HEDEF: ÇAĞDAŞLAŞMAK

Batılaşma kültürel olarak Avrupa devletlerine benzemeyi önüne hedef olarak koyarken, çağdaşlaşma ise ekonomik olarak kalkınma aşamasını önüne koyar.

HEDEF: ÇAĞDAŞLAŞMAK
Erol Aslan
Erol Aslan
AKıL FiKiR KULüBü ÜYESi

Medeniyet ve Batılaşma kavramları genel olarak iç içe geçmiştir. Türkiye’de medenileşme tartışmaları ortaya çıktığından beridir muhalefet ve iktidar ortak bir zeminde buluşur olmuştur. O zemin ise medeniyetin Batı devletleriyle cephe tutmaktan geçtiği fikridir. Gerekçeleri yahut bahaneleri açıktır, “Batı teknolojik olarak üstündür, ekonomik olarak refah içerisinde yaşar, insan haklarını onlar savunur…” bunun için Türkiye’yi Batı’nın kurduğu uluslararası teşkilatlara dahil etmeye çalışırlar ve orada kalmak için o yapıların taleplerini yerine getirirler. Aksini düşünen, dile getiren birileri olduğu zaman ise onlara öcü gibi bakarak medeni bir toplum olmak için bunun şart olduğunu savunurlar. Hatta Asya devletleriyle ilişki kurmaya karşı olanlar, “Batı’yla ilişki kurmak yerine İran’la, Rusya’yla mı ilişkiler kuralım” diyerek bu ilişkileri küçümser, Asya devletlerini diktatörlükle suçlar ve onları “geri kalmış toplumlar” olarak adlandırır.
Evet; çağdaş bir toplum olmak, çağdaş medeniyetler seviyesini geçmek Atatürk’ün de milletimizin önüne koyduğu hedeflerden birisiydi. Ancak bu hedef, zamanla Batı’nın devşirdiği aydınlar eliyle sinsi bir şekilde “Batılaşma” olarak milletimize enjekte edilmiştir. İşte emperyalizmin yürüttüğü bu proje sayesinde çağdaşlaşma kavramı özünden kopartılmış ve Türkiye sonucu olmayan bir hedefe yöneltilmiştir.

Peki hedef nasıl sapmıştır?
Batılaşma kültürel olarak Avrupa devletlerine benzemeyi önüne hedef olarak koyarken, çağdaşlaşma ise ekonomik olarak kalkınma aşamasını önüne koyar. Yaratılan üretim fazlasıyla yani “zenginleşme”yle toplum teknolojik, kültürel, sanatsal faaliyetlere zaman yaratır, gelişerek daha iyi örgütlenir ve bu gelişmişliğin ışığında çağdaş bir medeniyet olma yolunda ilerler.

Peki, Avrupa kültürünün üstün bir medeniyet olduğu algısı nasıl benimsendi?
Karanlığın hüküm sürdüğü Avrupa ticari faaliyetlerin ve savaşların sonunda, Asya’da bulunan fikirler ve buluşlar Avrupa ülkelerine taşınmış ve doğal olarak hızlı bir gelişim süreci göstermiştir. Avrupa, yakaladığı teknolojik gelişmeler sonucunda yaptığı coğrafi keşifler sayesinde yeni keşfettiği zenginlikler ve savaşlarda yenerek topraklarını işgal ettiği milletler sayesinde zenginliğine zenginlik katmıştır. İşte, alın size Avrupa medeniyeti!
Batılı devletler işgal ettiği yerleri kendine bağımlı hale getirmek için silah gücünü kullanmaktan çekinmemiş, aynı zamanda “rıza yoluyla” işgal ettiği topraklarda “size medeniyeti ve gücü getirdik eğer bizim gibi giyinir, bizim dinimize inanır ve bizim dilimizi konuşursanız sizde medeni bir toplum olursunuz” anlayışıyla kültür ve geleneklere müdahale kuvvetini de büyütmüştür. Bu yöntemle emperyalizmin kültürel boyutuyla karşılaşmış olduk. Emperyalizmin dilini, edebiyatını, dinini öğrenen ve giyim kuşam temelinde onu taklit eden toplumlar medeni bir toplum olacağını düşünürken tam aksine her türlü ekonomik ve kültürel gelişmeden uzaklaşarak bunalıma sürüklenmiştir. Bunun nedeni aydın ve halk arasında ayrışma yaşayan bu toplum kalkınmanın birinci kuralı olan ekonomik kalkınmadan ve onu sağlayacak toplumsal örgütlenmeden uzak düşmüş olmasıdır. Kısacası Batı sömürge haline getirilen milletlerin elinden sadece yer altı ve yer üstü kaynaklarını değil kültürlerini de alarak onları üretemez ve düşünemez hale getirmiştir.

