YAZAR
Bir insan neden intihar eder? Genç bir insanın kendi yaşamına son verme kararını verdiren nedir? Bu soruları sorduran iki olay yaşadık. Dikkat, yaşanmadı, yaşadık. Çünkü biz de bu facianın vahametini duyumsayan özneleriz. Bakıp geçemiyoruz. Aklımızı kemiriyor ve vicdanımızı sızlatıyor. Sadece üzülmüyoruz, öfkeleniyor ve kabullenemiyoruz.
“FELEK”: NEO-LİBERAL SİSTEM
15 Ekim’de Anadolu Üniversitesi yemekhanesinde Resul, 22 Ekim’de ise Mükrime Hatun Kız KYK Yurdu’nda Sezen isimli iki arkadaşımız maalesef yaşamlarına son verdi. 20’li yaşlarının başında, öğrenci kenti Eskişehir’de, iyi bir üniversitede, Matematik ve Kimya Mühendisliği gibi iyi bölümlerde okuyan okul arkadaşlarımız artık aramızda değil. Hayalleri, hedefleri, idealleri de. Belki ailelerini gururlandırmak, kendilerini gerçekleştirmek ve ülkesine faydalı insanlar olmak için varını yoğunu ortaya koyabilecek insanlardı. Belki böyle kaygıları olmasa bile bir gün bu kaygıları taşıyacak bir duruma geleceklerdi. Fark etmez. Yaşamaya hakkı olan ve yaşama sevinciyle dolu olması gereken insanlardı. Ancak “felek”, mevcut yaşayış düzeni, yani ismi “sistem” olsa da gerçekte rastgele, düzensiz işleyen garabet bir yaşantı dayatması, onların yaşama sevinçlerinden ağır bastı. Bunalıma girdiler. Hayattan, kendilerinden beklentileri kalmadı veya onlardan beklenen neyse, onu karşılayamadılar. En sonunda da en değerli varlıkları olan canlarından vazgeçtiler.
Peki nedeni neydi? Ekonomik bunalım? Gelecek kaygısı? Sahte arkadaşlıklar? Çıkara dayalı insan ilişkileri? Akademik zorunluluklar ve “başarısızlıkla” baş edememe? Psikolojik buhran? Varoluş krizi? Belki hepsi, belki çoğu, belki bazısı. Ama mutlaka birinden biri. Sözde özgür ve serbest, her şeyi bireye ve bireysel çabaya yıkıp insan doğasına savaş açan neo-liberal sistemin çarkında yitip giden birer yitik dünya kaldı arkada. Biz gençlerin, öğrencilerin hayalleri ve gelişimini bastıran, hedeflerinden vazgeçiren, hayattan soğutan, bedenine hatta yaşamına yabancılaştıran, yeteneklerini körelten, yozlaştıran, kötü yollara düşüren ama bunu değiştirebilecek yetkiye sahip olanların gerçekte sorgulamadığı politikalar ve işleyiş. “Böyle gelen, böyle giden”, çarkına çomak sokulup, dağıtılması gereken sözde “felek”!
FELEĞİN MUHALİFLERİ: ÖLÜM SİYASETÇİLERİ
Tabi buna sessiz kalacak halimiz yoktu. “Kahpe feleğin” gözümüzün önünde aldığı bu iki can, içimizdeki kor alevi yeniden harladı. “Artık yeter. Arkadaşlarımızın ölmesini istemiyoruz!” sesleri yükseldi. Kampüste bir yas, endişe ve öfke ortamı oluştu. Tabi bu söylemlerden faydalanmaya çalışan, hazin ölümleri kendi alçakça siyasetlerine malzeme yapmak için pusuda bekleyen, hiçbir milli meselede sağlıklı ve devrimci duruşu olmayan oportünist ölüm siyasetçisi, bölücü ve provokatör “muhalif” grupçuklar hemen harekete geçtiler.
