‘Modern’ bir tarikat övgüsü: Arayış

Dizide, bozuk ve çürüyen sistemin sözde eleştirildiğini özde yine bu sistemin tarikatlar ile sürdürüldüğüne şahit oluyoruz.

‘Modern’ bir tarikat övgüsü: Arayış
Duygu Karabulut
Duygu Karabulut
GENEL SAYMAN

Modernlik ve tarikatçılık… Bu iki kavram birbirine taban tabana zıt. Bu zıtlığa dikkat çekmek için başlığa taşıdık. Sonda diyeceğimizi başta verelim istedik. Bu iki kavramın yan yana gelmesi tarihsel, kültürel, siyasal olarak hiçbir zaman mümkün olmadı. Fakat emperyalist kapitalist sistemin ürettiği “modernleşme” Orta Çağ kalıntısı tarikat kültürünü, mensupluğu, müritliği bugünlerde yeni bir kılıfla sunabiliyor. Bağımsızlıktan, milliyetçilikten, laiklikten, halkçılıktan kopartılmış bir çağdaşlaşma olabilir mi? Yalnızlığı, bireyciliği, sevgisizliği teşvik eden; bilimi, tıbbı reddeden; paylaşma, dayanışma gibi erdemlere düşman; aile bağlarını ve ülke sevgisini yerin dibine gömen bir çağdaşlaşma olabilir mi? Çağdışı bir örgütlenme olan tarikatları, toplumsal baskıdan, mutsuzluktan, huzursuzluktan kaçış diye sunmak mümkün mü? Disney Artı’daki “Arayış” dizisine göre böyle bir modernlik mümkün. Çünkü bu tarikat yoga ve meditasyon yapıyor…

Son yıllarda dijital platformları ve buradaki özgün içerikleri çok sık konuşur olduk. Bugüne kadar bu platformlardaki dizilerden, filmlerden, programlardan çürümüş bir kültür dayatıldığını; uyuşturucunun, suçun, şiddetin, LGBT’nin normalleştirilmesini izledik. Fakat Arayış dizisi gibisini daha önce hiç izlemedik. Konusunu da hiç görmedik. 

14 Haziran 2023 tarihinde vizyona giren ve 6 bölümden oluşan Arayış dizisi yayına girmesinin ardından ilk olarak sosyal medyada soyunma sahnesi ile gündem oldu. Tarikat şeyhi Tufan’ın müritlerine “Soyun” diye emretmesi ve ardından onlarca insanın soyunması ile gündeme girdi. Fakat yazımızın konusu bu sahne değil. Neden mi? Diziyi izleyenler için en son konuşulacak meselenin bu sahne olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir Disney Artı dizisi olan Arayış, “orijinal” bir tarikat övgüsünü bizlere izletti.

Dizi tanıtımında ne kadar metropol hayatına sıkışmış, hasta, mutsuz, yolunu kaybetmiş insanların hayatlarını anlatıyor diye bize pazarlansa da ilk bölümden son bölüme kadar insanların tarikatlara nasıl girdiğini, ön yargılarını nasıl yıktığını, bir insanın dönüşümünü ve son olarak tarikat övgüsünü göklere çıkararak noktalanıyor.

Rahim kanseri Nisan ve beyninde tümör olan arkadaşı bir gün bir şifa seansına katılır. Çakraları temizlemeyi amaçlayan bu seans sonrasında beyninde tümör olan kişimiz birden iyileştiğine inanır ve yolları bu seansı veren tarikat ile birleşir. Nisan da arkadaşını bu tarikattan kurtarmak için yollara düşer ve tarikatın inini bulur. Bu ine dehlizlerden, puslu yollardan geçerek değil denizlerden, yatlardan geçerek ulaşır. Meğerse bu tarikat İstanbul’da cennet bir adayı merkez olarak kendilerine seçmişler ve orada yaşamaktadırlar.

Yine tarikatın arkasında güçlü bürokratlar ve insanlar vardır. Böylece kimse bu tarikata dokunamaz, suç duyurusunda bulunamaz. Böylece güç ile yakışıklı şeyhi Tufan’a ayrı bir hava verilir.
Yine tarikatın arkasında güçlü bürokratlar ve insanlar vardır. Böylece kimse bu tarikata dokunamaz, suç duyurusunda bulunamaz. Böylece güç ile yakışıklı şeyhi Tufan’a ayrı bir hava verilir.

