ÖZGÜRLÜK PRANGASI

ÖZGÜRLÜK PRANGASI
Hilal Aydın
Hilal Aydın
ESKişEHiR İL YöNETiCiSi

Medya ve Yerli Dizilerde “Kadın”

Tüketmekten üretemediğimiz bir dönemdeyiz. Hayatımızın her yerinde bir şeyleri sürekli tüketiyoruz. Önümüzde sonsuz bir tüketim dünyası var. Kıyafetleri, eşyaları, yemekleri ve elbette film-dizileri de tüketiyoruz.

Medya -gazete, dergi, radyo, televizyon, sosyal medya (internet)- sadece bilgilendirme ve iletişim aracı olmakla kalmıyor insanların dünyasına dokunan ve etki eden bir hale geliyor.

Tüketmeye alıştık. Beynimizin içine sonsuz sayıda tüketilmiş bir dakikalık reelsleri, youtube shortları yerleştirdik. Bir dakikalık videoların da günlük yaşantımıza etkisi yadsınamasa da bunun daha tarihsel köklere sahip olanı ve üç saatlik versiyonu var: Televizyon dizileri, yerli diziler.
Televizyonun insanlığın dünyasına girdikten sonra ilk yayını 1928 yılında Amerika’da başlamış. 1968’de Türkiye’de de yayın hayatını sürdürmüş, her evin baş köşesine yerleşmiş.

Yerli televizyon dizilerimiz de haber kanallarından sonra en çok ilgi çeken noktada televizyon yapımları olmuş. O zamandan beri de toplumu yönlendirmiş, şekil vermiş.

Şimdi sadece televizyonla değil, telefonlarımızdan, tabletlerimizden de istediğimiz zaman ve yerde izlediğimiz yerli dizilere sahibiz. O kadar fazlalar ki en çok yerli dizi ihraç eden ülkelerden biriyiz. Hal böyle olunca da hem ülkemizde hem yurt dışında sürekli araştırılmış: “Dizilerin insanlara, kültüre, topluma etkisi ne?”

Yıllardan beri araştırmaların konusu olmuş, kanıtlanmış. Medyanın insanlar ve kültür üzerinde yarattığı değişimler, şekillendirmeler ortada. Medya ve insan arasındaki ilişki ortaktır. Bu iki taraf birbirine yön verir ve birbirini şekillendirir. İlk insan etkilenir ardından insana yansıyan bu etki kendini siyasi, kültürel, ideolojik, toplumsal, din gibi alanlarda da gösterir.

Dizi/filmleri izlerken karakterlerle aramızda bağlar kurar ve o karakteri içselleştiririz. En basitinden karakter yanlış bir hareket yaptığında onu yönlendirme ihtiyacı duyar; “oraya gitme, onu nasıl söylersin” gibi yakınmaların içinde bile bulabiliriz kendimizi. Dizilerin, filmlerin yarattığı etki tüm tüketim alanlarına yansıyor.

İzlediğimiz bir karekterin giyimi, hobisi tüketim sektörü tarafından sıkça kullanılmakta ve başka bir içerik malzemesi haline dönüştürülmektedir. Yıllar önce ekranlarımıza giren Aşkı Memnu hala “Bihter Maşası, Bihter makyajı” olarak sosyal medyada karşımıza çıkmaktadır.

En son karşımıza çıkan pavyon dansıyla ünlü olan dizide karekterin giydiği kıyafet “yok” satarken, pavyon dans kursları bile açılmıştır.

Bunun gibi sayısız örnekle dizilerin hayatımıza, kültürümüze, ahlakımıza etkisini görebiliyoruz. Toplumu şekillendiriyor ama bu şekillendirme en çok kadın üzerinden gerçekleşiyor.

Dizilerin saçtığı şiddet, tecavüz, korku da kadının üzerinden karşımıza çıkıyor.

Geriye giden toplun ilk kadınını kafese koyuyor. Dizilerimiz de kadını kafese koymayı en ağır ve sarsıcı biçimde yapmayı üstlenmiş.

Reklamlar, kadını sadece cinsel bir figür haline getiriyor. Hangi ürün olursa olsun kadın o ürünle beraber izleyenlere sunuluyor (araba, sakız, dondurma…) Dizilerde de kadın itaatkar olandır, bağımlıdır, güçsüzdür. Kadın şiddete layıktır, kurtarılmak için bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyandır. Çok sevildiği için “kıskanılan” oradan oraya “çekiştirilendir.” Zengin koca avcısıdır, sakardır, tatlı ama salaktır, şirketlerde sadece sekreterdir ya da bir villada hizmetçidir.

Medyanın kadına biçtiği rol budur.
Psikolojinin “repeated exposure” yani ‘tekrar eden maruz bırakma’ veya ‘sürekli maruz bırakma’ olarak açıklayabileceğimiz kuramı, her gösterimden sonra insanların ilgisinin yavaş yavaş azaldığını iddia etmektedir.

Kısacası ne kadar çok maruz kalırsan, anormal olan senin için normalleşir.

Bizim önümüze her gün sürülen şiddet, taciz, toplumsal roller, yüksek hayat standartı, çalışmadan kolay kazanmcılık, insan ilişkilerinin çıkarcılığa dönmesi, fakir-zengin, dinli-dinsiz, kapalı-açık ayrıştırmaları da normalleşiyor ve kültüre, topluma yön veriyor.

En son gözlerimiz bir kadının araba için köpek gibi havlatıldığına da tanıklık etti.

