NEOLİBERAL SOL, MODERN KÖLELİK ve LGBT

80’lerden sonra yükselen neoliberal solun önemli temsilcilerinden birinin TİP olduğunu düşünürsek, LGBT bürosu açması şaşılacak bir haber olmamıştır.

NEOLİBERAL SOL, MODERN KÖLELİK ve LGBT
Aylin Kum
Aylin Kum
GENEL SEKRETER

Türkiye İşçi Partisi (TİP), parti içinde bir LGBT bürosu açtığını açıkladı. Elbette TİP’in LGBT bürosu açması şaşılacak bir haber olmamıştır. 80’lerden sonra yükselen neoliberal solun önemli temsilcilerinden birinin TİP olduğunu düşünürsek şaşırtıcı bir haber olmadığını söyleyebiliriz.

Neoliberal solun en önemli özelliği kendisini feminizim, eşcinsellik, çevre hakları gibi temalar üzerinden var etmesidir, tehlike buradadır. Toplumda ve gençlikte var olan sistem karşıtı enerjiyi, sivil toplumcu mücadelenin ve kimlik siyasetinin malzemesi yapmaya çalışmaktadır. Neoliberal solun hedefi ulus bilincini ortadan kaldırarak emperyalist sistemin kölesi dünya vatandaşları yaratmaktır.

Neoliberal Solun Stratejisi

Neoliberal solun ortaya çıkmasının birden fazla nedeni vardır. Emperyalizm döneminde ABD ve Avrupa işçisinin sömürülen ülkelerden pay alması devrimci karakterini yitirmesine yol açmıştır. Bu durumla bağlantılı bir diğer ve esas neden emperyalizm merkezli küreselleşmenin milli devleti hedef almasıdır. Milli devleti hedef almanın siyasi ve kültürel boyutu milli birliğin ve millet olgusunun inkârına dayanan kimlik siyaseti ile inşa edilmiştir.

Bu iki durumun sonucu olarak toplumsal hareketlere ilişkin teorileri değişmiş, sınıf mücadelesi ve vatan savaşları onların açısında modası geçen kavramlar olmuştur.

Emperyalizm Batı’daki hümanizma, liberalizm, modernizm gibi bütün kavramları yeniden yaratmıştır. “Yeniden liberalizm” ile insanın özgürlük, barış içinde eşit ve paylaşarak yaşama talepleri ters yüz edilmiştir. Neoliberal sol açısından “Sisteme karşı, yeni ve daha gerçek mücadele alanlarının yaratılması gerekmiştir (!)” Feminizm, çevre, etnik azınlık ve eşcinsellik ekseninde ortaya çıkan hareketler artın onların yeni mücadele alanları olmuştur.

Bu hareketler, sınıf mücadelesi ve emperyalizme karşı milli bağımsızlık gibi taleplerin zıddı olarak ortaya çıkmıştır. Sistemden anlamamız gereken emperyalizm değildir. Hatta bu durum bazı “ilerici- sol” çevrelerde “Her şeyi de mi ABD yapıyor?” diye ifade edilmektedir. Onlara göre gericiliğin merkezi ABD değildir. Dolayısıyla devrimciliğin ve ilericiliğin en önemli adımı anti emperyalizm değildir. Gerici ve yıkılması gereken sistem emperyalizm değilse, milli devletlerdir. Neo-liberal sola göre emperyalizm değil, milli devlet özgürlüklerin önündeki engeldir. Eğer siz demokrasi ve özgürlükten tarikatlara, terör örgütlerine, etnik kimliklere özgürlük anlarsanız. Milli devlet “özgürlük” karşıtı olmaktadır.

Küreselleşmenin aracı olan yeni sistem karşıtı hareketin stratejik hedefi kültürel algı kalıplarına karşı çıkarak, ötekileştiren eğilimlerle mücadele etmektedir. Mesele sosyo- kültürel düzenle ilgilidir. Yani diyelim işçinin sömürülmesinin, kadın- erkek şiddetinin temelinde siyasi - ekonomik nedenler değil, sosyal nedenler yatmaktadır. O nedenle evlilik kurumunu kapatmak, saçları renkli boyamak, cinsiyet değiştirmek “özgür” olmaya yetecektir.

