TGB MUğLA İL YöNETiCiSi
İçinde bulunduğumuz neoliberal sistemin en büyük düşmanı “insan” ve insanı var eden bütün değerlerdir. Emperyalist sistem insana kendi benliğini unutturmakla kalmıyor, insanı kendi benliğine düşman hale getiriyor.
Sanat da insanın kendi benliğine düşmanlaştırmanın aracı olarak kullanılıyor. Her şeyin tekelleştiği bu sistemde sanatta tekelleştiriliyor. Piyasalaşan sanat; insanın, kadının, toplumun, erdemleri ve özlemlerini değil, sistemin çarpık ilişkilerini zihnimize yerleştiriyor.
Türk toplumu, her alanda olduğu gibi çağdaş sanatta da birçok öncü sanatçı yetiştirmiştir. “Türk kültürünü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarmak” ilkesini benimseyen Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’deki sanatçı ve aydın birikimi üzerinde etkisi çok büyüktür.
Popüler Kültürün Hedefi Türk Sanatı
21. Yüzyılın en önemli şairlerinden olan, çağdaş Türk şiirinin öncü isimlerinden Nazım Hikmet Ran, sanatçı kişiliğinin yanında Kurtuluş Savaşı’na katılmak için ailesinden habersiz yola çıkan, öğretmenlik yapan, Kurtuluş Savaşı Destanı şiirini yazan, halka mal olmuş devrimci bir sanatçıydı. Şimdilerde Wattpad isimli uygulamada sapkın, eşcinselliğe teşvik eden, aile kavramını bozan yapıtlar, Nazım Hikmetlerimizden daha popüler durumda. Yine aynı şekilde Türkiye'de âşıklığın önemli temsilcilerinden birisi olarak kabul edilen Âşık Veysel, şiirlerinde sevgi, hoşgörü, birlik-beraberlik ve yurtseverlik, toplumsal meseleler veya siyaset gibi konulara değinirdi. Köy köy gezer, Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yapardı. Fakat bugün halk nezdinde yabancı markaları art arda söyleyerek, uyuşturucuya özendirerek, kadını aşağılayarak rap şarkı yapan “sanatçılardan” az dinlenir durumda.
Anadolu coğrafyası ve Türk Devrimi, nice aydınlar ve sanatçılar yetiştirmiştir. Nesimilerden, Fuzuli’ye, Halide Edip’e, Cemal Süreyya’ya, Neşet Ertaş’a, Cem Karaca’ya; Türk toplumu bağrından nice cevherler çıkarmıştır. Sanatın niteliğinin düşüp, nihai hedefinden saptığı bu günlerde toplum – sanat ilişkisini doğru ele alabilen aydınlarımızın ve sanatçılarımızın varlığı daha büyük önem taşıyor.
1980’lerden itibaren ülkemizde hakim olmaya başlayan post modernizm ile sanat, topluma hizmet etme çizgisinden çok küresel güçlere hizmet eden bir yola girmeye başladı. Artık sanatçı dediğimiz insanlar para veya ün gibi daha bireysel kaygılarla, sanat icra etmektedir; bu sanatın niteliğini yitirmesinde büyük bir etkendir. Sanat anlayışının sapmasıyla piyasaya sürülen ürünler sanatın endüstriyelleşmesine yol açtı. Artık topluma, insanlığa hizmet eden sanat eserleri yerine kültür emperyalizmine hizmet eden ürünler üretiliyor.
Yozlaşan Sanatın Kadın Düşmanlığı
Tekelleşmiş sanatın en çok kadını hapsettiğini görüyoruz. Yozlaşmış sanatta kadın tüm duygulardan arındırılarak cinsel bir varlık olmaya layık görülüyor. Tabi bunun kılıfı da sözde ‘’özgürlük’’ oluyor. Bu durumun en büyük örneği günümüzde üretilen şarkılar ve dizilerdir. Geçmişte erkekler tarafından kadınlara yazılan şarkılarda “Güldün, güller açıldı” ve “Evvelim sen oldun ahirim sensin” gibi cümleler geçerken 2024 yılının en çok dinlenen şarkısında “Bana hoş bakarsın, söyle, kaç paraya?” cümlelerinin geçmesi bu durumun en somut örneğidir. Kadını aşağılayıcı cümleler geçmesi; hatta insanlar tarafından eleştiri almasına karşı “Müziğimi cinsiyetçi bulmuş, hoş bakmamış.” gibi yanıtlara şahitlik ediyoruz. Halk içerisinde en çok yer bulan sanat dalı olan müzik; uyuşturucunun, cinsel metalaşmanın, LGBT propagandasının, sorumsuzluğun ve çürümüşlüğün kuklası haline gelmiş durumda.
Kadın sadece eserlerde değil, sanatçılar tarafından da hedef alınıyor. Emperyalist sistem, laiklik ve özgürlük gibi kavramları ters yüz ederek yozlaşmanın birer aracı haline getiriyor. Günümüzde bu dayatmadan etkilenerek “en seküler benim” yarışına giren; Türk kültürüne, aile yapısına ve devrimci değerlere tamamen ters uygulamalara-muhafazakâr gözükmemek adına destek çıkan bir kesim var.
