Her Güne Nutuk 19: Manda Meselesinin Kongrede Görüşülmesi

Kongrede manda konusunda yapılmış olan görüşme ve tartışmaları elden geldiğince, olduğu gibi yüksek kurulumuza anlatmaya çalışacağım...

Her Güne Nutuk 19: Manda Meselesinin Kongrede Görüşülmesi

Şimdi Efendiler, Kongrede manda konusunda yapılmış olan görüşme ve tartışmaları elden geldiğince, olduğu gibi yüksek kurulumuza anlatmaya çalışacağım:

Birçok kimse söz aldı. Hiç kimseye söz vermeden önce başkanlık kürsüsünden kayıtlara aynen geçmiş olan şu kısa konuşmayı yaptım: Bu rapor üzerinde görüşmeye başlamadan önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Raporda, söz gelişi Mister Brown’dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusunun getirileceğini söylediği bildirilmektedir.

Efendiler, Mister Brown; “Ben hiçbir resmî sıfatla görüşmüyorum. Tamamiyle özel olarak görüşüyorum” diyor ve hattâ Amerika’nın mandayı kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri Amerika adına değil, kendi adınadır. Mandanın ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Manda siz ne derseniz odur”, diyor. Bu raporda önemli olarak manda meselesi vardır. Bu konuda görüşmeden
önce on dakika ara verelim (saat 15.25).

Sonraki oturumda, İlk söz Vasıf Bey’indir. Vasıf Bey, önce mandanın ne olduğu konusunda uzun açıklamalar yaptı. Sözü başkalarına bıraktı. Yeniden söz aldı ve; “bir kere prensip olarak mandayı kabul edelim, şartları üzerinde daha sonra görüşürüz” dedi.

Üyelerden Macit Bey adında bir zat, genel kurulda asıl görüşülecek mesele, bundan sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Mandayı nasıl yorumlayacak ve mandaterle ne tarzda görüşeceğiz? Bizi mandasına alacak devlet kim olacaktır? Asıl mesele budur, şeklinde konuştu. Ben, başkanlık kürsüsünden; “Zannederim bu rapordan iki görüş ortaya çıkıyor. Bunlardan birincisi, devletin içte ve dışta bağımsızlığından vazgeçmemesi; ikincisi de, devlet ve milletin yabancı devletlerin zararlı baskıları karşısında bir yardım ve destek ihtiyacında bulunup bulunmamasıdır. Asıl kararsızlık doğuran nokta budur. İzin verilirse, bu noktayı etraflıca düşünmek için Teklif Komisyonuna havale edelim Sonra da yüksek huzurlarınıza arz edelim. Herhalde içeride ve dışarıda bağımsızlığımızı kaybetmek istemiyoruz” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Yüklendiğimiz görev pek ağır ve önemlidir. Boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu raporumuzu görüşelim ve vakit geçirmeden hemen bir karar alalım” dedi. Ben, başkanlık kürsüsünden “bu meseleyi komisyon başkanı olmak dolayısıyla açıklayayım (ben aynı zamanda Teklif Komisyonu Başkanı idim). Bu rapor metni komisyonda okundu, üzerinde birçok konuşma ve tartışma yapıldı. Ancak, kesin karar verecek şekilde bir görüş belirmedi. Daha önce, Genel Kurul’da okunmaksızın Teklif Komisyonu’na gönderilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup Genel Kurul’un görüşü belirdikten sonra yeniden Teklif Komisyonu’na gönderilerek kesin karar verilmesini istemiştik” dedim. İsmail Fazıl Paşa merhum da söz alarak şu konuşmayı yaptı: “Bekir Sami Bey’in düşüncesine katılırım; kaybedecek vaktimiz yoktur. Aslında sorun da basitleşmiştir. Tam bağımsızlık mı, yoksa manda mı kabul edeceğiz? Alacağımız karar budur. Böylesine önemli, hattâ pek önemli olan bir meseleyi yeniden komisyona götürmek ve oradan yeniden Genel Kurul’a getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna, bugün yarın yahut öbür gün Genel Kurul’da bir karar verelim. Komisyon’da vakit geçirmeyelim. Çünkü, pek ince bir konudur.

Bunun arkasından Hâmi Bey söz alarak, İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi’nin düşüncelerine katıldığını söyledikten sonra: “Herhalde bir desteğe muhtacız, bunun en basit delili de devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir!” buyurdular.