Bölücü terör örgütlerine özgü ölücü siyaset geleneğinin devamcısı bu sahte solcular, Resul arkadaşımızın bedeni daha toprağa değmeden prim yapmaya başladılar. Resul’ün ailesi, daha fazla üzülmemek ve olayın farklı amaçlar uğruna kullanılmaması için olayın “ekonomik nedenli olmadığını” söyledi ve ayrıntılarının gizli kalmasını istediler. Savcılık da “soruşturmanın zarara uğramaması ve bilgi kirliliğinin kesilmesi için olayın ekonomik nedenden olmadığının kesin olduğunu” açıkladı. Ancak derdi insan ve öğrenci hakkı olmayan iğrenç gruplar, ailesinin ve savcılığın açıklamasına rağmen bir insanın intiharını, kasten kendi alçakça siyasetleri için kullandılar. Mesela yaptıkları göz boyayan yürüyüşten sonra terör partisi HDP propagandası yaptığı için “ihraç edilen bir öğretim üyesinin iadesi”, “yemekhane ücretlerinin düşürülmesi”, “okulun demokratikleşmesi” gibi haince, alakasız ve yersiz talepleri çorba yaparak, paket halinde bağıra bağıra dile getirmekten utanmadılar. Zafer işareti yapıp, bu talepleri anlamsızca bağıranlara tepki gösteren öğrencilere de Resul’ün ölümüne neden olmuşlar gibi ajitasyon yaparak linç etmeye çalıştılar. Sevdiklerinin ve arkadaşlarının kanayan yarasını daha da kaşıdılar, insanların vicdanlarını istismar ettiler. Sosyal medya ve vatsap gruplarından yaydıkları yalan haberlerle insanları kışkırttılar.
Niyetleri sabit. Sisteme karşıymış gibi gözüküp sisteme hizmet etmek. Bir genç kendi canına kıydığında sebebinin sistem olduğunu söylerler. Konu toplumsal gelişme, ulusal kalkınma, bilimsel çalışma, terörle mücadele, ülkenin tam bağımsızlığı için gerekenleri yapmak olduğunda imkanları ve yürekleri yetmezse, en iyi ihtimal “muhaliflik” sıfatının “tartışılamaz kutsallığına” sığınarak kendilerine uymayan her şeye “faşizm” ve “iktidar yanlılığı” sloganlarıyla düşmandırlar. Sistem için sistemin yöntemleriyle, sisteme karşıymış gibi davranırlar. Sistemle slogan atarak, lafta değil, somut çaba ve çalışmayla mücadele edenleri ellerinden geldiği kadarıyla engellemeye çalışırlar. Dertleri Resuller, Sezenler, Zerenler’in yaşama sevinci ve hayatlarını ellerinden alan, bireysel çıkarcı, insanı değil ekonomik kârı başa koyan, insanı kendine, yaptığı işe, çevresine ve topluma yabancılaştıran, hiçbir insancıl, milli ve manevi değer tanımayan çürümüş neo-liberal sistemle mücadele felan değildir.
FELEĞİN AHLAKSIZ PARTİLERİ VE 100 YILLIK MÜCADELE
Mesela ölüm siyasetçisi bu grupları destekleyen sözde muhalif sistem partileri, Meclis’te de bu konuyu gündeme getirdiler. Sorunun kaynağını ve nasıl gerçekleştiğini söylediler. Ancak hiç kimse bu sorunları çözmek için 100. yılını kutladığımız ama anlamına birçoğumuzun varamadığı Cumhuriyet devrimleri açısından bu sorunlara bakma çabasını göstermedi. Seçim zamanlarında “Türk gençliği geleceğimizdir” laflarıyla gençliği oy deposu gören sistem partilerinin hiçbiri Resul’ün, Sezen’in ve Zeren’in yaşama sevincini, umudunu ve hayatını koruyacak çabayı, dürüstlüğü ve görev ahlakını göstermedi.
10 Kasım’da birçoğunun anlamaya çalışarak değil, yas tutarak, anmış olmak için andığı Mustafa Kemal Atatürk, yeni bir toplum ve insan yaratmak için kendini Türk devrimine adadı ve buna “Aralıksız Devrimler” dedi. Ancak öldükten hemen sonra ihanet edilen Türk devrimini anlamadan ve sürdürmeden, gencecik hayatların gerçek değerini anlamak ve korumak mümkün müdür?