TÜKETİLEN HAYATLARIN YERİNE SÖMÜRÜLEN HAYATLAR

Modern hayatın sıkışmışlığından kurtulmuş müritlerimiz kendilerini bulmak için tarikata katılıp bu adada bir arayış içine girerler. Sabahtan akşama kadar yoga, meditasyon, seanslar, sohbetler ile bu maneviyat yolunda yaşamlarını sürdürüyorlar. Çıldıran dünyadan, bu dünyanın ağırlıklarından ve yüklerinden kurtulup mutluluğa adım atıyorlar.

“Çünkü çağ hastalıkların ve mutsuzlukların çağı. İnsan her şeye sahip. Ama mutluluk? Mutluluk bir ada. Kulaç attıkça uzaklaşan asla ulaşamadığımız bir ada. Doğduğumuz ailelerimiz, insanlar, ülke, iş, para, ilişkiler, yanlış sorular kalbimizi ruhumuzu ezdi.”

Bu eleştiri başka bir sahnede çok çarpıcı şekilde karşımıza çıkıyor. Nisan tarikata katılınca ve kuralları da ihlal edince ilk görev olarak günlerce çöp topluyor. Çöpler, önceki gece fırtınadan dolayı şehirden adaya sürüklenmiştir. Tüketim çılgınlığının merkezi olan; yapaylığın, mutsuzluğun kök saldığı; her şeyi parayla alıp satan, biraz huzur ve konfor için hayalini, ruhunu satan insanların yaşadığı şehrin tüm pisliği tertemiz adamıza gelmiştir. Nisan da o insanlardan biri olarak aslında kendi çöpünü toplayarak bu sorgulamanın içine itilir.

“Bunlar senin. Sen kullandın bunları. Bir ömür değil. Aldın, tükettin yetmedi. Kendin gibi milyonlarca kadını kandırdın. Bunu giyersen daha mutlu olursun diye, bunu alırsan içindeki boşluğu doldurursun diye. Yeteneğini heba ettin. Peki ne kaldı geriye? Çöp.”

İşte tarikatın şeyhi Tufan, bu süslü sözler ile sözde tüketim kültürünü eleştiriyor. Para, mal mülk için istemediği işlerde çalışan, insanların birbirini sevmediği ve insanları mutsuzluğa iten sistemi eleştiriyor. Her şeye sahip olanların mutlu olamadığını, parayla her şeyin alınamayacağını anlatıyor. Tüketim eskiden ihtiyaç dahilinde yapılırken zamanla ihtiyaç olmaktan çıkıp eğlence, boş vakit geçirme, kimlik arayışı, statü ve güç göstergesi olarak kullanılmaya başlandığını biliyoruz. Bugün bir “yaşam tarzı” haline geldi ve insanı, zamanını, alın terini, aklını tüketen bir hale geldi. Dizi ise zaten tüketilen hayatların yerine tarikatlarla sömürülen hayatlar koymayı öneriyor. Tarikatların bu eleştirilen sistemi düzelteceği kanısına varılıyor. Tarikatların bu sistemi düzelteceği yanlışı ile izleyici kandırılıyor.

SİSTEM ELEŞTİRİSİ ALTINDA ADAMIZDA YEŞEREN TARİKAT SEVGİSİ 

Dizi hızını alamıyor ve dünyadaki bütün kötülüklerin yaratıcısını sıradan insanın kendisi ve özel olarak erkekler olarak sunuyor. İnsanın hükmetme gücünün ve erkeğin hedef alındığını görüyoruz.

“Senin kötü bir haber duyacak halin kaldı mı? Acı çeken ağaç, hayvan, insan, dağ, taş görecek halin kaldı mı? Açlıktan ölecek çocukları, yanan ormanları, zehirlenen hayvanları, intihar eden anneleri görecek halin kaldı mı?”

