmuş ve kınamalardan ibaret olan tepkisinin Filistin’e zerre katkısı olmadığını söyleyelim. Bu süreçte ülkemiz hükümetinin eylemli bir tavır içerisinde olmadığını gördük. Kınamalarla yetinmemiz İsrail’i daha da cüretkâr hale getiriyor ve saldırılarının derecesinin artmasına neden oluyor. Tabii ki Tayyip Erdoğan Hükümeti’nin kınamalarla yetinmesinin belirli sebepleri var. En önemli sebebin ‘’Batı ile ters düşmeme’’, ‘’denge’’ gibi sözler ile ifade edilen ancak taviz vermenin ve Batı’nın emperyalist dayatmalarına boyun eğmenin adı olan anlayıştan geçtiğini söyleyebiliriz. Bu boyun eğmenin kaynağında ise sadece iktidarını sürdürme odaklı, dar çıkarcı anlayışın hâkim olduğunu söylemek mümkün. Tayyip Erdoğan Hükümeti en nihayetinde devrimci bir ekonomi programına sahip olmadığı için sıcak para ile ekonomiyi rahatlatma(!), faizleri Batı finansal sermayesinin istediği düzeylere getirme, vergiyi sözde geniş tabana yayarak emekçileri ezme (Neoliberal ekonomi siyasetleri) yolunu yani Batı’nın dayatmalarına boyun eğme yolunu kolayca tercih edebilmektedir. Aynı zamanda ‘’denge’’ siyasetinin kökeninde, AK Parti’nin ideolojisinin bir getirisi olarak dünyadaki gelişmeleri, konumlanmaları yanlış okumasını gösterebiliriz.
Sözde muhalefet ise HAMAS’lı vatanseverlere, ulusal kurtuluşçulara terörist diyerek vatansever, milliyetçi ve Atatürkçü maskesinin altındaki Amerikancılığı bir kez daha ele verdi. Dünya çapındaki bütün çarpışmalarda (Ukrayna, Asya/Pasifik, Suriye’nin Kuzeyi…) ABD’nin safında yer alan CHP ve İYİP gibi partiler kendilerine yaraşanı yaptılar ve Filistin halkının karşısında konumlandılar.
Filistin-İsrail Savaşı’na doğru bakış
Filistin halkı bugün Türkiye’nin onlarca yıllık hasmı olan ABD emperyalizmi ve onun kuklalarına karşı savaşmaktadır. Suriye’nin kuzeyindeki YPG/PKK’ya her yıl binlerce tır silah yardımı yapan ABD’dir, Mavi Vatanımızda bize karşı, İsrail ile askeri tatbikatlar yapan ABD ve onun himayesindeki İsrail’dir ve yine 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni örgütleyen ABD’dir. Bunlara benzer pek çok düşmanlık örneği verebiliriz. Aynı ABD, Filistin halkının başına bombalar yağdırmaktadır, İsrail marifetiyle bölge halklarına kan kusturmaktadır. Dolayısıyla çok da kafa yormaya gerek kalmadan, doğal olarak Türkiye’nin hangi safta konumlandığını rahatça anlayabiliriz. Tıpkı 100 yıl önce olduğu gibi bugün de saflaşma, Emperyalizm ve ezilenler arasındadır. Dünyadaki bütün savaşlar (dolaylı ya da doğrudan), hemen hemen bütün çatışmalar bu eksende gelişmektedir. 100 yıl önce mazlumlar İngiliz emperyalizmine karşı birleşmişti. Sakarya Savaşı’nda kullandığımız topların büyük bir kısmı Sovyetler Birliği’ne aitti, genç Türkiye Cumhuriyeti İngiliz emperyalizmine karşı direnişlerinde Arap halkıyla dayanışma halindeydi, Afganistan Emiri Emanullah Han Kurtuluş Savaşımıza desteklerini sözlü ve eylemli olarak bildiriyordu. Bu ülkeler o gün İngiliz emperyalizmine karşı birleşmişlerdi. Bugün de bu ülkelerin karşılaştığı tehditler, sorunlar, emperyalizm kaynaklıdır fakat 100 yıl öncesinden farklı olarak baş emperyalist değişmiştir. Dolayısıyla dünyada, emperyalist saldırganlığın getirdiği kendiliğinden, nesnel bir saflaşma meydana gelmiştir ve Türkiye’nin konumu bu saflaşma düzleminde Filistin halkı ve emperyalizmin tasallutuna uğramış diğer ülkelerle beraberdir. Özetle emperyalizmin getirdiği çelişkiden doğan bir saflaşma ortaya çıkmıştır. Aksa Tufanı Harekatı’nın başarılı olması Türkiye’nin yararınadır, Suriye’nin kuzeyinde YPG/PKK’ya (ABD) vurulan her darbe de Filistin halkının yararınadır. Dünya çapındaki, emperyalizm ve ulus devletler arasındaki büyük savaşın farklı cephelerinde aynı düşmana karşı savaşıyoruz. Türkiye olarak beylik laflar ederek Filistin Davası’na hiçbir katkı sağlayamayız. Türkiye eğer Filistin’e destek olacaksa, öncelikli görevimiz; İsrail’e GKRY’deki Agratur Üssü’nden aktarmalı olarak üzerinden 20 kargo uçağı miktarında silah ve mühimmat taşındığı tespit edilen İncirlik Üssü’nü ve görevi İsrail topraklarını füzelerden korumak olan Kürecik Radar Üssü’nü TSK kontrolüne geçirmektir.[2] Ayrıca İsrail’i zora düşürecek her türlü diplomatik ve ekonomik çabanın da içinde olmalıyız.
Filistin halkının HAMAS önderliğinde gerçekleştirdiği direniş sonuna kadar meşru temellere dayanmaktadır ve Türkiye’nin yararınadır. Kardeş Filistin halkının direnişini selamlıyoruz!
Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun Siyonizm!
İntifada!
Yazımızı ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 27 Mart 1933 tarihinde, Mısır Büyükelçisi ile yaptığı konuşmadan bir alıntıyla tamamlayalım;
‘’Doğu’dan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum.
Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelik olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen manilerini yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır.” [3]
KAYNAKÇA:
[1] https://www.trthaber.com/haber/dunya/biden-israil-olmasaydi-bir-israil-icat-etmek-zorunda-kalirdik-804856.html#:~:text=Biden%2C%20İsrail%27de%20temasları%20sonrası,onu%20icat%20etmemiz%20gerekirdi%22%20dedi.
[2] https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/incirlikten-israile-silah-tasindi-434511
[3] Atatürk'ün Bütün Eserleri, 26. Cilt, s.144