YAZAR
TRT 6 bölümlük yeni bir belgesel hazırlamış. True Colours (Gerçek Renkler). Yapımcısı Halil Sümerkan Londra’da yaşıyor. LGBT için “Batı dünyasında liberal siyasetin, muhafazakar siyaseti baltalamak için kullandığı bir alet.” yorumunu yapıyor. Belgeselde akran zorbalığının asosyalliğe, asosyalliğin dış dünyadan soyutlanmaya yol açtığı işleniyor. LGBT lobilerinin tam istediği ve aradığı profillerin nasıl oluştuğunu ve nasıl bulunduğu anlatılıyor.
Belgeselde LGBT oluşumlarının insanların hayatına etkileri inceliyor. Muhafazakar bir bölgede yaşayan bir ailenin çocuğu LGBT lobilerinin etkisi ile cinsiyet değiştiriyor. Sadece çocuk değil, ailesi de yaşadığı ortamın kültüründen dolayı sokağa çıkamaz halâ geliyor. Bir de her şeyin olduğu gibi LGBT’ninde ekonomik yanı var. Aslında çıkış sebeplerinden bir liste yapacak olursak en üst sıralara yazabiliriz. LGBT dernekleri günümüzün emperyalist devleti ABD tarafından fonlanıyor bunu biliyoruz ama tek gelirleri bu değil. Çark kendi kendisini döndürebilecek bir noktaya doğru gidiyor. Ergenlik önleyici haplar, hormon öldürücü ilaçlar, defalarca yapılan ameliyatlar, dijital dünyaya kurbanların ödediği paralar, bu ilaçları üreten şirketler LGBT derneklerini destekliyor. Ameliyatların kimisi yasalar çerçevesinde, kimileri merdiven altı diye tabir ettiğimiz kaçak şekilde yapılıyor. O ameliyatlar için mağdurların ödediği paralar LGBT derneklerine aktarılıyor. Bu şirketler de para kazanmak için LGBT derneklerini fonluyor, bunu da müşteri kazanmak için yapıyor. O müşteriler en son ne hale geliyor birazdan okuyacaksınız.
Bir örnekle açıklayalım. Silah üreticisi bir şirket ya da silah kaçakçısı neden bu işi yapar? Para kazanmak için. Bu işten para kazanması için o silahlara ihtiyaç olması lazım. Silaha savaşlarda ya da savaş tehditi varsa ihtiyaç olur. Savaş yoksa savaş çıkarılır. Sonra ne olur silah şirketleri silah satar parasını cebine koyar, ABD bölgedeki huzursuzluktan faydalanıp demokrasi, barış getireceğim diye bölgeye girer.
İlk bölümde, bu çarkın nasıl işlediğini görebiliyoruz. Önce akran zorbalığı, sonra asosyallik, sonra dijital dünya derken LGBT lobisinin istediği profil oluşuyor. Belgeselde yüzü maskeli ve sesi değiştirilmiş şekilde LGBT lobilerinin kurban ettiği bir erkek çocuğunun annesini dinliyoruz. Ailenin yaşadığı çevre muhafazakarların ağırlıkta olduğu bir çevre. Çocuklar dijital dünyada Facebook, Discord gibi platformlarda, açtıkları genç profillerin arkasına saklanan kişilerin tacizine uğruyor. Karşı tarafta sanki bir genç varmış gibi genç bir erkeğin kız arkadaşına edeceği iltifatları ediyorlar. “Saçın çok güzel olmuş, bak bu elbise sana çok yakışır” gibi sözleri sarf ediyorlar. Açık fotoğraflar paylaşıyorlar. Çocuk da kız kıyafetleri giyerek dijital ortamda karşısındaki kişiye fotoğraflarını atıyor. Çocuk bir yerden sonra çizgi filmlerdeki kızlar gibi giyinmek istemeye başlıyor. Ailesinin öğrenmesi ise şok edici bir şekilde, çocuk annesine bir akşam mesaj atıyor. “Anne ben kız gibi hissediyorum.” Çocuğun yavaş yavaş, bu seviyeye getirene kadar işliyorlar. Sosyallikten uzak, arkadaşı olmayan çocuk sosyal medyada yaratılan gerçeklik algısına kapılıyor. İş aileye gidince kesenin ağzı açılmaya başlıyor. Yukarıda bahsettiğimiz LGBT’nin ekonomik ayağına ulaşıyor. Çocuğun annesi doktorlara başvuruyor. Başvurduğu kurum çocuğun annesini yanlış yönlendirerek, çocuğun yanlış cinsiyette doğduğuna ikna ediyor. Ameliyat öncesi alınan ilaçlara, psikolog tedavisine, bir de üzerine ameliyat eklenince baya yüklü bir ödeme çıkıyor. Çocuk cinsiyet değiştirme ameliyatı oluyor. LGBT lobileri amacına ulaşıyor. Hem parayı alıyor, hem aileyi parçalıyor. Sağlıklı mutlu bir aile ortamı ortadan kalkıyor. Geriye enkaz halinde bir aile kalıyor.
