YAZAR
TGB’li Ata’sının verdiği Birinci Vazife’ye atılandır. Göreve atılmak için içinde bulunduğu imkan ve koşulları düşünmeyendir. TGB’li, Atatürk gibi teşkilatlı Atatürk gibi teşkilatçıdır. Henüz elini sıkamadığımız tüm TGB’li olmuş arkadaşlarımız, hoş geldiniz.
Yazımıza iddialı bir soruyla başlamış oluyoruz. Üzerinde birçok tartışmanın yapıldığı, kimine göre tarihte kalmış özgün bir örgütlenme, kimilerine göre bugüne kadar uzanan bir gelenek diye yorumlanan bir kavramı tanımlamaya kalkıyoruz: Genç Türk ya da diğer yaygın bilinen ismiyle Jön Türk.
GENÇLİĞİ ANLAMANIN ANAHTARI
Baştan belirtmek gerekir ki bizim iddiamız, Genç Türk gerçeğinin tarihin belli bir dönemine hapsedilemeyecek ve Türk gençliğinin karakterini tanımlayan anahtar kavram olduğu yönünde. Hatta dünyaya mal olmuş bir Türk markası. Sorumuz iddialı çünkü Genç Türk bir iddianın tarihte vücut bulmuş hali: Türkiye’yi ve dünyayı değiştirmek, vatan ve hürriyet davasında gözünü budaktan sakınmamak, en büyük kırılma anlarında siperin en önüne fırlamak.
TGB, haziran ayında başladığı üye kampanyasında iki bini aşan yeni arkadaşımızla teşkilatımızın çatısı altında buluşurken şehir meydanlarında, caddelerde birçok örneğini gördük: Bugünün İttihat ve Terakki’sine katılıyorum diyenler, Atatürk buradaysa ben de buradayım diyenler, sokağın diğer ucundaydım Enver Paşa’yı görünce yanınıza koşarak geldim diyenler ve daha niceleri.
Biliyorduk ama gözlerimizle bir kez daha görmüş olduk: Genç Türk ruhu yaşıyor.
Bu yaşayan ve hala en önde savaşan kavramı teorik bir anlatımla değil de tarihimize ve hayata kaydolmuş yanlarıyla anlatmak, sanıyoruz en doğrusu olacaktır.
BOĞULAMAYAN YILDIRILAMAYAN MİLLİYETÇİLİK
Genç Türk; bir kere en özet haliyle vatan ve hürriyet davasında milletinin en önünde yola düşen bir devrimci ruhtur.
Genç Türk, 1876’da emperyalistler Tersane Konferansı’nda Balkanları Osmanlı’dan koparma planları yaparken Beyazıt’ta medreselerinden çıkıp meydana inerek masa başında planlar yapan yedi düvele ve ona boyun eğen saltanat sahiplerine isyan bayrağını açan Talebe-i Ulum’dur.
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” diye sorduğu soruya kendisi eylemiyle cevap veren, bir nevi Türk Devrimi’nin halka halka ilerleyen zincirinin ilk halkası, sürgünlerde yıldırılamayan, vatan ve hürriyet kavramlarını bizlere miras bırakan Nâmık Kemal’dir.
Taif zindanında boğdurularak dünyaya veda ederken, sanılıyordu ki onların mücadelesinden filizlenecek milliyetçilik ve halkçılık davası da boğuluyor. Ama öyle olmadı; Türk milletinin ilk anayasasına öncülük eden Mithat Paşa’dır.
TARİHİN AKIŞINI DEĞİŞTİREN MİRAS
Emperyalizm kirli ellerini Rumeli’ye soktuğunda komitacı olup dağlarda savaşan, Reval’de emperyalizm Makedonya’yı vatandan koparma kararları alırken tanımayıp dağlara çıkan, Anadolu’yu beşik gibi sallayan büyük halk hareketlerine liderlik eden Jön Türklerdir. Enver’dir, Resneli Niyazi’dir, Ohrili Eyüp Sabri’dir.
1913’te Bâb-ı Âli’de yeri geldiğinde tetiğe basan Yakup Cemil, yeri geldiğinde İstanbulluları nutuklarıyla ayağa kaldıran Ömer Naci, yeri geldiğinde cemiyetin kubbesi ve aklı Tal'ât’tır. Ömer Naci’nin “İttihatçılar 40 deliden oluşur” bahsinde anlattığı gibi, ihtilalin zaferi için her sorumluluğu üstlenmeye hazırdır.