“Gazi” dediğimiz, savaş ve devrimle kurulan şu Meclis’te bir parti de çıkıp “Ekonomide tam bağımsız olmaktan bahsediyorsak gençliğimizin gelecek kaygısını ortadan kaldıralım. Öğrencilerimiz diplomalı işsiz olmasın. Geçinmek için istemediği işlerde çalışmak zorunda kalmasın. Gereksiz ve faydasız bölümlerle, sonu gelmez faydasız sınavlarla vakit kaybetmeyelim. Okulların ve yurtların koşullarını iyileştirelim. Güvenli ve insanca koşullar sağlayalım. Ülkenin ihtiyacı ve gençlerin yeteneğine göre eğitim öğretimi yeniden kuralım. Gençler enerjisini ve yeteneklerini ilgilendikleri alanlarda bilim ve sanat yapmaya sarf etsin. Ne bunalıma girip intihardan, ne de asansörün düşmesinden gençlerimizi kaybedelim. Katma değer üretelim, insan kaynağımızı israf etmeyelim” diyor mu? Diyorsa bunun gereğini yapıyor mu?
Ülkelerin ve ailelerin ocağını söndüren, dar seçkin grupların zenginliğine zenginlik katıp koca toplumu maddi ve manevi her açıdan yoksul bırakan neo-liberal düzene karşı duran bir parti var mı şu Meclis’te? Kim çözecek gençliğin derdini? Kim geri verebilir Resul, Sezen ve Zeren’i? Var mı garantisi daha fazla intiharın ve ihmalden ölümün olmayacağının? Siyasiler, okul, yurt yetkilileri, yerel yöneticiler başka intihar ve ihmalleri önlemek için ne yapıyor? Cumhuriyet, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, Türkiye Yüzyılı deyip duruyoruz; bu Cumhuriyet ne, niye kuruldu, niye olmamız gereken yerde değiliz diyen çıkmayacak mı?
Meclis gündemine öğrenci intiharlarını taşımanın nedeni soruna bir çözüm bulmak mıydı? Yoksa “Bakın böyle bir olay olmuş. Bu olaylar olmamalıydı, üzgünüz, hükümeti kınıyoruz!” diyerek “bu konuda ilgiliyiz” görüntüsü vermek miydi? İlki ise hani nerede çözüm? İkincisi ise hani nerede vicdan ve ahlak?
CANA, CANLA BAŞLA SAHİP ÇIKMAK
Bir ülkedeki toplumsal-ekonomik düzen ve bunu düzenleyen siyaset, bir ülkenin en değerli varlığı ve üretici gücü olan gençlerinin intihar etmesine neden oluyorsa ve önleyemiyorsa vah o ülkenin haline! Bu sistemin adı neo-liberalizmdir. Bu sistemle mücadelenin en etkili yolu ülke koşullarına ve toplumsal yapısına uygun bilimsel, ücretsiz, toplumcu-milli bir eğitim-öğretim mekanizmasından geçer. Kendisini her anlamda geliştiren bir öğrenci, yaşadığı dünyaya farklı bakmaya başlar. Yediğinden, içtiğinden, gezdiğinden, okuduğundan, izlediğinden, konuştuğundan, oynadığından, sevdiğinden, güldüğünden, üzüldüğünden farklı, derin anlamlar çıkarır. Hele bir de siyasetin işlevi ve amacını anlamaya çalışıp hayatı değiştirmekle ilgileniyorsa neo-liberal sistemin bilinçli veya bilinçsiz bekçileri, o öğrencinin yaşam sevicini, umudunu ve çabasını elinden almanın yollarını arar. Bu yüzdendir ki Cumhuriyet değerlerine gerçekten uygun eğitim gören bir öğrenci, bu insanın insanı sömürdüğü, insan hayatının değersizleştiği ve anlamsızlaştığı sistemden kurtulmanın biricik yoludur.