Bu kesimi en çok sanatçının sanatıyla değil de kıyafetiyle gündem olduğu zamanlarda görüyoruz. Konserlere teşhir derecesinde kıyafetlerle çıkmanın, kadının ne kadar özgür olduğunun kanıtı olmadığını anlamamız gerekiyor. Sanatıyla değil, konserde giydiği teşhir içeren kıyafetle, yaptığı erotik danslarla veya sahnede rakı içmesiyle gündeme gelen sanatçılarımız maalesef ki ne kadını ne de sanatı özgürleştiriyor. Tam aksine kültür emperyalizminin ve yozlaşmanın birer tutsağı haline geliyorlar.
Milli bayramlarımızda belediyeler aracılığıyla düzenlenen konserlere milyonlarca lira para harcandı. Milletimizin alın teri, milli değerlerimize tamamen uzak konserlere peşkeş çekildi. Bu konserlerin içeriği ne çağdaş Türk sanatını, ne Türk kadınını, ne Cumhuriyeti ne de bir milli bayramı temsil etmektedir. Sanat ve sanatçının beslendiği yer, var olduğu kültürdür. Yapılan konserlerde Türk kültürüne ait bulgulara rastlayamıyoruz. Bikiniyle 10. Yıl marşımızın söylenmesi, Cumhuriyet Bayramı’nda rakı içerek konser verilmesi, ne Atatürkçülük, ne vatanseverlik ne de özgürlüktür.
Kadının sorunu toplumun sorunudur. Günümüzde Türk toplumunu temsil eden ahlak ve erdemleri, popüler kültürün kölesi haline gelmiş sanatçılarda göremiyoruz. Aydınlarımız, yerini yozlaşmış kültürün temsilcilerine bırakmış durumda. Sanat, yapısı gereği insanların kendilerini rahat ifade etmelerine, halkın sorunlarla mücadele etmesine ilişkin bir amaç barındırır. Halkın derdini dert edinmeyen, para uğruna toplumsal değerlerin içini boşaltanlar sanatı bu noktaya getirmiştir.
Sahneler cinsel hazzı, LGBT’yi, uyuşturucuyu, bireyci çıkarları temsil edenlerin değil, Türk Kültürünü ve Türk Milleti’ni temsil edenlerin olmalıdır. Kaynaklarımız çürümüş sisteme değil, milli sanatçılarımıza aktarılmalıdır. Bu bozuk sistem; endüstriyelleşen sanatın, kaybettiğimiz canlarımızın, istismarın, uyuşturucunun, metalaşmanın… Hepsinin bizzat sorumlusudur.
Aydilge Türk Kadınının Sesi Oldu
Biliyoruz ki bu yozlaşmış sanat düzenine isyan eden yüzlerce aydınımız, sanatçımız var. Sanatı, toplumun değerleriyle icra etme sorumluluğunu hisseden nice sanatçılarımız var. Geçtiğimiz günlerde post modern sanatın, kadını hedef almasına dair bilinç yaratan açıklamalarda bulunan Aydilge’ye teşekkür ediyoruz.
Sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda yeni nesil Türk rap sözleri hakkında konuşan Aydilge; “Kadın bedeninin aşağılandığı, para, marka ve bir şeyler tüttürmenin en havalı ve fiyakalı şey olarak gösterildiği bu şarkılar çok dinleniyor. Kadına şiddetin, cinsiyet temelli ayrımcılığın, zorbalığın hat safhada olduğu bir sene daha geçirdik… Bu sözlerin nasıl da bu kültürü pekiştirdiğini, normalleştirdiğini unutmayalım. Şiddetin dilde başladığını unutmayalım…” sözlerini dile getirdi.
Aydilge, bu açıklamalarıyla emperyalizmin başını çektiği, kadını cinsel meta haline getirme planlarının karşısında durdu, Türk kadınının sesi oldu. Sistem, kadını ve aileyi düşmanlaştırırken Aydilge’nin yaptığı açıklamalar, emperyalist sistemin bir silahı olan endüstriyelleşmiş sanatın karşısında net bir tavırdır. Aydilge’nin ifadelerinde ben yok, biz var; toplumu çürütmek yok, toplumu savunmak var.
Cumhuriyet Değerleriyle Yükselen Kadın
İnsanın en büyük düşmanı neoliberalizmle mücadele ediyoruz. Biz Türk gençliği olarak insanı suç makinesi haline getiren, canlarımızı bizden alan bu sistemin sonunu getirmekle yükümlüyüz. Uyuşturucu, yozlaşma, terör, insanın canına ne kast ediyorsa, insanı suç makinesine çeviriyorsa, insanı yozlaştırıyorsa onun karşısında duruyoruz. Bu bozuk düzeni Atatürk devrimlerini tamamlayarak değiştireceğiz. Genç Türkler olarak kadını erkekten ayrıştırmadan; aydınlık, eşit ve erdemli bir toplum kurmak için görev başındayız. Kadını kültür emperyalizminin en büyük artçısı olan özgürlük maskesiyle değil, Cumhuriyet değerleriyle yükselteceğiz. Bugün kadına, insana zarar veren her şeyi Atatürk devrimleriyle değiştireceğiz. Türkiye bağımsız olacak, kadın bağımsız olacak; Türkiye yükselecek, kadın yükselecek.