Ülkemiz ve dünya tarihindeki özgürlük mücadeleleri ile kıyaslanamayacak kadar alt düzeyde bir “özgürlük mücadelesi” üretilmiştir. Zincirlerini kıran insanlar yoktur, toprağını savunmak için eline silah alan insan yoktur, ekonomik hakları için grev yapan işçi yoktur. Saçını boyayarak, daha çok piercing takarak, daha kısa giyinerek, daha çok soyunarak özgür olan “birey”ler vardır. Özgürlük adına söylenenler bireysel ya da grupsal taleplerdir ve bu anlamda sınıf çelişkisinin esasına ilişkin değildirler. Bunların hepsi neoliberalizmin kendi denetiminde bir “sol” yaratmasıyla meydana gelmiştir.

Sivil Toplumculuk ve Solun Reddi

Sivil toplumculuğa göre, devlet bağlamındaki her şey kötü, sivil toplum bağlamındaki her şey iyidir. Neoliberal sol “sınıf mücadelesinin” yerini bireysel hakların tanımlanmasını sağlayan sivil toplum mücadelesine sıkıştırmıştır.

Avrupa’daki sol hareketlerin sınıf mücadelesi düzleminden kopması, post Marksizm, anarşizm gibi ideolojilerden yararlanması en nihayetinde sivil toplumcu, liberal bir sol yaratmıştır.

Avrupa’da yükselen bu sol akım Türkiye içinde de kendisine Yeşil Sol Parti, ÖDP gibi neoliberal sol partiler yaratmıştır. 12 Eylül sonrasında sivil toplumculuk yükselmiştir. Darbenin solun geniş kesimlerinde yarattığı yenilgi psikolojisi, devlete karşı mücadelenin öncelikli olması gerektiği anlayışını beslemiştir. O halde öncelikli mesele devleti küçültmek ve etkisizleştirmek, sivil toplumu büyütmektir. Türkiye’de sol olduğunu iddia eden tüm partiler ve siyasi hareketler sivil itaatsizlik eylemleri ile bütünleşmiştir.

Geleneksel solun içerisinde dönem dönem yükselen LGBT karşıtlığı veya sivil toplumculuk eleştirisi de siyasi hedefin yoksunluğu ve ideolojik bozulmadan ötürü programatik bir karşılık bulamamaktadır.

Yakın tarihimizde ÖDP, Yeşil Sol Parti gibi neoliberal sol partilerin mirasını TİP’in aldığını söyleyebiliriz. Sivil toplumculuktan, eşcinsellik savunuculuğuna, Kürt - Türk ayrımcılığına kadar her şeyde var olan TİP’in olmadığı tek alan emperyalizme karşı mücadeledir.
Bu sivil toplumcu sözde partilerin stratejik alt yapısını ifade ettik. İdeolojik altyapısına değinmeden geçmeyelim. Felsefeleri materyalizm değil idealizm, varoluşçuluk, post yapısalcılıktır. Dolayısıyla ideoloji sosyalizm değildir. Rehberleri de kendi iddia ettikleri gibi Marks, Engels, Lenin değil Foucault, Murray Bookchin, Max Horkheimer, Theodor Adorno’dur.

İnsanın sınıf mücadelesiyle özgürleştiğini reddederek insanı tarihte edilgen bir konuma iterek, modern bir kölelik inşa etmeyi hedeflemektedir.

“Zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyinizden yok cümlesi terkedilmiş”, “benim bedenim, benim özgürlüğüm” cümlesi başlığında yeni bir zincir eklenmiştir.

21. Yüzyılın Zincirleri

Sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçiş insanlığı ilerletmiş ancak aynı zamanda büyük acıların ve sömürülerin yaşandı bir dönem olmuştur.