Bundan sonra, Raif Efendi manda aleyhinde konuştu. İsmail Fazıl Paşa ona karşılık olacak şekilde uzun bir konuşma yaptı. Daha sonra tekrar Bekir Sami Bey söz aldı ve dedi ki, “İsmail Fazıl Paşa Hazretleri’nin tamamıyla katıldığım konuşmasına yalnız bir şey ilâve edeceğim. Kırım Muharebesi’nden savaşı kazanmış olarak çıkıp da katıldığımız Paris Kongresi’nde, müttefiklerimizin bize yüklemiş
oldukları bilinen şartlarla bu şimdi okunan rapordaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, bunlardan hangisinin daha çok bağımsızlığı yok edici olduğu anlaşılır sanırım.”

Bekir Sami Bey’den sonra Hâmi Bey, Hâmi Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in konuşması aynen şöyleydi: “Manda’nın bağımsızlığı yok etmeyeceği gerçeği ortada iken, bazı arkadaşlarımız - bağımsız mı kalacağız yoksa mandayı mı kabul edeceğiz? -tarzında bir takım görüşler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce mandanın ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte daha mandadan söz etmeden önce, düşünceleri gıcıklayan bu raporda bu deyimin ne şekilde anlaşılmış olduğunu bilmek gerekir. Fazıl Paşa Hazretleri “bağımsızlığı korumak şartıyla manda” buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi tarafından verilmiş olan rapor iki bölüme ayrılıyor. Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de mandanın ne olduğunu anlatan bölüm var. Manda meselesini buradaki görüş açılarından değerlendirebilmek için önce
bir noktayı anlamak isterim. Bu rapor metni genel kurulda görüşülmeye sunulmuş mudur, sunulmamış mıdır?”

İsmail Fazıl Paşa: “Yanlış anlaşıldığı için biz üçümüz - Fazıl Paşa, Bekir Sami ve Hâmi Bey’ler - bu raporu geri çekiyoruz. Hiç verilmemiş saydık” dedi. (bu raporun müsveddesi de temize çekilmişi de kendilerinde kalmıştır.)

Başkanlıktan; “Rapor geri alınmıştır” dedim. Raporun geri alınmış olmasına rağmen, söz alan Refet Bey, kayıtlarda beş altı sayfa yer tutan özentili bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan, kayıtlara dayanarak olduğu gibi aldığım bazı cümleler, konuşmanın maksadını açıklamaya yetecektir, sanırım.

Refet Bey, diyordu ki: “Bizim Amerika mandasını tercih etmekten maksadımız, bütün toplumları kendine tutsak eden kalpleri, vicdanları söndüren İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin milletlerin vicdanlarına saygılı olan Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa asıl iş para meselesi değildir.
........................

Söz olarak, manda ile bağımsızlık birbirine engel olan şeyler değildir. Yalnız, eğer biz gerçekte güçlü olmayacak olursak, işte o zaman mandanın altında eziliriz ve o zaman manda bizim için bağımsızlığımızı yok edici bir unsur olur. Bir de diyelim ki, biz dışarıda ve içeride tam bir bağımsızlık isteriz. Ancak, acaba hemen kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan da önce acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası bir gerçektir ki, bugün bizi İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan aralarında bölüşmek istiyorlar; Ancak, eğer biz bugün bu devletin kefilliği altında bir barış antlaşması yapacak olursak, ileride uygun şartlar altına girer girmez hemen döner ve kendi yararımızı sağlarız. Fakat, eğer olumsuz bir durum ortaya çıkacak olursa, acaba büsbütün faydasız olmayacak mıyız?
...........................
Herhalde bir Amerikan kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda, beşyüz milyon lira borcu, yıkılmış bir memleketi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on beş milyon lira geliri olan bir millet için, bir dış dayanak olmaksızın yaşamak imkânı olamaz. Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve dışarıdan bir destekle kalkınamayacak olursak, belki de ileride, Yunanistan’ın saldırılarına karşı bile kendimizi savunamayız...

Allah korusun, eğer İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir savaş çıksa, düşmanımız, Yunanistan’dan vapurlarla asker getirebileceği halde, acaba biz Erzurum’dan hangi demiryolları ile ulaştırmamızı sağlayabileceğiz. O halde, Amerikan mandası her şeyden önce bir kefil ve yardımcı bulmak için gereklidir”. Konuşmacı, sözlerini şu cümle ile bitirdi: “Eğer sunmuş olduğum bu açıklamalarla ilerideki görüşmeler için bir giriş yapabildimse ne mutlu.”

