Milli Siyaset

Doğu kavimlerinin Batı kavimlerine taarruz ve hücumu, tarihin belli başlı bir satbasıdır.

Milli Siyaset

Muhterem efendiler;
Şimdiye kadar vuku bulan maruzatım, şahsen ve Heyeti Temsiliye namına temas ettiğim vaka ve hadiselerin izahına yönelik idi. Bundan sonraki beyanatım, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışından ve usulünce hükümet teşekkül ettikten bugüne kadar vukua gelmiş olan hadise ve inkılaplan kapsayacaktır. Bu beyanatım, esasen herkesçe açıkça malum olan veyahut kolaylıkla malum olması mümkün bulunan vakalann safhalarına aittir. Hakikaten, Meclis'in zabıtnamelerinde, vekaletlerin dosyalannda, matbuat koleksiyonlannda, bu vaka ve hadiselerin vesikaları kayıtlı ve saklı bulunmaktadır. Dolayısıyla ben bütün bu vakaların yalnız genel istikametini işaret ve tespit etmekle yetineceğim. Maksadım, inkılabımızın incelenmesinde tarihe yardımcı olmaktır. Bütün bu vaka ve hadiselerin cereyanında, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti Reisi, Başkumandan ve Reisicumhur sıfatlarına sahip bulunmuş olmaktan ziyade, teşkilatımızın umumi reisi sıfatıyla bu vazifeyi yerine getirmeye kendimi mecbur sayarım.

Türk milletinin takip etmesi lazım gelen siyasi prensip: Milli siyaset
Efendiler, Meclis'in açıldığı ilk günlerde, Meclis'e, içinde bulunduğumuz vaziyet ve şartları izah ve takip ve tatbikini uygun gördüğüm görüşlerimi arz ettim. Bu görüşlerin başlıcası, Türkiye'nin, Türk milletinin takip etmesi lazım gelen siyasi prensiple alakalı idi.
Malumdur ki, Osmanlılar devrinde muhtelif siyasi meslekleri takip olunmuştu ve olunuyordu. Ben bu siyasi mesleklerin hiçbirinin yeni Türkiye siyasi teşekkülünün mesleği olamayacağına kani olmuştum. Bunu Meclis'e anlatmaya çalıştım. Bu nokta üzerinde daha sonra da çalışmaya devam olunmuştur. Bu hususa dair başından itibaren vuku bulmuş olan beyanatımın esas noktalarını burada hep beraber hatırlamayı faydalı bulurum.

Efendiler, bilirsiniz ki, hayat demek, mücadele, çarpışma demektir. Hayatta muvaffakiyet, mutlaka mücadelede muvaffakiyetle mümkündür. Bu da, manen ve maddeten kuvvete, kudrete dayanır bir keyfiyettir. Bir de, insanların meşgul olduğu bütün meseleler, maruz kaldığı bütün tehlikeler, elde ettiği muvaffakiyetler, ortaklaşa, genel bir mücadelenin dalgalan içinden doğa gelmiştir. Doğu kavimlerinin Batı kavimlerine taarruz ve hücumu, tarihin belli başlı bir satbasıdır. Doğu kavimleri arasında Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu malumdur. Hakikaten Türkler, İslamdan önce ve İslamdan sonra Avrupa içerisine girmişler, taarruzlar, istilalar yapmışlardır. Batı'ya taarruz eden ve istilalannı İspanya'da Fransa sınırlanna kadar uzatan Araplar da vardır. Fakat efendiler, her taarruza karşı daima karşı taarruz düşünmek lazımdır. Karşı taarruz ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir tedbir bulmadan hareket edenlerin akıbeti, mağlup olmak ve hezimete uğramaktır, yok olmaktır.
Batı'nın, Araplara karşı taarruzu, Endülüs'te acı ve ibret verici bir tarihi felaket ile başladı. Fakat orada bitmedi. Takip, Afrika kuzeyinde devam etti. Attila'nın, Fransa ve Batı Roma topraklarına kadar genişletilmiş olan imparatorluğunu hatırladıktan sonra, Selçuk Devleti enkazı üzerinde teşekkül eden Osmanlı Devleti'nin, İstanbul'da Doğu Roma İmparatorluğu'nun taç ve tahtına sahip olduğu devirlere dönüp bakalım. Osmanlı tacidarlan içinde, Almanya'yı, Batı Roma'yı zapt ve istila ederek muazzam bir imparatorluk kurmak teşebbüsünde bulunmuş olan vardı. Yine bu hükümdarlardan biri, bütün İslam alemini bir noktaya bağlayarak sevk ve idare etmeyi düşündü. Bu ernelin sevkiyle Suriye'yi, Mısır'ı zapt etti. Halife unvanını takındı. Diğer bir sultan da, hem Avrupa'yı zapt etmek, hem İslam alemini hükmü ve idaresi altına almak gayesini takip etti. Batı'nın devamlı karşı taarruzu, İslam aleminin hoşnutsuzluğu ve isyanı ve böyle cihangirane tasavvurlar ve emellerin aynı sınır içine aldığı muhtelif unsurlann uyuşmazlıklan, neticede emsali gibi Osmanlı İmparatorluğu'nu da tarihin sinesine bıraktı. Efendiler, harici siyasetin en çok alakadar olduğu ve dayandığı husus, devletin dahili teşkilatıdır. Harici siyasetin dahili teşkilatla uyumlu olması lazımdır. Batı'da ve Doğu'da başka başka tabiatıara ve kültüre ve emele sahip birbirine zıt unsurlan toplayan bir devletin dahili teşkilatı elbette asılsız ve çürük olur. O halde harici siyaseti de esaslı ve metin olamaz. Böyle bir devletin dahili teşkilatı bilhassa milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi mesleği de milli olamaz. Buna nazaran Osmanlı Devleti'nin siyaseti milli değil, fakat şahsi, belirsiz ve istikrarsız idi.
Muhtelif milletleri müşterek ve genel bir unvan altında toplamak ve bu muhtelif unsur kütlelerini aynı hukuk ve şartlar altında bulundurarak kuvvetli bir devlet tesis etmek, parlak ve cazip bir siyasi görüştür; fakat aldatıcıdır. Hatta, hiçbir sınır tanımayarak, dünyada mevcut bütün Türkleri dahi bir devlet halinde birleştirmek, elde edilmesi imkansız bir hedeftir. Bu, asırların ve asırlarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı hadiseler ile meydana koyduğu bir hakikattir. 

Panislamizm, panturanizm siyasetinin muvaffak olduğuna ve dünyayı tatbik sahası yapabildiğine tarihte tesadüf edilememektedir. Irk farkı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan, cihangirane devlet teşkili hırslarının neticeleri de tarihte yazılıdır. İstilacı olmak hevesleri, bahis mevzumuzun haricindedir. İnsanlara her türlü hususi hissiyat ve bağlarını unutturup, onları tam bir kardeşlik ve eşitlik dairesinde birleştirerek, insani bir devlet kurmak teorisi de kendine mahsus şartlara sahiptir.
Bizim kendisinde açıklık ve tatbik kabiliyeti gördüğümüz siyasi meslek, "milli siyaset"tir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve asırların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.
Milletimizin kuvvetli, mesut ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin, dahili teşkilatımıza tamamen uygun ve dayalı olması lazımdır. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim mana ve öz şudur: Milli sınırımız dahilinde , her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanarak mevcudiyetimizi muhafaza ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve bayındırlığına çalışmak... Rastgele sonu gelmez emeller peşinde milleti meşgul etmemek ve zarara uğratmamak ... Medeni cihandan, medeni ve insani muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir.

Tarih:
Diğer Haberler