Kapitalizmin doğuşuyla birlikte köle emeği ortadan kalkmıştır. Fakat köleliğe, feodalizme karşı olan kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi yeni bir kölelik yaratmıştır. Onu teknik olarak modern kölelik diye tarif ediyoruz. Modern kölelik deyince aklımıza insan ticareti, ucuz iş gücü, zorla çalıştırma gibi şeyler geliyor. Fakat modern köleliği sadece bunlarla sınırlandırmak, emperyalist sistemin hegemonya araçlarıyla kurduğu tahakküm ve buna bağlı eylemleri açıklamak için yetersiz kalıyor. Biz modern köleliğin sosyo- kültürel anlamına değineceğiz.

Belki modern kölelik değil ama modernlik sonrası kölelik yani post modern kölelik olarak adlandırmanın daha doğru olacağını söyleyerek devam edebiliriz. Emperyalizmin yaratmak istediği toplum, post modern kölelerin olduğu bir toplumdur. Bu toplumda insanın milleti, dili, dini hatta cinsiyeti belirsizdir. Böyle bir toplumu yaratmak için insanı kendi doğasından koparan bir algı yaratmak şarttır. O algının, çocuklar başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerini hapsetmek için, yeni tip insan modeli yaratmak adına en önemli araç LGBT’dir.

Farklılıklar ile Yaratılan Aynılıklar

Neoliberal sistemin sıklıkla kullandığı bir öğreti vardır; “Farklılıklarımızla güzeliz” 2017 senesinde gösterime giren “Muhteşem Showmen” adında bir film izlemiştim. Filmde mükemmel bir gösteri yapmak isteyen adamın, farklılıklarından ötürü toplumdan dışlanmış bütün insanları bir araya getirip harika bir gösteri yapması anlatılıyordu. Bu filmle beraber güzellik algılarımız eleştiriliyor ve farklılıklarımızın en büyük güzellik olduğu (!) gösteriliyor. Bu masum düşünceyi sadece filmlerde değil, belgesellerde, reklamlarda, dizilerde hatta artık çizgi filmlerde dahi görüyoruz. İnsanın farklı olmasını fiziksel özellik ve cinsel tercihleriyle sınırlayan bu düşünce, aynı tip insanlar yaratarak dünya vatandaşlığını pompalıyor. Bu algıya göre cinsiyetin, dilin, milletin bir önemi kalmıyor. Farklılıklarla aynı ve tek tip insan yaratılmak isteniyor.

Emperyalizm önemsizleştirdiği değer ve olgular üzerinden yaratmak istediği toplumun öğretilerini dayatıyor. Sistem zenci, eşcinsel, kilolu insanları dezavantajlı gruplar olarak tanımlıyor ve bu gruplar üzerinden, eşitlik, özgürlük tartışması açıyor. ‘Bu gruplar toplum tarafından dışlanıyor’, ‘insanlar eşit olmalı’ sözleri neoliberal solun “yeni” mottosu haline getiriliyor.

İnsanın fiziksel özelliğinden ötürü dezavantajlı olmasıyla, avantajlı olması arasında bir fark olmadığını söylersek sistem neden dezavantajlı olmayı bir avantaj gibi göstererek popülerleştiriyor?
Dezavantaj yarattığı için insanın teninden ötürü ırkçılığa maruz kaldığı sistemi savunmazken, yine teninden ötürü bir nesne yapılıp popülerleşmesini ve meta olarak kullanılmasını kabul edemeyiz. 15. yüzyıldaki köleliğin 21. yüzyılda renkler ve ışıltılar ile süslenerek önümüze getirildiğini söyleyebiliriz.

Emperyalizm ve Yeni Orta Çağ

Yazı boyunca Orta Çağın köklerinin günümüzde nasıl önümüze getirildiğini anlatmaya çalıştık. Emperyalizm aracılığıyla “Yeni Orta Çağ” tehdidiyle karşı karşıyayız. Ve bu sistem öyle vahşi bir sistem ki insanlığı bin yıl önceki kölelik sisteminden bile geriye götürmek istiyor.