Efendiler, bu parlak ve ustalıklı söylevin, dinleyenlerin düşünce ve görüşleri üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin derecesini kolaylıkla takdir buyurursunuz. Zihinlerin, bunun ardından gelebilecek aynı görüşteki konuşmacıların konuşmalarıyla büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek ve kendilerini özel olarak aydınlatıp yol göstermeye fırsat bulabilmek için, derhal -on dakika dinlenelim efendim- diyerek oturuma ara verdim (Saat:17.30).

Efendiler, bu söylevin son cümleleri üzerinde dikkatle durulmaya değer. Refet Beyefendi, Yunanlılar’ın İzmir’i işgalini geçici sayıyor ve savaş halinde olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalır da savaş durumuna girilirse başa çıkamayacağımız görüşünde bulunuyor.

Bundan sonraki oturumda; Bursa temsilcilerinden Ahmet Nuri Bey, manda aleyhinde uzun bir konuşma yaptı. Hâmi Bey, buna daha uzun bir konuşma ile cevap verdi ve gerçekten de pek uzun olan konuşmasının sonlarına doğru, anlattıklarını şu bilgilerle doğruluyordu:

“Fakat, şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yanından söz edeceğim. Konunun bu aşamasında, ilgili kişi ile şahsen bağlantı kurmuş olduğum için, sözlerim tahmini değildir; kesin bilgilere dayanıyor, İstanbul’dan hareket etmeden önce, eski Sadrazam İzzet Paşa Hazretleri’ni ziyarete gitmiştim. Herhalde bir manda ihtiyacında olduğumuza kendileri de inanıyorlardı. Bendenizden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi arz ettim. Birkaç gün sonra bendenizi çağırtıp şu meseleyi açıkladılar: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra, İstanbul’a gelip siyasî partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerikan Araştırma Komisyonu üyeleri, İzzet Paşa’yı konağında ziyaret ederek, Anadolu’daki millî teşkilâtın Türk miletini temsil ettiği inancında olduklarını ve Paşayı da (yani İzzet Paşa’yı) bu işin öncüsü bildiklerini söylemişler ve; “eğer siz Erzurum ve Sivas Kongrelerine Amerikan mandasını istettirecek olursanız, Amerika da Osmanlı mandasını kabul edecektir,” demişler, Paşa, bunu bendenize açıkladıktan sonra, bu milletin bir harbe daha gücü kalmadığından ve herhalde böyle bir çareye başvurmak zorunda kaldığımızdan söz etti ve sivas’a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı tavsiye buyurdu. İzzet Paşa’nın inancı da bu şekilde istenecek bir mandanın yüzde doksan kabul ihtimalinin bulunduğu ve yalnız bizim için birtakım şartlar ileri sürmenin zarurî olduğu merkezindedir. Hattâ Paşa, Amerika için milletin isteğine dayanmayan bir mandayı kabul etmek mümkün olmadığından, Kongremiz tarafından gösterilecek isteğin Avrupa devletlerine karşı Amerika lehinde bir dayanak noktası olacağını da söyledi. Bendeniz bu meseleyi İstanbul’dan şifre ile Erzurum’da Rauf Bey’e bildirdim. “Manda’nın kendinden çok adına karşı çıkanlar boşuna telâşlanıyorlar, kelimenin önemi yoktur. Önem, işin gerçeğinde ve niteliğindedir. Manda altına girdik demeyelim de isterlerse, varlığını ebedî olarak sürdürecek devlet olduk diyelim.”

Bu son söze cevap verenler arasında, Hüsrev Sami Bey’in şu sözleri işitildi: “Fakat bizim bu çalışmalardan beklediğimiz kendimizi savunmak şekliyle, sonsuza dek varlığını koruyacak bir millet olduğumuzu ispat etmektir!” Hâmi Bey, buna düşüncesinde bir geriye dönüş sezgisi uyandıracak şekilde cevap verirken, Kara Vasıf Bey söz aldı ve o günkü toplantının sonuna kadar konuştu. Vasıf Bey’in uzun sözlerinin özetini, kayıtlara olduğu gibi geçmiş olan şu cümlelerle yüksek dikkatlerinize sunuyorum: “Bütün devletler bizi tamamen bağımsız bırakacaklarını söyleseler bile, biz yine bir dış desteğe muhtacız (Vasıf Bey, sözlerinin başında mandaya “dışarıdan destek” adını verelim demişti). Dört yüz ilâ beş yüz milyon lira borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz; bize bunu ödeyiniz diyecekler; halbuki bizim gelirimiz bunun faizine bile yeterli değildir. O zaman güç bir durumda kalacağız; bu durumda bağımsız olarak yaşamaya malî durumumuz elverişli değildir. Sonra, yanı başımızda, bizi bölüşmeyi emel edinmiş hükûmetler var; onların ihtirasları karşısında mahvoluruz. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı savaş
gemisi yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu şartlar altında bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi bölüşürler.”

