

ANKARA İL SEKRETERi
İsrail’in Filistin topraklarındaki sistematik saldırganlığı, yalnızca bir etnik çatışmanın, mezhepsel bir ayrışmanın ya da yerel bir anlaşmazlığın sonucu değildir. Bu, emperyalizmin bölgeye dayattığı kirli düzenin ürünüdür. İsrail’in Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal ve saldırganlık, esasen Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı Asya’daki planlarının parçasıdır. Bugün Gazze’de yaşananlar, sadece Filistin’in değil; Türkiye’nin, Mısır’ın, Irak’ın, İran’ın ve tüm bölge halklarının karşı karşıya olduğu terörün bir parçasıdır. Bu yüzden mesele mağduriyetten öte, bölgesel ve küresel dengeleri etkileyen bir terör gerçeğidir.
Bu yüzden meseleyi sadece bir “insani dram” olarak görmek yetersizdir. Bu savaş, Batı Asya halklarının emperyalizme karşı yürüttüğü tarihsel mücadelenin bir cephesidir. Sorunun gerçek adı budur. Emperyalizmin Batı Asya’ya karşı savaşı. Bu yüzden, bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan, bölgede barış sağlanamaz. Gerçek çözüm, iki devletli çözümdür.
Bölgesel Savaşın İlk Cephesi
İsrail’in saldırganlığı tesadüf değildir. Her füze, her bomba, her işgal esasında ABD’nin bölgedeki çıkarlarının hayata geçirilme biçimidir. Gazze’ye yönelik her saldırı, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarına uzanma planının, İran’a yönelik baskının, Suriye’yi parçalama girişiminin, Irak’taki işgali sürdürme çabasının bir uzantısıdır.
Bu gerçeği bizzat Batı dünyasının stratejistleri de gizlemiyor. ABD’li yetkililer, Gazze’deki savaşın “bölgesel bir çatışmanın ilk adımı” olduğunu açıkça söylüyor. Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un “Hepimiz Gazze’ye odaklandık ancak bu, bölgesel bir savaşın yalnızca başlangıcı olabilir” açıklaması, emperyalist planların yıllar öncesinden itirafıdır.
Dolayısıyla bu savaş yalnızca İsrail’in meselesi değildir. ABD’nin Batı Asya’daki yeni paylaşım planlarıdır. Bugün Filistin’e yönelen bütün tehditler aynı zamanda Türkiye’ye tehdittir. Bu tehdidi gören herkesin, Filistin’in mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmesi gerekir.
Emperyalizmin Kuşatma Planı
Daha önceki paragrafta belirttiğimiz gibi, Batı Asya’daki emperyalist planların bir diğer boyutu Doğu Akdeniz'de şekilleniyor. İsrail’in Yunanistan, Güney Kıbrıs, Mısır ve BAE ile kurduğu enerji ittifakı, Türkiye’yi bu bölgeden dışlama ve kuşatma amacını açıkça ortaya koyuyor. Bu kuşatmanın arkasında ise ABD ve AB’nin tam desteği var. Akdeniz’in enerji kaynaklarını kontrol altına almak isteyen emperyalist güçler, bu bağlamda İsrail’i sahneye sürüyor. İsrail’in Gazze kıyılarını abluka altına alması ve Filistin halkını topraklarından koparmaya çalışması, sadece askeri bir işgal değil, aynı zamanda enerji jeopolitiği üzerinden kurulan emperyalist düzenin bir parçasıdır.
Bu nedenle Filistin’in özgürleşmesi, yalnızca bir halkın kurtuluşu değil, aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki bağımsızlık mücadelesinin de temelini oluşturuyor. Gazze özgür olmadan, Türkiye'nin deniz yetki alanları da güvence altına alınamaz. Filistin’e yönelik saldırılar, Mavi Vatan stratejisini doğrudan tehdit eden bir durumdur. Aynı zamanda bu yüzden Türkiye'nin güvenliği ile Filistin'in özgürlüğü birbirine bağlıdır.
Filistin Halkının Onurlu Mücadelesi
1948’den bu yana Filistin halkı, emperyalist işgale karşı destansı bir direniş yürütmektedir. Bu direnişin anlamı, sadece bir halkın özgürlüğüyle tanımlanamaz. Aynı zamanda sömürgeciliğe, zorbalığa, gaspa ve ahlaksızlığa karşı insanlık onurunun direnişidir.
İsrail, yıllardır Filistin topraklarını işgal ederek, yerleşimlerle bölgeyi parçalara ayırarak, Kudüs’ü tek taraflı olarak başkent ilan ederek ve Gazze’yi abluka altında tutarak iki devletli çözümü sabote ediyor. Bugün Filistin’in devlet olma hakkı, sadece yok sayılmıyor; topyekûn ezilmeye çalışılıyor.
Ancak bu baskılara rağmen Filistin halkı ayakta. Çünkü haklılar. Çünkü emperyalizmin karşısında bağımsızlık mücadelesi veriyorlar. Bu mücadele, yalnızca Filistin’in değil; Batı Asya’daki tüm halkların özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır!