Öte yandan can, sevdiklerinin ve toplumun ilelebet yaşaması için gerektiğinde feda edilebilen bir değerdir. Toplumumuz bu fedakârlık örneklerini her nesilde görülmüş. Varlıklı ailelerin çocukları olmalarına rağmen milli bilinçleriyle Çanakkale Savaşı’na katılıp şehit olmaktan çekinmeyen Galatasaray Lisesi ve Anadolu liselerinden öğrenciler… Kurtuluş Savaşı’nın mandacılığa karşı hassasiyetle Atatürk’e bile karşı çıkmaktan çekinmeyen birikimli ve cesur Tıbbiyeli Hikmetleri… 1968 Öğrenci Hareketinde demokratik üniversiteler ve tam bağımsız Türkiye için eylemler yapan Deniz Gezmiş’ler ve Hasan Yalçın’lar…. Üniversitede bölücülükle mücadele ederken PKK’lı militanlarca şehit edilen Fırat Yılmaz Çakıroğlular… PKK kurşunuyla köyünde şehit edilen Eren Bülbüller, Şenay Aybüke Yalçın ve Necmettin Yılmaz öğretmenler... Hatıralarının önünde saygı ve mücadele azmiyle eğiliyoruz.
NESİLDEN NESİLE YAS VE ŞİKÂYET DEĞİL, MÜCADELE
Her nesilde Türkiye Cumhuriyeti’ni geri kalmış, düşünmeyen, sorgulamayan, insan hayatının değersiz olduğu bir ülke haline getirmeye çalışan neo-liberal, emperyalist-kapitalist sisteme bir başkaldırı var. Hepsi Türk milli değerlerine bağlı, Cumhuriyet devrimlerinin hedeflediği, Atatürk’ün amaçladığı çağdaş medeniyet seviyesi ülküsünü sahiplenen, emekçi, vatansever ve aydın öğrenciler. O yüzdendir ki sistemin saldırdığı ilk hedef, eğitim sistemi ve öğrenciler olmuştur. Ekonomik sorunlar; gelecek kuramama korkusu; sahte, çıkara dayalı sözde arkadaşlık ilişkileri, insanın benliğine ve çevresine yabancılaştıran tüketim kültürü, çaba ve emeğimizin karşılığını bulamamak, liyakatsizlik ve doğurduğu karamsarlık; vicdan ve din istismarcılığı; altı boş, çözüm odaklı olmayan, gaz alıcı STK projelerine mahkum olmak ve sayısız enerjimizi, emeğimizi ve zamanımızı çalan mesele bugün biz öğrencilerin yüzleştiği en ciddi sorunlar. Aynı zamanda devlet kurumları ve karar alıcıların yüzleşmekten kaçtığı ciddi sorunlar. Bu sorunlar, sistemin yaşayış, ilişki ve düşünme tarzımız üzerinde ön görüp kontrol edemediğimiz etkilerin kaynağı.
Aslında en başta sorulan sorular, cevabı bir o kadar zor, bir o kadar da açık olan sorular.
Evet, gençlik olarak anlamlı ve sevdiğimiz her büyük amaç için canımızı bağışlamaktan çekinmeyiz. Ancak yaşama sevincimizi, hayallerimizi ve hakkımızı öylece elimizden alan, bizi bunalım ve ihmallere mahkûm eden kahpe feleğe karşı ayaktayız. Türk gençliği olarak bizlere düşen en büyük görev Atatürk’ü gerçekten anlamak ve onun başlattığı devrimleri tamamlamaktır. Bu yolda önümüze çıkan sistemin açık ve örtük her türlü aracı, kişisi ve yöntemine karşı uyanık olmalı, Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku’ndaki görevlerimizin gereğini yapmalıyız.
10 Kasım’ı yas değil mücadele günü bilen ve Cumhuriyetimizin 200. yılını görmek için çalışan TGB’liler olarak görev başındayız. Kahpe feleğe karşı, mücadelesinin mirasçısı olduğumuz devrimci Vatan Şairi Namık Kemal gibiyiz:
“Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin;
Dönersek kahbeyiz millet yolunda bir azîmetten!”
Kaybettiğimiz arkadaşlarımızı ve Büyük Devrimci Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı ve mücadele azmiyle anıyoruz.