Vasıf Bey, konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“.... İstanbul’daki Amerikalılar: “Manda’dan korkmayınız. Milletler Cemiyeti Tüzüğünde yeri vardır,” diyorlar. İşte bütün bunlardan dolayı İngiltere’yi kendimize sürekli düşman, Amerika’yı da en az kötülük gelebilecek bir devlet olarak kabul ediyorum. Eğer uygun bulursanız, buradan İstanbul’daki temsilciye bir mektup yazıp gizlice bir hey’et göndermek için bir torpido isteyebiliriz.”

Eylül’ün dokuzunda salı günü yapılan toplantıda, manda meselesine dokunan Rauf Bey’in kayıtlara geçen konuşması aynen şöyledir: “Bu manda konusu üzerinde şimdiye kadar gerek basın ve gerekse başka çevreler tarafından birçok sözler söylendi. Gerçi yüksek kurulum dış destek prensibini kabul buyurmuş ise de, bu desteği kimden isteyeceğimiz açıklanmadı. Bunun Amerika olduğu dolaylı olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan doğruya belirtilmesinde bir sakınca olamaz!” 

Erzurum Kongresi hiçbir şekilde manda kabulü hakkında karar vermiş değildir

Bu sözlerden anlaşılacağı üzere Rauf Bey’in görüşüyle, gerek Sivas Kongresi Hey’etinin ve gerek Erzurum Kongresi Hey’eti’nin anlayışları arasında bir görüş ayrılığından doğan yanlışlık olduğuna şüphe yoktur. Rauf Bey’in görüşünün yorumu niteliğinde olan bu sözlerin, gerek Erzurum ve gerek Sivas Kongreleri bildirilerinin yedinci maddesindeki yazılış şeklinden kaynaklandığına hükmedilebilir. Gerçekten de bu maddenin yazılış şeklinde, belki de mandacılıkta pek ileri giden ve sonu gelmemiş propagandalarıyla kamuoyunu bulandıranları susturmak ve belki bundan da çok, onların iddialarına cevap olacak bir özellik vardır. Madde metni dikkatle okunur ve incelenirse ne manda ne de Amerika’nın mandaterliğini istemek düşüncesinin yer almadığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu noktayı açıkça göstermek için, söz konusu maddeyi aynen hatırlatmak isterim:

“Madde 7: Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır; teknik, sınaî ve ekonomik
durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu itibarla devlet ve milletimizin hakimiyet ve bağımsızlığı ile vatanımızın bütünlüğü korunmak şartıyla altıncı madde de belirtilen sınırlar içinde, millîyetin gereklerine saygılı ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî ve ekonomik yardımını memnunlukla karşılarız. Böyle adaletli ve insanî şartları içine alan bir barışın bir an önce gerçekleşmesi, insanlığın güvenliği ve dünyanın huzuru adına başta gelen millî gayemizdir.”