Birinci Dünya Savaşı’nda yedi cephede dünyanın kanını emen İngiliz emperyalizmiyle dişe diş çarpışan, kapitülasyonları elinin tersiyle iten, 29 Ekim 1914’te gözünü İstanbul’a diken Çarlık limanlarını bombalayarak aslında emperyalizmle nihai hesaplaşmayı, İstiklâl Savaşı’nı başlatan İttihat Terakki’dir.
O bombalar İtilaf Devletleri’ni vurmuş, Çanakkale’de tarihin akışını değiştiren direniş İngiltere-Fransa’yı durdurmuş, Çarlık yıkılmış yerine İstiklâl Savaşı’nın dostu Sovyet Rusya kurulmuştu. Düşmandan eksiltip, dost kazandırandır.
LOZAN’DAN EGE DAĞLARINA KUVVAYİ MİLLİYECİ
Adeta bugünkü “bu ülkeden bir şey olmaz, yurtdışına mı yerleşmek lazım?” tartışmalarına seslenircesine İsviçre’de hukuk doktorası yaparken vatan işgale uğrayınca memlekete dönüp Ege dağlarında sırtına tüfeğini alıp Kuvvacı olan, Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tur.
Harbiye ikinci sınıfında “Genç Türklük fikirlerine katıldığı ve hizmet ettiği” gerekçesiyle zindanlardan, kalebentlikten, Fizan sürgünlerinden geçerek Türk milliyetçiliği fikrini cephe hattında ilmek ilmek işleyen, gerçekliğini bugünden en iyi şekilde gördüğümüz, “Eğer biz devrimi sürdürmezsek emperyalizm Orta Çağ’a sırtını dayar ve bizi imha eder” tespitini ve uyarısını bize miras bırakmış, Atatürk’ün arasız devrimler hedefinin düşünürü Yusuf Akçura’dır.
Fedailiktir. Sakarya Savaşı’nda milleti savaşın kazanılabileceğine inandırmak için ateş hattına atılan, can veren, kurşunların üzerine at süren, süngüyle koşan genç subaylardır. Tarihin akışını belirleyecek bir dönüm noktasında, en çok subayın öldüğü savaş olduğu için “Subaylar Savaşı” diye bildiğimiz Sakarya’da, bir milletin yetişmiş insan birikiminin gözünü kırpmadan kendini feda etmesidir.
'ÖLMEDİK, BİZ BÜYÜK BİR MİLLETİZ'
İzmir’in işgal edileceğini valiye bildirmek için Vali Konağı’na gelen İngilizleri kapıda karşılayıp “Ölmedik, biz büyük bir milletiz. Uykuda gibi görünüyorsak da uğraş içinde bulunuyoruz. Ülkemizin peşkeş çekilmesini kabul edemeyiz. Bir takım karışıklıklar olacaktır. Biz ölebiliriz ama başkaları da beraber ölecektir.” diyen Müdafaa-i Hukuk gençliğidir, gözü karadır.
Sivas Kongresi’nde manda ve himaye tartışılırken ayağa kalkıp Mustafa Kemal Paşa’ya “Buraya Tıbbiyelilerin temsilcisi olarak istiklâl davamızı başarma yolundaki çalışmaya katılmak için gönderildim. Mandayı asla kabul edemem, eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar, şiddetle reddeder ve karşı çıkarız. Örneğin manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı diye addederiz.” diyen ve Mustafa Kemal’in “Efendiler, gençliğe bakın, Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Evlat, için rahat olsun!” dediği Tıbbiyeli Hikmet’in tam bağımsızlıktan taviz vermeyen bilincidir.
Andımızı yaratan, aydınlanma davasının meşalesi Reşit Galip’tir, Anadolu’ya Cumhuriyet eğitimini taşıma seferberliğinin mimarı Mustafa Necati’dir, Köy Enstitüleridir, “insanın insanı sömürmemesi”ni ders olarak okutmayı hayal eden Tonguç Baba'dır.
45 sonrası girdabına sokulduğumuz Küçük Amerika sürecine karşı yeniden tarih sahnesine çıkan gençliğin coşkun akan selidir, 28 Nisan’da Turan Emeksiz’dir, 555K’dır, yeşeren gençlik hareketidir.
“Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” sloganını bayrak yapan, sağ-sol yok birlik var diyerek gençliği birleştiren, ABD 6. Filosu’nu Dolmabahçe’de denize döken, Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşlerinde ve 12 Mart mahkemelerinde emperyalizme karşı Mustafa Kemal’in davasını İkinci Kurtuluş Savaşçıları olarak o güne taşıyan, üniversitelerden emekçiye, köylüye koşan 68’lidir.
DİP DALGASININ ADI
Fetullah’ın “altın nesil” söylemlerine, küresel efendilerin Türk Gençliği’ni milli kimliğinden koparma emellerine karşı Attila İlhan’ın bu saldırıyı yıkıp geçeceğini öngördüğü dip dalgasıdır. Türk gençliğinin karakterine işlemiş antiemperyalist, milliyetçi, devrimci, Atatürkçü karakterdir. Görev zamanı geldiğinde en derinlerden çıkar gelir.
Ergenekon-Balyoz kumpaslarına direnirken barikatları zorlayan Tarık Akan’dır, mücadeleyi sahnesine taşıyan, Silivri önlerinde elinde megafonla milletine seslenen Levent Kırca’dır.
Genç Türk’ü anlatmaya aslında sayfalar yetmez, Genç Türk adı Türk gençliğinin ölmez destanıdır. Her hayati kapışmada tekrar sahneye çıkar ve rolünü oynar.
Ve bu şanlı tarihi anlatırken gözümüzden kaçırmamak gerekir ki bu büyük işleri yapan büyük devrimciler kavgalarını verirken 20’li 30’lu yaşlarında gençlerdir. Bir milletin böyle bir mirastan daha değerli başka neyi olabilir?
Genç Türk en öz ifadesiyle Mustafa Kemal’dir.
Şiirle ifade edersek bütün Genç Türklerin paltosundan çıktığı Nâmık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ndeki “Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin/Dönersek kahpeyiz millet yolunda bir azımetten” beytini şiar edinenlerdir.
TGB; Attilâ İlhan’ın bahsettiği o dip dalgasının adıdır. TGB, şanlı Genç Türk mirasını taşımakta kendini ispatlamıştır. Silivri duvarlarını yıkmış, Ergenekon-Balyoz kumpaslarını bozmuştur, bölücü açılıma izin vermemiş, T.C’yi sildirmemiştir, FETÖ ve PKK’nın korkulu rüyasıdır, Mavi Vatan’ın, Çalışan Gençlik Üreten Türkiye’nin adresi olmuş, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganının sesi olmuştur.
İşgalci Amerikan askerleri 1 Mart tezkeresinde yedikleri tokadın intikamını almak için Süleymaniye’de Mehmetçiğimizin başına çuval geçirdiğinde milli onurumuza sahip çıkmıştır. Katil ABD askerinin başına altı farklı yerde; Bodrum’da, Antalya’da, İskenderun’da, Eminönü’nde, İncirlik’te ve Sarayburnu’nda çuvalı geçirmiş, milletin ve tüm dünya mazlumlarının yüreğine su serpmiştir. Kurtuluş dizisinde gereğinde kendi rütbelerini söküp atarak Anadolu’ya geçen Yüzbaşı Faruk gibi, milli gururu her şeyin üzerinde tutmuştur.
Genç Türk kavramını tartışmaya devam edeceğiz; çünkü Genç Türklerin görev zamanı yine gelmiştir.
BİRİNCİ VAZİFENİN ANAHTARI: TEŞKİLAT
TGB’li Ata’sının verdiği Birinci Vazife’ye atılandır. Göreve atılmak için içinde bulunduğu imkan ve koşulları düşünmeyendir.
Fakat vazifeye atılmanın bir de anahtarı vardır, TGB’li onu da keşfedendir. Ne diyordu Atatürk, 1905’te Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurarken? “Bizden evvel de vatanı kurtarmak için birçok teşebbüsler oldu ama başarılı olamadılar, çünkü işe teşkilatsız başladılar.” TGB’li, Atatürk gibi teşkilatlı Atatürk gibi teşkilatçıdır.
Henüz elini sıkamadığımız, mücadele arkadaşlığının derinliğinde sohbetlere dalamadığımız tüm TGB’li olmuş arkadaşlarımız, hoş geldiniz!
Aslında tanışıyoruz, Nâzım Hikmet’in dizelerinden; “Gençlik denen bir millet var, ondanız!”