Sosyal bir çevrede varlık gösteremeyen üstüne bir de zorbalığa maruz kalan çocuk dijital platformlar üzerinden bu eksikliğini gidermeye çalışıyor. İşte bu noktada LGBT derneklerinin faaliyeti başlıyor ve sorunlarının kaynağının ait olmadığı bir bedende yaşıyor olması yalanına çocuğu inandırıyor. Dijital ortamlarda ve sosyal medyada LGBT dayatmasının ne derece etkili olduğunu gösteren bir örneği izlemiş oluyoruz. Aynı zamanda eğitim siteminin ve okul ortamının önemini de bu örnekte görüyoruz. Çocuk okul ortamında mutlu, sağlıklı, huzurlu bir ortama erişebilseydi ne dijital ortama düşecekti ne de huzurlu bir aile ortamı enkaza dönüşecekti.
İkinci bölümde ise cinsiyet değiştirerek 9 yıl boyunca trans kalan bir çocuğun trajedisi anlatılıyor. Kadın cinsiyetinden erkek cinsiyetine geçiyor. Erkek olmanın sosyolojik alanda üstün olduğu ve kadınların hep itaatkar, özgüvensiz, ev işi yapmaktan başka bir işi olmadığı bir aile ve sosyal ortamda büyüyor çocuk. Bu durumdan dolayı kız olmaktan hep nefret etmiş. 17 yaşında cinsiyetini değiştirmeye karar vermiş. Tabi bu bir anda olmamış. Önce cinsiyetin değiştirilebileceği bir şey olduğunu öğreniyor. Daha doğrusu öğretiliyor. Kendi ailesi ve sosyal çevresindeki uyuşmazlık sebebiyle 30 yaş üzeri trans bireyler ile tanışıyor ve onlarla zaman geçirmeye başlıyor. Çocuğu zamanla meme aldırma operasyonuna teşvik ediyorlar. Ait olmadığı bir bedende yaşadığı fikrini günden güne işliyorlar ve sonunda ameliyat oluyor. Belli bir zaman sonra yan etkiler ortaya çıkıyor. Deri altı topaklanmalar, banyo yaparken zorlanıyor, hormonâl değişiklikten dolayı kemikleri zayıflıyor. Her şeyi tersine çevirmek istiyor. Tekrar kız olabilmek için ödediği bedellerse çok daha ağır oluyor. Onu bu duruma teşvik eden trans arkadaşlarına her şeyi geri çevirmek istediğinden bahsedince direkt yüz çevirip yalnız bırakıyorlar. Şimdiye kadar geçirdiği operasyonların maddi bir bedeli oluyor ama trans olarak kaydı yapıldığı için sigorta karşılıyor. Geri dönüşü ise ne sigorta ne de trans ailesi karşılıyor. Depresyona giriyor. İntihar etmeyi düşünüyor, deniyor da. Bu intihar girişimi sonucu komalık oluyor. Uluslararası düzeyde yasaklanmış bazı ilaçlar alıyor. Bu ilaçlar seks suçlularını cezalandırmak amacıyla suçlulara içirilen hadım ettirici ilaçlar. En sonunda kendi cinsiyetine dönüyor ama tüm bu operasyonların sonunda anne olsa bile ömrü boyunca emziremeyeceği bir tablo ortaya çıkıyor.
Okulla, bilimle, sanatla arkadaşları ile meşgul olması gereken yaşlarda maruz kaldığı LGBT dayatmaları sebebiyle kendisini olmadığı birisine dönüştürüyor. LGBT’lerin eline düşüp yönlendiriliyor, onu cesaretlendiriyor, yol gösteriyor, sonrasında ise işlerine gelmeyince yalnız bırakıp terk ediyorlar. Ülkelerin geleceği olan çocuklar ve gençleri ulus kimliğinden kopararak lezbiyen,gay,trans gibi kimlikler üzerinden tanımlamasını sağlamak bir nevi milli hazineyi yok etmektir. PKK terör örgütünün pençesine ülkemizin geleceği gençlerimizi HDP eliyle takması gibi LGBT dernekleri de gençleri emperyalizmin kancasına takıyor.