Ortadoğu Emperyalizmin Oyun Sahası Olamaz
Türkiye, tarihsel, coğrafi ve ideolojik olarak bu mücadelenin tam merkezinde yer alıyor. Bu coğrafyada yaşanan hiçbir gelişme, Türkiye’den bağımsız düşünülemez. Filistin’in işgali, Türkiye için büyük bir tehdittir. Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı kurulan cephe ile Gazze’ye bomba yağdıran zihniyet aynıdır.
Bu noktada Atatürk’ün şu sözünü tekrar gündeme getirmekte yarar var:
"Ortadoğu’nun Batı emperyalizminin oyun sahası olmasına izin vermeyeceğiz."
Atatürk’ün anti-emperyalist mirası, bugün Türkiye’nin izlemesi gereken yolu açıkça işaret eder. Bu miras, emperyalizme karşı duruş, tam bağımsızlık ve halkların kardeşliğini esas alan bir yönelimi zorunlu kılar.
Filistin’in Yanında Olmak Söylemlerle Sınırlı Kalamaz
Son dönemde Türkiye’nin, Filistin’in Birleşmiş Milletler ‘de tam üyelik kazanması gerektiğini savunduğunu görüyoruz. BM üyeliği, Filistin-İsrail savaşına çözüm değildir. Özgür Filistin’i savunmak, Birleşmiş Milletler ’de konuşma yapmaktan geçmez. Mevcut duruma baktığımızda, bugün Filistin’i tanıyan 140’tan fazla ülke var. Ama Filistin halkı hâlâ özgür değil. Hâlâ yerinden ediliyor, hâlâ bombalanıyor, hâlâ açlıkla ve yoksullukla boğuşuyor. Tanıma, sadece bir semboldür.
Asıl olan, bu tanımanın arkasında hangi adımların atıldığıdır. Yani mesele, Filistin’i tanıyıp tanımamak değil; Filistin’i gerçek anlamda savunup savunmamak meselesidir.
Burada şuna da değinmekte yarar var. Trump’ın geçtiğimiz gün gündeme gelen “Gazze Planı” ilk bakışta ateşkes ve barış çağrısı gibi görünse de dikkatle incelendiğinde bölgeyi yeniden tasarlamaya yönelik klasik bir emperyalist müdahale planıdır. “HAMAS ’sız bir yönetim” ve “Filistin Yönetimine sınırlı rol” maddeleri, Filistin direnişini etkisizleştirme ve bağımsızlık mücadelesini “kontrollü” hale getirme çabasından ibaret. Üstelik bu kez, yerli halkı ezen değil; “inşa eden”, “yardım eden”, “barış sağlayan” bir emperyalizm profili çizerek, işgali meşrulaştırma girişimi oluşturmaktadır.
‘HAMAS’sız bir yönetim’ söylemi, Filistin halkının tek caydırıcı gücü olan örgütlü direnişin silahsızlandırılması anlamına da gelmektedir. Filistin halkının en önemli gücü olan HAMAS, işte bu direnişin örgütlü iradesini temsil etmektedir. HAMAS, Filistin halkının caydırıcı gücü, bağımsızlık arzusunun somut ifadesidir. Etkisi ise Filistin’in ötesine geçer. Bu yüzden İsrail’in hedefi topraklarla sınırlı değil, aynı zamanda bu örgütlü direniştir.
Ayrıca Arap ve İslam ülkelerinden asker getirilmesi, İsrail’in doğrudan işgal yükünü hafifletirken, bölgede emperyalist denetimli bir taşeron ordu kurma girişimidir. Böylece işgalin askeri sorumluluğu İsrail’den alınarak ‘uluslararası güvenlik gücü’ adı altında meşrulaştırılmakta, Filistin halkının özgürlük mücadelesi doğrudan değil, dolaylı bir baskı ve kontrol mekanizmasıyla sınırlandırılmaktadır.
Bu anlattıklarımızdan şu noktaya varıyoruz, Türkiye, Filistin’in yanında olduğunu göstermek istiyorsa mesele söylemlerden çıkmalıdır.
1) İncirlik/Kürecik Kapatılmalı, NATO’dan Çıkılmalı!
Bugün Türkiye’de bulunan NATO’ya ait İncirlik/Kürecik üsleri, doğrudan İsrail’in hava savunma sistemine bilgi aktarmakta, ABD’nin bölgedeki savaş planlarına alenen hizmet etmektedir. Kürecik açık kaldıkça, Türkiye’nin toprakları emperyalizmin hedef belirlediği bir kontrol merkezine dönüşmektedir. Türkiye’nin Filistin’in yanında olduğunu söylemesi, NATO üsleri Türkiye topraklarında söz hakkı sahibi olduğu sürece inandırıcılığını yitirir. Kürecik/İncirlik üsleri kapanmadan emperyalizme karşı bir duruştan söz edilemez. İsrail’in işgal saldırılarını gerçekten durdurmak için, önce Türkiye emperyalist üslerini kapatmak zorundadır. NATO’dan çıkmak zorundadır. Bu adım sadece Filistin için değil, Türkiye’nin de güvenliği ve bağımsızlığı için gereklidir.