Herkesin izlediği arenalarda birbirlerini öldüren kölelerin olduğu bir dünya bize çok yabancı geliyordur. Bunu düşünmek bile bize ‘ne kadar vahşi’ dedirtiyordur. Bugünkü bilincimiz bize bunu söyletiyor. Peki bugün bize izletilmek istenenlerin, arenalarda birbirini öldüren insanları izlemekten bir farkı var mı diye sorsak abartmış mı oluruz? Belki insanların birbirini öldürmesi fazla gelmiştir. Peki 17. yüzyılda İngiltere'deki Afrikalı kölelerin ‘en azından bir işe yarasın’ düşüncesiyle ve tabi farklı olmaları göz önüne alınarak, özel bir eğlence sektöründe ucube olarak sergilenmesiyle benzetsek fazla mı yapmış oluruz?

İşte köleliğin 21. yüzyıldaki hali bu sorularla özetleniyor. Bugün Onur Yürüyüşlerinde garip kostümlerle, hatta bazıları çıplak, garip makyajlarla yürüyen, o yürüyüşte küçük çocukları öpüştüren sistem bize 1000 yıl önceki senaryoyu izletiyor. Belki arenalarda değil ama parasını verip aldığımız (!) yayınlarda çocukları bir cinsel meta olarak sergiliyor. Bu sistemi modern kölelik diye tanımlamamız nedeni de tam olarak budur.

İnsan Tarihin Öznesidir
İnsanın köle olmasının ekonomik ve kültürel boyutları tarihin öznesi olup olmamasıyla alakalıdır. Özne olmayan insan en nihayetinde edilgen olur, üretmez, tüketir ve tüketim metası olur. Özgür olamayan insan zincirlere bağlanır. Bugünkü görünmeyen zincirler, LGBT başta olmak üzere insanı doğasından koparan her şeydir.

LGBT aracılığıyla eşcinsellik propagandasının, çocuklara kadar indirilerek yapılmasının nedeni budur. “Eşcinsellik çocukluktan, doğuştan gelmektedir” tezi bu nedenle küçük yaşlara yerleştirilmeye çalışılmaktadır.

Çocuğa sen kız mısın erkek misin sorusunu sormakla, bir insana sen insan mısın yoksa bir kuş musun sorusunu sormak eşdeğerdir. Sonuç olarak insan biyolojik olarak insandır. İnsanın cinsiyeti de biyolojiktir. Ne insan, insan olmayabilir ne kız veya erkek olan kız veya erkek olmaktan kendi isteğine göre vazgeçebilir.

Sistemin dayattığı düşünceye göre insan kuş olamazsa özgür değildir. LGBT’nin çocuğu bir kimlik seçmeye zorlaması bu nedenle bir dayatmadır. Olmayanı, olur kılmaya çalışmaktır. Çocuğu kendisine ve ailesini, genci karşı cinse duyduğu ilgiye ve yaşadığı topluma yabancılaştıran bu dayatmanın sonuçları özgürlük değildir. Bu dayatmanın sonuçları toplumdan soyutlanma, kimliksizleşme, madde bağımlılığı, tecavüz ve intihardır.

LGBT, çocukların öpüştürülmesi ve cinsel tercihe zorlanması suçunu işlerken toplumu nasıl özgürleştirecektir? LGBT dayatması neoliberal sol aracılığıyla dayatılan bir milli güvenlik sorunudur. Çünkü bu sorun gencimizi, çocuğumuzu, savaştığımız sistemin zincirlerine bağlamaya çalışmaktadır.

Emperyalizmin medya şirketleri, platformlarla yaratmaya çalıştığı ışıltı, döktüğü kanların önüne geçemeyecek kadar renksizdir. Çünkü insan yeniden tarihin öznesi olarak sahneye çıkmaktadır. Bugün ülkemiz başta olmak üzere dünya emperyalizmin dayatmalarından kopmaktadır. ABD ve Batı tarafından fonlanan ve zehir saçan LGBT ve benzeri kuruluşlar itibar değil sapkınlık merkezleri olarak kabul görmektedir. İnsanlık üretmenin, paylaşmanın ve özgürlüğün getirdiği mutluluğu yaşatacak birikime sahiptir. O birikim ve tarihsel mirasın insanlığın sahte değil sahici insan sevgisiyle buluştuğu günler emperyalizmin zincirlerini kırıp atmakla olacaktır.

Tarih:
Diğer Haberler