Efendiler, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı görüşü vardır? Olsa olsa, “herhangi bir devletin teknik, sınaî ve ekonomik yardımını memnunlukla karşılarız” sözlerinden manda düşüncesi çıkaranlar olabilir. Ancak, mandanın anlam ve gayesinin bu olmadığı bir gerçektir. Her zaman ve bugün bile, bu açıklık çerçevesinde yapılacak yardımları kıvançla karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim, Ankara - Ereğli ve Keller - Diyarbakır demiryollarının yapımı için bir İsveç
firmasının; Kayseri - Sivas - Turhal hatlarının yapımı için de bir Belçika firmasının teknik, sınaî ve ekonomik yardımını severek kabul ettik. Söz gelişi, Ankara şehrinin ve diğer Anadolu şehirlerimizin bir an önce kurulup yapılmalarında olsun, öteki bütün kara ve demiryollarımızın, limanlarımızın yapımlarında olsun, teklifte bulunacak yabancı sermaye sahiplerinin yardımlarını severek kabul ederiz. Yeter ki, memleketimize sermaye getireceklerin içeride ve dışarıda devlet ve milletimizin hakimiyet ve bağımsızlığı ile vatanımızın bütünlüğünü bozmaya yönelmiş gizli emelleri olmasın. Bu maddede yer alan, “Millîyetin gereklerine saygılı ve memleketemizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devlet” ifadesinden, Amerikan Devleti anlamının çıkarılması da yersizdir. Çünkü, millîyetin gereklerine saygılı dünya devletleri arasında yalnız Amerikalılar yoktur. Söz gelişi İsveç Devleti, Belçika Devleti aynı nitelikte devletler değiller midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandaterliği de söz konusu olabilir mi? Bir de eğer dolaylı olarak Amerikan Devleti kastedilmek istenseydi, “herhangi bir devletin” ifadesi yerine “bir devletin” kelimeleri veya hiç olmazsa sadece “devletin” kelimesi ile yetinilmesi gerekirdi. Bu bakımdan maddenin açıkladığı şartlar çerçevesinde teknik, sınaî ve ekonomik yardımın iyi karşılanacağı hususunun bütün devletler için söz konusu açıktır.

Efendiler, bu manda konusu üzerindeki görüşümün - bu görüş bundan önce yapılan ve şu anda yüksek kurulunuzunda öğrenmiş bulunduğu bunca yazışma ve tartışmalarımızla ortaya konmuştur - aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaş tarafından hâlâ anlaşılmamış olduğuna hükmedilebilir mi? O halde Rauf Bey, ya aslında benimle aynı görüşte değildi veyahut aynı görüşte idi de, Sivas’ta, İstanbul’dan gelenlerle yaptığı konuşmadan sonra görüş değiştirmiş oluyordu. Burasını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz da Rauf Bey’i dinleyelim. Rauf Bey, sözüne şöyle devam ediyor:

“Ateşkes Anlaşması yapıldığı sıralarda, Almanların barış anlaşmasını imza etmeyecekleri sanılırken, İngiliz basını bazı sırları açığa vurdu. Bunun birinci bölümü, Almanya’nın barış anlaşmasını imza edeceği konusu idi. Bu gerçekleşti. İkinci bölümü de Türkiye’nin bölüşüleceği konusu idi. Bu, çok şükür gerçekleşmedi. Bu bölümde, Konferansın aldığı karar gereğince Kızılırmak’ın doğu tarafı Ermenistan sayılarak Amerikan himayesine veriliyor. Belki Gürcistan ile Azerbaycan da Amerika’ya bırakılıyor, deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki topraklar da, İzmir ve İstanbul bunların dışında kalmak üzere, denize çıkış yeri Antalya olarak Türkiye’yi oluşturuyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız, güneyi de İngiliz himaye ve yönetimine veriliyordu. İzmir’in işgali, bu açığa vurulan sırların doğruluğunu ispata başladı. O halde, böyle bir tehlike karşısında memleketimize karşı en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın desteğini kabule mecburuz. Ben bu görüşteyim.”

Rauf Bey’in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha çok devam eden sözlerini dinlemeye bilmem gerek kaldı mı?
Efendiler, pek uzun ve tartışmalı olarak geçen bu manda görüşmesi, taraftarlarını susturacak ortalama bir çare bulunarak sona erdi. Hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu: “Amerika’da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz yöndeki propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için, her şeyden önce Amerikan Kongresi’nden memleketimizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir hey’et davet etmek.” Bu teklif oy birliği ile kabul edildi. Kongre, Başkanlık Divanı‘nın imzalarıyla bu yolda bir mektup kaleme alındığını hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Kaldı ki, ben bu mektuba özel bir önem de vermiş değildim.

Efendiler, sırası gelmişken kısaca şunu belirteyim: Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Divan Kâtipliği’nde bulunan Afyonkarahisar temsilcisi Şükrü ve manda lehindeki konuşmalarını dinlediğimiz Hâmi Beyler tarafından tutulmuş ve Hâmi Bey’in yazısıyla, düzgün bir deftere, temize
çekilmiştir.

DEVAMI YARIN [Sivas Kongresi’ni Baltalama Teşebbüsleri ] 

tgb.gen.tr

 

Tarih:
Diğer Haberler