Bizi kim Batıcı yaptı?
Tarihi boyunca sömürge olmayan hatta emperyalistlere ilk büyük tokatı atarak topraklarından kovan bir milletin evlatlarıyız. Peki, emperyalizm sömürge haline getirdiği ülkelerde kurmuş olduğu bu kültürel hegemonyayı bizlerin üzerinde nasıl kurdu? 19. yüzyılda Osmanlı aydınlarında başlayan Batı karşısında kendini ezik his etme aslında bu işin kökünü oluşturuyor. O dönem başlayan Batı’ya özenme ve onları şeklen taklit ederek medeni bir toplum olunacağı düşüncesi yani alafrangalık, Batı’yı yenilmez bir güç olarak görme yollarını açarak ilk Batılaşma örneklerini görmemize neden olmuştur. Ardından İstiklal Savaşı’nda topraklarımızdan kovduğumuz emperyalizmi 1949’da dönemin CHP’li Bayındırlık Bakanı Nihat Erim’in “Türkiye'yi küçük bir Amerika yapacağız!” sözleriyle yeniden topraklarımıza davet ettik. Emperyalizme tavır aldığı dönemde uçak üreten, ekonomik olarak büyüyen, eğitim ve kültür alanında büyük bir atılım gösteren Türkiye bu süreçten sonra ekonomik olarak gerilemiş, üretimden kopmuş, eğitim kitapları dahil ABD tarafından hazırlanan bir ülke haline gelmiştir. Bütün bu süreç Türkiye’de iktidarlar ve emperyalizmin yönlendirdiği “aydınlar” tarafından devam ettirilmiş en sonunda üretmeyen, kendi kültürünü kaybeden bir toplum olarak Batı’yı şeklen taklit eden bir millet yaratılmıştır. Çünkü Batıcı anlayışla ülkeyi kalkındırmaya çalışanlar en sonun da batının çıkarlarını koruyan bir konuma gelmişlerdir. Günümüzde Batılaşma hedefiyle hareket eden o sözde aydınlarımız Türkiye’yi üretimden, kültüründen koparttıkları gibi bugün insanlığından da kopartıyorlar. Batıcı anlayışın en sonunda insanımıza sunduğu “çağdaşlaşma” yöntemi başta çocuklarımızı hedef alan LGBT ideolojisine alan açma, uyuşturucu kullanımını meşrulaştırma noktasına geldi. Yani Batının taklidini yapanlar artık çürüyen Batı’yı taklit ediyorlar.

Nasıl çağdaş toplum olunur?
Çağdaşlaşmak giyilen kıyafetlerde veya kullanılan aksesuarlarla başarılmıyor. Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecini ilerletmesi için önünde iki hedef vardır:
Birinci hedef; ekonomik olarak büyümeyi yani üretimi arttıracak politikaların benimsenmesi gerekiyor. Çünkü ekonomik olarak refah artıkça toplumu bilim, kültür sanat, teknoloji alanında ileri taşıyacak tesislerin kurulması daha hızlı olacaktır. Yani büyük sanayiciden, küçük çiftçiye kadar milli üretim yapan kim varsa desteklenmeli ve üretime teşvik edilmelidir. Bugün çürüyen Batı her alanda olduğu gibi üretim alanında da çöküş içerisindedir. Buna karşın diktatörlükle, geri kalmışlıkla suçlanan Asya devletleri dünyanın yarısını üretiyor ve buna bağlı olarak her alanda gelişim gösteriyor. Burada da Türkiye’yi Batı ittifaklarında tutmaya çalışanlara güzel bir ders çıkıyor Türkiye’nin çıkarları gereği üretimin ve gelişimin merkezi olan Asya ittifakıyla birlikte olması gerekiyor ve önüne birincil hedef olarak üretim ekonomisine geçmeyi koyması gerekiyor.
İkinci hedef ise Türkiye, Batı’ya özentiliğinin kenara atılmasıyla binlerce yıllık imparatorluk ve 150 yıllık Türk devrim geleneğiyle oluşturduğu öz kültürüne dönmesi gerekmektedir. Batı’nın çürümüş kültürüne panzehir olarak kendi kültürünü yaşatmalıdır.

Evet, en büyük hedeflerimizden biri çağdaş bir toplum olmaktır. Ancak bunu körü körüne Batı’ya bağlanarak değil, ülkemizde kendi öz kültürümüzü koruyarak, üreten Türkiye yollarını arşınlayarak başarabiliriz.

Tarih:
Diğer Haberler