Üçüncü bölümde LGBT’nin sporda eşitliği nasıl yok ettiğini “özgürlük” safsatası yüzünden derdini kimseye anlatamayan bir kadını dinliyoruz. Kadın, yaşadığı sağlık sorunları yüzünden tedavi amacıyla kas kütlesini arttırmak için vücut geliştirme sporuna başlıyor. Spor yaptıkça iyice motive oluyor, iyileşiyor ve bu alanda ilerlemek istiyor. Facebook üzerinden Andrees ile tanışıyor. Andrees de vücut geliştirme üzerine çalışıyor. Sonradan öğreniyor ki Andress bir transmış. Resmi statüde Andress dış görünüş olarak kadın ama biyolojik olarak erkek. Yaratılış gereği aynı standartlarda bir erkek bir kadından fiziksel olarak daha güçlüdür. Kadın 2019’dan 2022’ye kadar çeşitli yarışmalara katılıyor, başarılı oluyor. 2022’de uluslararası bir yarışmada Andress ile karşı karşı geliyor. Andress vücut geliştirme alanında bütün rakiplerini yeniyor. Fiziksel olarak üstünlüğünü kullanıyor. Kadını da yeniyor. Bunun sonucunda federasyona itiraz ediyor. “Rakibim fiziksel olarak erkektir. Kadın kategorisinde yarışması doğru değildir.” Federasyon ise buna sessiz kalıyor. Kadın pes etmiyor, daha üst karar organlarına konuyu taşıyor. Bu seferse kamuoyu baskısı altında kalıyor. Yobaz, trans düşmanı gibi iftiralara maruz kalıyor.
LGBT dayatmasıyla mücadelenin bir ayağı da spor dünyasında. Spor müsabakalarında eşitsizlik oluşmaması amacıyla bazı biyolojik özellikler baz alınarak klasmanlar ve kategoriler oluşturuluyor. Kadın, erkek kategorileri de bu bilimsel sınıflandırmalar sonucu oluşuyor. Ancak belgeselde de işlenildiği üzere LGBT dernekleri ve lobilerinin faaliyetleri sonucu biyolojik olarak farklı kategorilerde yer alan sporcular aynı yarışmada yer alıyorlar ve bu eşitsizlikleri beraberinde getiriyor. Burada LGBT ideolojisinin bilimden ne denli uzak olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Belgeselin dördüncü bölümünde ise bu sefer bir ilköğretim öğretmeni mağdur oluyor. Aslında sadece erkeğin erkek kızların kız olması gerektiğini düşündüğü ve bunları yeri gelince ifade ettiği için 2 defa işinden oluyor. Bir ajans aracılığıyla bir okulda öğretmen asistanı olarak iş buluyor. Sınıfta kendisini kız olarak tanımlayan bir erkek öğrenciyle tanışıyor. Bir gün öğretmenler odasında sınıf öğretmeni bu öğrenciyi kız olarak tanımlıyor. Öğretmen asistanı ise o öğrencinin fiziksel ve yasal olarak erkek olduğunu dile getiriyor. Ertesi gün ajansı tarafından aranıp, okuldaki işine son verildiğini öğreniyor. Başka bir okula, aynı bölgede ki Anglikan (İngiliz kilisesi) okuluna gönderiliyor. Başlarda bu okulu seviyor. Görüşlerine daha uygun bir okul olduğunu düşünüyor. 6 ay sonra mesai dışında bir seminere katılıyor. Burada sorduğu soru bu okulda ki işini tehlikeye atıyor. “Ülkemizde her ne kadar aksi yasal olsa da evliliğin erkek ile kadın arasında olduğu düşüncesindeyim. Bu tarz geleneksel görüşlerimi ifade ettiğim zaman saldırgan içerikli sözler sarf etmiş olur muyum?” Ertesi gün okulun müdürü çağırıyor. “Bu sözleri sarf etmeni istemiyorum.” Öğretmen ise “bu görüşler geleneksel görüşler, ben bunları kendi sosyal medya hesabımdan ifade etmeye de devam edeceğim.” Anında okuldan atılıyor. İlerleyen günlerde çıktığı bir programda “İster Hıristiyan ister Müslüman olun aile kadın ve erkekten oluşur. Aksi temel aile yapısını kökten bozmaya yöneliktir, bozacaktır” sözlerini sarf ediyor.
