
''Bozkırları yeşerteceğiz, ocak tüttüreceğiz''
Bu sözler 1941 yılının Nisan ayında Ankara'da Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nün açılış töreninde dönemin İlköğretim Genel Müdür Yardımcısı Ferit Oğuz Bayır'a ait. Türkiye'nin diğer bölgelerindeki Köy Enstitülerinden gelen yüzlerce öğrenci toplanmış; kiminin elinde kazma, kiminin elinde el arabası bir an önce Enstitü binalarının temellerinin atmayı bekliyor. Ferit Oğuz Bayır öğrencilere dönüp, benim dediklerimi sizlerde aynen söyleyeceksiniz der ve hep bir ağızdan tekrar ederler: ''Bozkırları yeşerteceğiz, ocakları tüttüreceğiz.''
Nitekim Köy Enstitüleri yoksul Anadolu halkının ocaklarını tüttürdü. Köyün çocuklarına ve gençlerine bu enstitülerde verilen eğitim onları adeta bir altın gibi işledi. Köyde feodal sistemin insan yerine koymadığı çocuklar bu eğitim sayesinde adeta boyundan büyük işler yapıyorlardı. Onlar bile kendine inanmıyorlardı. Ama Cumhuriyet inandırmıştı. Hasan Ali Yücel inanmıştı. Enstitü öğrencilerinin Tonguç babamız dediği İsmail Hakkı Tonguç da inanmıştı. Ve bir düş gerçekleşiyordu.
''Doğru-düzgün karnımız doymuyordu''
Can Yücel'in Köy Enstitüleri adlı belgeselinde izlemiştim. Cumhuriyetin çınarı Talip Apaydın Hasanoğlan Köy Enstitüsünde geçirdiği yılları anlatırken o dönemlerde '2. Dünya Savaşı olduğu için bizde de kıtlık vardı ve biz çok az yiyorduk, karnımız doğru dürüst doymazdı' diyordu. Fakat hemen ardından da 'Olsun en azından kendimiz yapıp yiyorduk, başkası için değil kendimiz için üretiyorduk' diyordu. Bununla ilgili bir anı vardır. Bir gün O dönemin reis-i cumhuru olan İsmet İnönü gelir ziyarete. İnönü'ye verilen farklı yemekler ayrı hazırlanılarak servis edilir. Bu durumu öğrenen Enstitü öğrencileri itiraz ederler ve bu itirazlarını her hafta eleştiri günü olarak ayırdıkları cumartesi gününde Okul müdürü olan Rauf İlhan'a iletirler. Eleştiri tahtasına çıkan İlhan bütün öğrencilerin yanında şöyle der: ''Evet İsmet İnönü bizim cumhurbaşkanımız ama biz o yemekleri cumhurbaşkanı olduğu için değil, şeker hastası olduğu için verdik. Bizim hasta olan arkadaşlara ayrı yemek verdiğimizi de biliyorsunuz zaten'' der. İşte bu anıda da anlaşıldığı gibi Enstitü öğrencileri tam bir eşitlik, adalet, haklılık duygusuyla yetiştiriliyordu.
Kendi kurdukları matbaa ve kendilerinin çıkardığı dergi
2013'ün Kasım ayında TGB Gazi Üniversitesi İİBF öğrencileri olarak Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret etmeye gitmiştik. Atelyelerin olduğu binaları geçen onca yıllar yıpratmıştı. Fakat Atelyelerin üzerinde hala tabelaları bulunmaktaydı. Ahşap Atelyesi, Matbaa Atelyesi yazıları yerli yerinde duruyordu. O matbaa atölyesinin şimdilerde mescit olarak kullanılması Talip Apaydın'ı Köy Enstitüsünü yaptığı bir ziyaretinde bayağı üzmüştü.
Matbaa atölyesinin kurulması bizzat öğrencilerin girişimiyle gerçekleşmiş. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitü öğrencileri bu kurdukları matbaa sayesinde aynı zamanda bir dergide çıkarmıştır. Adı 'Köy Enstitüleri Dergisi' olan dergi yılda 4 defa olmak üzere sadece 8 kez çıkabilmiştir. Bu dergi de Mehmet Başaran , Tufan Mahmut Bakkal, Tahir Baykurt ve Talip Apaydın gibi yazarlarda yazıp Türk Edebiyatımıza yetiştirilmiştir.
Kızlı-erkekli üretim ve özgür kadın
Köy enstitülerin en önemli özelliklerinden biri de kızlarında eğitim içerisinde bulunması ve üretim ilişkilerinde yer alması. Feodal dönemde başlık parası karşılığı mal gibi satılan kadınlar Cumhuriyetin Köy Enstitülerinde kendi üretip, kendi ayakları üzerinde kalmasını öğreniyordu. Kızlar enstitüde el-işi, dikiş-nakış veya yemek işlerinde eğitim görüyorlardı.
Bunlardan biri de Talip Apaydın'ın yine Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde tanışıp evlendiği Halise Apaydın idi. Halise Apaydın'ı ilk başlarda ailesinde annesi, dedesi, ninesi okula göndermez, karşı çıkarlar. '11 yaşındaki kızın ne işi var okulda' diye kızarlar. Fakat babası tüm bunlara rağmen kızını okuması için gönderir. Ve Halise Apaydın daha sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsüne de girer burada bir keresinde Gogol'un Bir Evlenme adlı oyununda oynadığı rol ile izleyiciler arasında olan cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından yanına çağrılarak bizzat tebrik edilir.
Bunları duyduğumuzda şimdi 11 yaşındaki kızlarımızın başlarına türban geçirenler ile '11 yaşındaki kızın ne işi var okullarda' diyenlerin aynı zihniyetin temsilcisi olduğunu görmek ve bilmek ne acı...
İlk amfi tiyatro ilk oyun: Kral Oidipus. Oynayanlardan biri 'Talip Apaydın'
Enstitünün hemen yanına yapılan Amfi tiyatroda oynanan oyunlar bir hayli ilgi çekiciydi. Sheakspare, Moliere, Gogol, Sophokles eserlerini öğrenciler burada oynuyor ve izliyordu. Amfi Tiyatro inşa edildikten sonra ilk oynanan tiyatrodaki rollerden birini de Talip Apaydın oynuyordu. Rolü haberciydi.
Cumhuriyet Çınarımız Talip Apaydın Hasanoğlan Köy Enstitüsünün de daha çok ismini duyurduğu sanat, müzik alanına yöneldi. Kendisi zaten Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümünü bitirdi. Enstitü'de her öğrencinin bir enstrüman çalma zorunluluğu olduğu için Talip Apaydın da keman öğrenmişti. Çokta güzel çalardı. Herkes onu Çaykovski'den keman konçertosundan Canzonetta çalmasına hayrandır. Ama biz onu keman ile Köy Enstitüsünde öğrencilerle beraber Ziraat Marşını söylerken de hatırlayacağız ve anacağız. Hoşçakal Cumhuriyetin Çınarı...
Bilâl Gürbüz
Gazi Üniversitesi öğrencisi
tgb.gen.tr