“Yanlışın kendisi erkekler belki de. Meliha’nın yüzüne ne oldu biliyor musun? Nişanlısı kızgın yağ dökmüş. Kıskançlık krizi yüzünden.  Bu dünyanın sorunu erkekler. Her şeyi yapabiliyorlar. Dünyayı ele geçirebiliyorlar. Hükmedebiliyorlar ama yaratma güçleri rahimleri yok. Sorunların kaynağı erkekler ama bak buraya, buradakilerin %80 kadın.”

İşte bu diyaloglarla gerçekle yanlışın bir arada verildiği ve böylece eleştirinin gerçeklikten koparıldığını görüyoruz. Bugün sistemin her şeyi meta olarak gördüğünü, insanları tüketim çılgınlığına sürüklediğini ve insanı hedef aldığını biliyoruz. Fakat bu eleştirinin merkezine insan düşmanlığını koyup sistemin yerine alternatif olarak da tarikatı koyunca kapitalist sistemi gizlemiş oluyoruz. Kuruluş amaçları ne kadar farklı olursa olsun insanı köleleştiren tarikatlar Ortaçağ’da ortaya çıkmış ve bu kapitalist sistem içinde kendilerine rant kapıları bulmuşlar, genişlemişlerdir. Tarikatlar, insanların özgür iradesine ket vuran, dini duygularını sömüren ve insanla yaratıcı arasına aracı koyar. Aracılara yani şeyhlere itaati Allah’a itaatle bir gören ve bu anlayış ile insanların inanışlarından faydalanarak müritler yaratmaktadır. Dizimizde şeyh Tufan’ın insanları müritleştirdiği, “teslim olmak” adı altında insanın bilincinin esir alındığını görüyoruz. Cumhuriyetimiz bu tarikat kültürü ile savaşarak kuruldu. İnsanımızı bu feodal ilişkilerden kurtarıp kul olmaktan çıkardı ve özgür iradeli, bilimsel düşünen, akılcı, toplumun faydasını gözeten cumhuriyet insanı yarattı.

Tarikatların sistemle ilişkisini ve çürümüşlüğünü göstermeden yapılan tüm eleştiriler sözde kalıyor. Miskin, çalışmayan, insanların emeklerine el koyan, rant üzerinden hayatlarını geçindiren şeyh ve tarikat yöneticilerine karşı insanın üretkenliğini hedef alındığını görüyoruz. İnsan düşünme, tasarı, yaratma ve hükmetme yeteneği ile geçmişteki uygarlık birikimini yaratmıştır. Gelecekte de yine bu yetenekleri ile uygarlığı başka bir aşamaya taşıyacaktır. Bugün çürüyen sistemin yerine insanı hedef almak insanın yaratma ve ilerleme yönünü hedef almaktır. Böylece insanı hedef alan sistemle aynı yere geliyorsunuz ve eleştirinizin özünde sistemi gizliyorsunuz.

Dizi, tarikat şeyhi Tufan’ın müritlerine “Soyun” diye emretmesi ve ardından onlarca insanın soyunması ile gündeme girdi.
Dizi, tarikat şeyhi Tufan’ın müritlerine “Soyun” diye emretmesi ve ardından onlarca insanın soyunması ile gündeme girdi.

SEVGİ HER ŞEYİ ÇÖZER

“Hastalıklar vücudumuzda bir anda belirir. Modern hastaneler sana tahliller yapar, testler yapar. Seni MR’lara sokar. Sonra da teşhis diye bir yaftayı senin zihnine yapıştırır. Tedavi diye seni zehirlerler, keserler, parçalarlar. Sen ölünce de otopsi raporuna kanser, tümör, kalp yazarlar. Hiç bir otopsi raporu gerçeği yazmaz. İnsan sadece sevgisizlikten ölür.” 

İlk bölümde tarikat şeyhi Tufan’dan bu sözleri duyuyoruz. Dizinin ilerleyen bölümlerinde de modern dünyanın soğuk, sevgisiz, mutsuz yaşamının insanları hasta ettiğine; tıbbın buna çare bulamadığına, teşhislerin bu yüzden yalan olduğuna, insanların doktorların elinde oyuncak gibi kullanıldığına dem vuruluyor. Ve dizinin merkezine de tüm hastalıkların tedavisinin sevgi ve insanın iç huzuru olduğu söyleniyor.

