Her Güne Nutuk 13: Erzurum Kongresi ve Yaşanılanlar

Erzurum'un bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz hâtırayı burada açıkça belirtmeyi görev sayarım...

Her Güne Nutuk 13: Erzurum Kongresi ve Yaşanılanlar

Efendiler, askerlikten ayrıldıktan sonra, bütün Erzurum halkının ve Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz hâtırayı burada açıkça belirtmeyi görev sayarım.

Cemiyetin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 tarihli yazıda, “Cemiyetin başına geçerek Yönetim Kurulu Başkanlığı‘nı kabul etmemi teklif ediyorlar ve birlikte çalışmak üzere seçtikleri beş kişinin adlarını bildiriyorlardı.”

Bu beş kişi, Raif Efendi, emekli Binbaşı Süleyman Bey, emekli Binbaşı Kâzım Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursun Beyzâde Cevat Bey idi. Sözünü etiğim yazıda Rauf Bey’in de Yönetim Kurulu İkinci Başkanlığı‘na seçildiği bildiriliyordu.

Bu tarihlerde, Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi, üyeler Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzım Bey ve sekreter Cevat Bey idi.

Erzurum şubesi, İstanbul’daki Genel Merkez Başkanlığı‘na ulaştırmaya çalıştıkları bir telgrafla “Genel Merkez adına karar verme ve söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telgrafla bildirilmesini” de rica ettiler.

Bundan başka, bizim Erzurum Kongresi’ne katılmamızı kolaylaştırmak için, Kongre Erzurum temsilcisi olarak seçilmiş bulunan emekli Binbaşı Kâzım ve Dursun Beyzâde Cevat beyler temsilcilikten istifa ettiler.
Erzurum Kongresi
Efendiler, yüksek malûmunuz olduğu üzere, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23. günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda toplandı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini, durum ve bir dereceye kadar da tutulan yol hakkında aydınlatmak için yaptığım konuşmada; tarihin ve olayların zoru ile, doğrudan doğruya içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri göstermeyecek ve bundan irkilmeyecek hiçbir vatanseverin tasavvur edilemeyeceğine işaret ettim. Ateşkes Antlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırı ve işgâllerden bahsettim.

Tarihin, bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini, bu itibarla vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin ergeç iflâsa mahkûm olduğunu söyledim.

Vatan ve milletin kutsal varlıklarını kurtarmak ve korumak hususunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yerine getirecek gücün, bütün
vatanda bir elektrik ağı haline gelmiş olan millî akımın kahramanlık ruhu olduğunu ifade ettim.

Maneviyatın kuvvetlendirilmesine yardımcı olmak üzere de, yeryüzündeki bilinen bütün milletlerin millî gayelerine ulaşmak için içinde bulunduğumuz tarihteki- mücadeleleri ile ilgili mevcut bazı bilgileri özetledim.

Ve milletin mukaderatına hâkim bir millî iradenin, ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim. Millî iradeye dayanan bir Millet Meclisi’nin meydana getirilmesini ve gücünü millî iradeden alacak bir hükûmetin kurulmasını, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak gösterdim.

Erzurum Kongresi’nin Bildirisi ve Kararları
Efendiler, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmalarının sonucu, tespit ettiği tüzük ve bu tüzükteki hükümleri ilân eden bildiri maddelerinden ibarettir.

Bu tüzük ve bildiri metni, zaman ve ortamın gerektirdiği bazı önemsiz ve ikinci derecede düşünce ve görüşler atlanarak incelenirse, birtakım köklü ve geniş çaplı ilkeler ve kararlara varmış oluruz.

Müsaade buyurursanız, bu ilkelerin ve kararların bence, daha o zaman nelerden ibaret olduğuna işaret edeyim:

1- Millî sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük madde 3’ün açıklaması: Tüzük ve bildiri’nin 1. maddeleri lütfen okunup incelensin...)

2- Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükûmeti’nin dağılması
halinde, millet topyekûn kendisini savunacak ve direnecektir. (Tüzük madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3)

3- İstanbul Hükûmeti vatanı koruma ve istiklâli elde etme gücünü gösteremediği takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmet üyeleri millî kongrede seçilecektir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).

4- Kuva-yı Millîye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır (Bildiri, madde 3).

5- Hıristiyan azınlıklara siyasî hâkimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez (Bildiri, madde 4).

6- Manda ve Himaye kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).

7- Millî Meclis’in derhal toplanmasını ve hükûmetin yaptığı işlerin Meclis tarafından
kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde 8).

Bu ilkeler ve bu kararlar çeşitli şekillerde yorumlanmışsa da, gerçek niteliklerini hiç değiştirmeden uygulanma imkânı bulabilmişlerdir.

Efendiler, biz Kongre’de özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri ortaya koymaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa’da basında bir takım demeçler yayınlıyordu. Bu demeçlere, Sadrazam’ın milleti jurnalı dense yeridir. 23 Temmuz 1919 tarihli basın, dünyaya şunu ilân ediyordu: “Anadolu’da karışıklık çıktı. Kanun-ı Esasî‘ye aykırı olarak Meclis-i Meb’usan adı altında toplantılar yapılıyor. Bu hareketin askerî ve sivil memurlar tarafından önlenmesi gerekir.”

Buna karşı gereken tedbirler alındı ve Meclis-i Meb’usan’ın toplantıya çağrılması istendi.

Ağustos’un yedinci günü, Kongre, toplantısına son verirken üyelerine:
“Önemli kararlar alındığını, bütün dünyaya milletimizin varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve “tarih, bu kongremizi ender görülen büyük bir eser olarak kaydedecektir” dedim.

Sözlerimde isabetsizlik olmadığını zaman ve olayların ispatlamış olduğuna inanıyorum, Efendiler.

Erzurum Kongresi, tüzüğü gereğince bir Hey’et-i Temsiliye seçmişti.

Dernekler Kanunu’na göre dilekçe yerine geçmek üzere, Erzurum Valiliği’ne verilen 24 Ağustos tarihli yazıda, Heyet-i Temsili’ye üyelerinin adları ve kimlikleri şu şekilde gösterilmiştir:

Mustafa Kemal - Eski 3. Ordu Müfettişi, askerlikten ayrılmış.

Rauf Bey - Eski Bahriye Nâzırı
Raif Efendi - Eski Erzurum Milletvekili.
İzzet Bey - Eski Trabzon Milletvekili.
Servet Bey - Eski Trabzon Milletvekili.
Şeyh Fevzi Efendi - Erzincan’da Nakşî Şeyhi. Bekir Sami Bey - Eski Beyrut Valisi Sadullah Efendi - Eski Bitlis Milletvekili. Hacı Musa Bey - Mutki Aşiret Bey’i

Efendiler, sırası gelmişken arz edeyim ki, bu kimseler hiçbir vakit bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Bey’ler ile Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi Efendiler Sivas Kongresi’ne katılmışlar fakat ondan sonra biri Erzurum’a öteki Erzincan’a dönerek bir daha Hey’et-i Temsiliye’de bulunmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresi’nde aramıza katılan Bekir Sami Bey İstanbul’da Meclis-i Meb’usan’a gidinceye kadar, bizimle birlikte bulunmuşlardır.

Erzurum Kongresi’nde Görülen Kararsızlıklar

Efendiler, hâtıra olarak küçük bir noktaya da işaret etmek isterim. Benim bu Erzurum Kongresi’ne üye olarak girip girmemekliğim, üzerinde düşünülmeye değer bulunduğu gibi, Kongre’ye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım konusunda kararsızlık gösterenler olmuştur. Bu kararsızlığı gösterenlerden bir kısmının düşüncelerini iyi niyet ve içtenliklerine vermek mümkün ise de, diğer bazı kimselerin bu hususta tamamen samimiyetten uzak, aksine lanetlenmiş bir maksadın peşine düştüklerine daha o zaman şüphem kalmamıştı. Söz gelişi, düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ilinde bir yerden kendisini kongreye temsilci seçtirerek gelen Ömer Fevzi Bey ve arkadaşları gibi. Bu zatın hainliği, sonradan Trabzon’da ve oradan kaçtıktan sonra da İstanbul’daki faaliyet ve hareketleri ile doğrulanmıştır.