2) KKTC Resmen Tanınmalı
Emperyalizme karşı samimi bir duruş, çifte standartla yürütülemez. Bugün İsrail’in işgaline karşı çıkıp, aynı anda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamak; aynı sistemin farklı halklara uyguladığı çifte standardı kabullenmek demektir. Kıbrıs, tıpkı Filistin gibi yıllardır emperyalist düzenin kuşatması altındadır. KKTC’nin tanınması, sadece Kıbrıs Türk halkının meşru varlığına değil; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına da doğrudan sahip çıkmak anlamına gelir. Kıbrıs’tan vazgeçmek, Mavi Vatan’dan vazgeçmektir. KKTC’yi tanımak ise yalnızca Kıbrıs Türk halkına değil, aynı zamanda Filistin’e, Lübnan’a, Suriye’ye ve bölgedeki tüm direniş odaklarına moral vermek demektir. Bu yüzden bugün Filistin’i savunan herkes, KKTC’nin resmen tanınmasının aciliyetini kavramalıdır.
3) Suriye’nin Bölünmesine Karşı Harekete Geçilmeli
Bugün Filistin’e bomba atan zihniyet ile Suriye’yi bölmeye çalışan zihniyet aynıdır. ABD’nin SDG/SDF üzerinden Suriye’nin kuzeyinde kurmaya çalıştığı sözde yapılar, İsrail’in güvenliğini tahkim etmek ve bölgeyi kalıcı şekilde istikrarsızlaştırmak için tasarlanmıştır. Türkiye’nin güney sınırında kurulacak herhangi bir kukla devlet, sadece Suriye’yi değil; Türkiye’yi de bölme planının ön adımıdır. Bu yüzden Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak, doğrudan Filistin’in bağımsızlık mücadelesine omuz vermek anlamına gelir. Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesi, emperyalizmin bölgesel planlarına darbe vurur. Bu hem Türkiye’nin hem de Filistin’in geleceğini doğrudan etkiler. Türkiye, vakit kaybetmeden SGD/SDF’ye karşı mücadeleyi ortaklaştırmalıdır.
4) Mavi Vatan Fiilen Savunulmalı Doğu Akdeniz Korunmalı
Doğu Akdeniz'de Türkiye’nin kuşatılması, emperyalist projenin en kritik halkalarından biridir. İsrail’in Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır’la kurduğu enerji ekseni, Türkiye’yi denizden çevrelemeyi amaçlamaktadır. Gazze’ye yapılan saldırılarla Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye çizilen sınırlar aynı haritada planlanmaktadır. Bu yüzden Mavi Vatan, sadece Türkiye’nin bir deniz politikası değil; aynı zamanda Filistin’in özgürlüğüyle doğrudan bağlantılı bir stratejik hattır. Gazze abluka altındayken, Akdeniz’deki enerji savaşlarından Türkiye’yi dışlama girişimleri hız kazanmakta hem deniz haklarımız hem de bölgedeki kardeş halkların güvenliği tehdit altına alınmaktadır. Türkiye, sadece denizlerde değil; bu hattın diplomatik, askerî ve ekonomik her boyutunda varlık göstermelidir. Çünkü Mavi Vatan’ı savunmak, aynı anda Filistin’i savunmaktır.
5) ABD-İsrail Saldırganlığına Karşı Bölgesel İttifak Politikası
Emperyalizme karşı mücadelenin zafer kazanabilmesi, Türkiye, Rusya ve İran eksenine Suriye, Irak, Lübnan, Azerbaycan'ın eklendiği bir bölge ittifakıyla mümkündür. Emperyalizmin "böl ve yönet" stratejisine karşı bölgesel bağımsızlığın anahtarıdır. Türkiye'nin bu tarihi dönüşümdeki rolü belirleyicidir. Türkiye'nin batıda NATO zincirlerini kırması, doğuda ise bu çok kutuplu eksenle güçlenmesi, tam bağımsızlığa giden yoldaki en kritik adımdır. Bu yeni düzen, ABD hegemonyasının çöküşüne tanık olan dünyada Avrasya halklarının ortak kaderini belirleyecektir. Türk gençliğinin birinci vazifesi olan 'Türk istiklalini ve Türk cumhuriyetini ilelebet muhafaza etmek' vazifesini bulduğu yer bugün bu Avrasya cephesinin inşasıdır.
Tarih, emperyalizme karşı direnen halkların er ya da geç zafer kazandığını göstermektedir. Vietnam'da, Afganistan'da, Cezayir'de yaşanan zaferler, Filistin ve Türkiye için de yaşanacaktır. Türkiye'nin Avrasya cephesindeki yerini alması, yalnızca coğrafi bir tercihi değil, tarihsel bir zorunluluğu ifade etmektedir. İstiklal Savaşı'nın ruhuyla yeniden doğan Türkiye, bu kez de emperyalist kuşatmayı kıracak, bölge halklarıyla birlikte özgür geleceği inşa edecektir. Filistin'in zaferi, Türkiye'nin zaferidir; Türkiye'nin bağımsızlığı, Filistin'in özgürlüğüdür!
Vera Kasapoğlu
TGB Ankara İl Sekreteri