Bugün modern tıbbı yani bilimi reddedersek nasıl yaşamı sürdürebiliriz? Hastanın tedavi sürecinde huzuru, mutluluğu gibi duygusal ve psikolojik etkenlerini önemsemek başka iyileşme sürecini tamamen buraya odaklamak başka. İşte siz modern tıbbı reddedip iyileşme sürecini sevgiye, iç huzura bağlarsanız bilimsellikten ve dolayısı ile gerçeklikten koparsınız. Böylece hem sağlığınızla oynarsınız hem de manevi duygularınızı sömüren tarikatlara teslim olursunuz.

TARİKAT ELEŞTİRİSİ OLAMAZ MI?

Disney Artı’ta yayınlanan Arayış dizisinin konusunun tarikatlara övgü olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Dizide gerçeklerle yanlışların iç içe geçtiğini, süslü laflarla gizlenen sistem bağlılığını, erkek ve insan düşmanlığını, modern tıbbı reddettiğini ve manevi duyguların sömürüldüğünden bahsettik.

Peki hikayemiz gerçekten tarikat övgüsü yerine eleştiri olamaz mı? Hikayemizde insanların tarikatlara nasıl katıldığı, tarikatların içeriğinin nasıl olduğunu görüyoruz. Burada senarist, yönetmen, yapımcı veya oyuncularımız bu dizi ile tarikatların ipliğini pazara çıkarmış olamaz mı? Niye mi övgü diyoruz?

Öncelikle dizimizde tarikatlara karşı olan, bilime inanan başrolümüz Nisan dönüşmüş ve tarikata katılmıştır. Hatta dizinin sonunda tarikatın başlarından biri olur. Yani başrolümüzün dönüşmüştür.

Kirli, soğuk, mutsuz sistemi eleştiren tarikatta da çıkar ilişkileri mevcuttur. İnsanlar bazı amaçlar doğrultusunda kullanılır ve tehdit edilir. Bunların hepsi dizi de haklı nedenlere bağlanıyor ve izleyiciye bu suçlar masumlaştırılıyor. Örneğin tarikatın yaşadığı cennet ada bir iş adamına aittir ve Tufan bu adayı almak istemektedir. İş adamını adaya getirmek için Nisan’ın güzelliğini kullanır ve adada Nisan’a sarkmasına göz yumulur. Sonra geçmişte aynı taktikle adaya gelen adamın bir kıza tecavüz ettiğini, bunun da DNA testi ile ortaya çıkacağını söyleyerek adam tehdit edilir. Ortaçağ kanunlarına uygun olarak herkesin içinde yargı dağıtılarak  iş adamının elinden ada satın alınır.

Yine tarikatın arkasında güçlü bürokratlar ve insanlar vardır. Böylece kimse bu tarikata dokunamaz, suç duyurusunda bulunamaz. Böylece güç ile yakışıklı şeyhi Tufan’a ayrı bir hava verilir. Yine dizilerde karşımıza çıkan kötüyü yüceltmeyi görüyoruz. Karizmatik, yakışıklı, güçlü, etkileyici, akıllı, kendine göre adaletli, vicdanlı bir şeyh karşımızda durmaktadır.

Tüm bunları alta alta ekleyince bu dizide tarikat yaşamının övüldüğünü, bu yerlere girişlerin özendirildiğini ve normalleştirildiğini görüyoruz. Bozuk ve çürüyen sistemin sözde eleştirildiğini özde yine bu sistemin tarikatlar ile sürdürüldüğüne şahit oluyoruz. Tüm bunların üstüne bir de eli yüzü düzgün, herkesçe sevilen, yetenekli oyuncular da yapıma eklenince sanırım bu cennet adadaki yaşamın ve mutluluğun büyüsüne kapılmaktan başka şansımız kalmıyor… Diziyi bitirirken izleyici “Tarikatların da hepsi kötü değilmiş, böyle modern tarikatları ayrı tutmak lazım.” diye bir yere sürüklenebiliyor. Fakat yazımızın başında ve aralarda dediğimiz gibi modernlik ve tarikatçılık taban tabana zıt. İnsanlığın ilerlemesi de bu mücadele ile olacak.

                                                                                                                                                                                                 

                                                                                                                                                                                               

Tarih:
Diğer Haberler