Kongre’nin bitiminden iki üç gün önce, başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım benim Hey’et-i Temsiliye’ye girerek, açıkça faaliyet göstermemi sakıncalı buluyorlardı. Görüşleri şu noktalarda özetlenebilir: “Millî teşebbüs ve faaliyetlerin bütün anlamıyla milletten doğduğunu, gerçekten millî olduğunu göstermek lâzımdır. Bu takdirde, yapılacak teşebbüsler daha güçlü olur ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine fırsat vermez. Fakat, tanınmış ve hele İstanbul Hükûmeti’ne Hilafet ve Saltanat makamına karşı âsî duruma düşmüş, hücumların hedef noktası haline gelmiş olan benim gibi bir adamın bütün bu millî teşebbüslerin başında bulunduğu görülürse, faaliyetin millî gayelere dayanmaktan çok, şahsi emellerin gerçekleştirilmesi maksadına dayandığı inancı uyanır. Bu bakımdan Heyet-i Temsiliye’yi, illerin ve bağımsız sancakların seçeceği kimseler oluşturmalıdır. Ancak, bu şekilde millî bir güç gösterilebilir.”

Bu görüşlerin ne dereceye kadar yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de bu görüşlere karşı olan düşüncelerimi ve bunları
dayandırdığım noktalardan bazılarını sayayım: Özellikle, ben mutlaka kongreye katılmalı ve onu idare etmeliydim. Çünkü, zaman geçirmeksizin millî iradenin faaliyete geçirilmesini ve milletin doğrudan doğruya fiilî ve silâhlı olarak tedbirler almaya başlamasını sağlamak zaruretine inanıyordum. Bu esaslı noktaları, takdir ve tespit ettirebilmek için, kongrede aydınlatmak, yol göstermek ve bizzat idare etmek şekliyle çalışmamı zorunlu görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresi’nin daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını, herhangi bir temsilciler hey’etinin uygulama alanına sokturabileceğime henüz güvencim olmadığını itiraf ederim.

Nitekim, zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verilip de millete her türlü vasıta ile tebliğ ettirdiğim Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasını sağlamak, bütün milleti ve memleketi yalnız bir hey’etle temsil etmek, ayrıca yalnız Doğu illerini değil, vatanın her köşesini aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak hususlarını herhangi bir hey’etin gerçekleştirebileceğine inanmadığımı açıkça ifade etmek zorundayım. Çünkü, ben de böyle bir kanaat var olsaydı, benim işbaşına geçtiğim güne kadar teşebbüs ve faaliyette bulunanların çalışmalarının sonuçlarını bekler ve istifa etmemek yolunu tutardım. Hükûmet’e, Padişah ve Halife’ye karşı isyan gereğini duymazdım. Aksine, ben de bazı iki yüzlü ve iki taraflı oynayanlar gibi görünüşte pek şatafatlı ve gösterişli olan, o günün Ordu Müfettişliği görevini ve Padişah Hazretleri’nin Yaveri sıfatını taşımakta devam ederdim. Gerçi, benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün millî ve askerî hareketlerin başına geçmemde elbette sakınca vardı. Ancak, o sakınca, başarısızlık halinde herkesten önce ve herkesten çok benim, en büyük ceza ve azaba uğratılmamdan başka bir şey olabilecek miydi? Oysa, bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalım dâvâsı söz konusu olurken, vatanseverim diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerinin yeri var mıydı?

DEVAMI YARIN [İstanbul Hükümeti’nin Tutuklama Kararı ]

tgb.gen.tr

 

Tarih:
Diğer Haberler