Kanal D’de yayınlanan Taş Kâğıt Makas’ta, karakterin "Bu kaba döktüğüm içkiyi sokak köpeği gibi içen kişi arabayı alır. Sokak iti gibi havla." sözlerinden sonra bir kadın havlayıp kabın içindeki içkiyi içti.

Kadınları aşağılamanın son geldiği nokta.

Reyting uğruna insanlık onuru, kadınlık gururu ayaklar altına alındı.

Nedir Bu Özgürlük?


“İnsanlar başkalarına ve kendilerine yabancılaşmakta, giderek esneyen ve biçim değiştiren değerler ve anlayışlar içinde birey özgürlüğü, başkalarının mahremiyet alanlarını ve haklarını tehdit edecek hatta onlara tecavüz edecek boyutlara ulaşmaktadır” (CERECİ, Sedat, Televizyonun Sosyolojik Boyutu, Şule Yayınları, İstanbul-1996, syf. 77)

Önümüze sunulan bir sürü dizi var. Bu dizileri izleyip izlememenin bizim özgürlüğümüze bırakıldığı ve genelde bilinçli izleyicinin doğru dizileri seçebileceği vurgularıyla karşılaşıyoruz.

Kadını köpek gibi havlatan diziyi izleyip izlememek bizim özgürlüğümüzdeymiş.

Dizileri seçmekte özgür olduğumuz yanılgısına düşebiliriz ya da bize inandırılmak istenen bu olabilir ama gerçek öyle değil. Medya toplumun tercihlerini sınıflandırır ve bu tercihlere uygun içerikler sunar. Artık “özgür” insanın farklı bir seçenek seçme şansı neredeyse yoktur. Tek özgürlüğümüz birbirinin kopyası olan içerikler arasından hangisini izleyeceğimizi seçmek olabilir.

Günümüzde özgürlüğü ortadan kaldıran her şeye, özgürlük denilmektedir.

Özgürlük, dizilerde kadının şiddete maruz kalmasını yayınlamak değildir.

Özgürlük, bu şiddeti televizyonda gösterenlere susmak ve izlemek değildir.

Özgürlük; soyunmak, uyuşturucu kullanmak, kadını cinselleştirmek değildir.

Özgürlük, demokratik devrimlerin ürünüdür.

Özgürlük, kadın ve erkeğe eşit haklar sağlamaktadır.

Özgürlük, ortaçağın feodal ilişkilerinden kurtulmaktır.

Kadın açısından özgürlük toplumun çalışan, üreten, yaratan, onurlu üyesi olmaktır.

Yoksa padişahlığa, ağalığa, şeyhliğe, erkek tahakkümüne dönme özgürlüğü yoktur. (Doğu Perinçek, Kadın, syf 49)

İnsan Özgürlüğü Kadının Özgürlüğü ile Başlar

İnsan özgürlüğü kadının özgürlüğü ile başlar.

Ölçü budur: Kadın ne kadar özgür?
Kadın özgürse, doğuracağı çocuğu, o kadının eşi, o kadının babası, o kadının arkadaşı da özgürdür.

Kadın özgürse, kadının yaptığı iş, özgürlüğün eseridir. (Doğu Perinçek, Kadın, syf 219)

Emperyalist sistemde “özgürlük” baş aşağı çevrilmiştir. Kadını da erkeği de ayrı kafese tıkar. Kafesten kadın ve erkek beraber mücadele ederek çıkabilir. Kadının özgürlüğü erkeğin de özgürlüğüdür.

Devrimlerin tanımında özgürlük, ortaçağ ilişkilerinden kurtulmaktır.

Kadının üretime dahil olması ve bir araba için erkeğe havlamamasıdır.

Devletin kurumlarının da yapması gereken bu tarz yayınlar olduktan sonra müdahale etmek değil, olmadan müdahale etmek ve denetlemektir. Bir dizi değil kaç dizi geçti böyle gözümüzün önünden? Bu televizyonlar ve yerli dizileri bir tek biz izliyoruz sadece RTÜK izlemiyor. RTÜK’ün gözlerini kapatmasına müsade etmiyoruz.

Kadın ve erkeği kafese koyan, kadını ve insanlık onurunu aşağılayan hiçbir yayına müsaade edilmemeli çünkü özgürlük bunları izleyebilmek ya da yayınlayabilmek değil.

Türk kadını ve erkeği tarihten gelen özgürlük ve devrim birikimine sarılmalıdır.

Devrimlerimiz özgürlük için savaşan cesur kadın simgeleriyle doludur. Dede Korkut’ta eşiyle güreşen tutuşan Banu Çiçek, kurtuluş savaşımızın kadın kahramanları, umutsuzluk ve mütareke döneminde vatanımızı savunacak erkek ve hükümet yoksa biz varız diyen Kadıköylü kadınlar, Kemalist devrimin kadınları, Meclise siyasi hakları için yürüyen kadınlar, çocuklarını PKK’nın elinden almak için direnen Diyarbakır anneleri, Şenay Aybüke Yalçın, Yarbay Songül Yakut’lara sahibiz.

Kısaca; Tarih onları yazdı.

Diziler de onları çeksin.


KAYNAKÇA
Ahmet Kurt, TELEVİZYONUN TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN SOSYOLOJİK İNCELEMESİ, Yüksek Lisans Tezi

Doğu Perinçek, KADIN, Kaynak Yayınları

Meltem Ayvalı, EKRANLARDAN KUŞATILAN KADIN, Aydınlık

 

 

Tarih:
Diğer Haberler