Burada şu soruyu sormak gerekir. LGBT derneklerinin sürekli bahsettiği ve ağızlarından düşürmediği “Özgür Düşünce” sadece LGBT’yi, translığı savunmak konusunda mı geçerlidir? Bilimsel kıstaslara dayanarak erkeğe erkek, kadına kadın deme özgürlüğü yok mudur? Asırlar boyu bütün milletlerin benimsediği temel aile yapısını savunmak özgür düşünce kapsamına girmez mi? İfade edenler neden zorbalığa uğruyor? Ya da en önemlisi bunları söylemek kimleri neden rahatsız ediyor.
Beşinci bölümde ise LGBT lobilerinin mağdur ettiğin ailelerden birinin avukatını dinliyoruz. Avukat, belgeselde defalarca kez tehditler aldığını, fikirlerini her yerde ifade edemediğini söylüyor ve TRT’ye bu fırsatı verdiği için defalarca teşekkür ediyor. Dijital medya programları yüzünden yanlış bedende olduğunu düşünen çocukların sayısının arttığını ifade ediyor. Netflix, Disney +, TikTok, İnstagram, Twitter, Telegram bunların hepsini sayabiliriz.
Burada LGBT’nin bir ideoloji olduğunu ve emperyalizm tarafından kullanıldığını görmemiz gerekiyor. LGBT dayatmasıyla mücadelede doğru mevziyi ancak böyle kurabiliriz. Emperyalizmin silahlandırarak üzerimize saldığı PKK terör örgütü gibi LGBT dernekleri de emperyalizm tarafından ülkemize yönelen bir tehdittir. PKK yanlısı grupların yaptığı eylemlerde attığı “Kürdistan vardır, lubunyalar vardır” sloganlarını burada hatırlamakta fayda var. Her ikisi de milletimizin birliğini ve bütünlüğünü kırmayı hedefliyor. LGBT lobileri ve PKK terör örgütü, emperyalizmin ulus kimlikleri ve milli kültürleri yok etmek amacıyla hareket eden araçlıdır.
Son bölümde ise dördüncü bölümde yaşanan olayın bir benzeri yaşıyor. Kamu Hukuku Profesörü Emir Kaya “23 nisan günü bir akademisyen Facebook üzerinde translığı teşvik eden bir paylaşım yapıyor. Ben de onu nazikçe uyardım. Çocuklara yasalara göre cinselliği teşvik etmenin bir suç olduğunu ifade ettim. Kişisel olarak da tanıyordum. Beni hemen engelledi.” Hocamız bu tavrı eleştiriyor ve neden LGBT hakkında konuşulamadığına dair bir yazı yazıyor. Sonrasında ikinci bir yazıyla LGBT konusunu derinlemesine işliyor ve devamında yine LGBT hakkında konuşulamamasını, tartışılamamasını eleştiriyor. Bu iki makale yüzünden tabiri caizse taşlanıyor. Akademik hayatında yurt dışında da eğitim almış olan profesörün LGBT lobilerinin baskıları yüzünden yurt dışındaki okullarının sayfalarından adı siliniyor. Bunun üzerine hocamız mezun olduğu okullarla iletişime geçiyor. Bir mücadeleye atılıyor. Bazen şu yanıtı alıyor “onlar savunmasız” hocamız da “hayır ben savunmasızım dinlenmiyorum bile” yanıtını veriyor. Gerçekten de ülkemizde esas LGBT karşıtlarının özgürlüğü kısıtlanıyor. Ek olarak hocamız belgeselde “LGBT’nin kendi birimleri içerisindeki farklılıklara bile tahammülü yok” diyor. LGBT ideolojisi hani özgürlükçüydü?
Bu bölümden ve genel olarak belgeselden gördüğümüz üzere sözde en özgür biziz diyen LGBT örgütlerinin beyin takımı, yöneticileri aslında en kısıtlayıcı karakterlere sahiptir. Bilime ve karşıt görüşlere kulaklarını tıkarlar. LGBT dernekleri yaptığı dayatmalar sonucunda insanları intihara sürükler, kimliklerini elinden alır, sağlıklı aileleri enkaza çevirir, mutlu bireylerin mutluluğunu elinden alır. Yalnızlaşlıktıkça alkol ve uyuşturucu pençesine takılır. Gençleri üretimden koparan süreç işte böyle işler. Bu sebeple LGBT dayatmasına karşı gençlerimizi, çocuklarımızı korumak için devlet millet el ele mücadele etmemiz gerekiyor. Türk gençliği olarak LGBT dayatmalarına ne barolarımızda ne üniversitelerimizde ne de belediyelerimizde geçit vermeyeceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği üzere kadın ve erkekten oluşan aile yapımızı koruyacağız.