AKıL FiKiR KULüBü ÜYESi
Türkiye, son süreçte Savunma Sanayii alanında büyük başarılar elde ediyor. SİHA ve İHA’larımız asıl gündem olan araçlarımız olmakla birlikte Türkiye; hava, kara ve denizde çok kapsamlı bir üretimin içerisine girmiş durumda. Elbette, elde edilen bu başarılar tüm Türk milleti gibi bizleri de gururlandırıyor. Bu gelişmeler nasıl kendiliğinden gerçekleşmediyse aynı zamanda yoktan da var olmamıştır. Bugün atılım yapan Savunma Sanayiimiz iki ayrı dönemde yükseliş gösteriyor. Birincisi İstiklal Savaşı’ndan sonra, ikincisi ise özellikle 2015 yılından itibaren gelişen son evre.
Ortak Özellik Emperyalizme Karşı Mücadele
İki gelişim sürecinin de ortak özellikleri bulunmaktadır. Birinci dönemi oluşturan Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki süreçte, emperyalist kuvvetlere karşı verdiği savaşı kazanan Türkiye, tam bağımsızlık ilkesi gereği savunma alanında da çalışmalar yürütmüştür. Bunun ana nedeni, savaşlarda elde edilen tecrübeler sonucu Türk ordusunun bir daha dış devletlerden gelecek mühimmata ihtiyaç duymaması içindi. O dönemin en büyük üreticilerinden Bakü Fatihi, Nuri Killigil, “Savaş döneminde bunun acısını çok çektik, kendi sanayimiz olmadığından başka devletlerin yollayacağı iki sandık mermiye muhtaç kaldık.” diyerek açıklamıştır.
Nuri Killigil ve onun gibi düşünen savunma sanayimizin kahramanları, kurdukları fabrikalar sayesinde üretim yapmıştır. Bu süreçte emperyalizme karşı mücadele eden Türkiye, kendi silahını üretmiş hatta kendi uçağını üreten bir ülke haline gelmiştir. Elbette daha sonra emperyalizmle mücadelede zaaf gösteren Türkiye’nin savunma sanayisi süreç içerisinde gelişimini durdurmuş ve kapanmıştır. İkinci evre olarak nitelendirdiğimiz günümüzde ise Türkiye, iki farklı aşamada yeniden savunma sanayisini geliştirmeye başlamıştır. İlki, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda ABD başta olmak üzere bize silah tedarik eden devletlerin Türkiye’ye ambargo uygulaması üzerine Killigil’in Kurtuluş Savaşımız için söylediği söz yeniden vuku bulmuş ve Türkiye bir sandık mermiye ihtiyaç duymuştur. Burada edinilen tecrübeler gereği Türkiye, ASELSAN’ı kurarak savunma sanayi alanında yeniden çalışmalara başlamıştır. ABD ve İsrail’in, Tükiye’ye İHA-SİHA satmayı reddettiği 2015 sürecinde ise emperyalizmin terör örgütlerini ezen, ABD destekli FETÖ darbesini bastıran Türkiye emperyalizmle verdiği savaş neticesinde savunma sanayisini yeniden kuvvetlendirmiş ve birçok alanda bağımsızlığını kazanmıştır. İki süreci de tahlil ettiğimizde temel özelliği emperyalizme karşı mücadele olarak karşımıza çıkıyor. Emperyalizme başkaldıran, onunla mücadele eden Türkiye, savunma sanayi alanı başta olmak üzere üretimde atılım yapmış ve bu alanlarda kendi bağımsızlığını kazanmak için alın teri dökmüştür. Birkaç yıl sonraya baktığımızda, bugünlerde yine emperyalizmle mücadelede zaaf gösteren Türkiye ise üretimden kopmuş ve bağımsızlığını tehlikeye atmıştır.
Uçak Üreten Sanayii Neden Kapandı?
Yukarıda belirtmiştik, İstiklal Savaşı’ndan sonra kısa süre içerisinde Türkiye kendi savunma sanayini kurmuş, uçak üretmiş, üretmiş olduğu silah ve mühimmatları ihraç eden bir ülke haline gelmiştir.
Elbette, baktığımızda kendi kendine yetmenin ötesine geçmiş olan ve başarıyla ilerleyen savunma sanayimizin neden süreç içerisinde kapandığını anlamak gerekiyor. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Türk Savunma Sanayii maddi yetersizliklerden dolayı ve bu alana canla başla çalışarak önderlik eden Nuri Demirağ, Nuri Killigil, Şakir Zümre, Vecihi Hürkuş gibi isimlerin pes etmesi sonucu kapatılmadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya iki kutuplu bir düzen içerisinde yeniden kurulurken Türkiye, Atatürk’ün Sovyetlerle ilişkileri bozmayın vasiyetine rağmen Sovyetler Birliği’ne karşı ABD’nin yanında yer almış, Atlantik sistemine dahil olarak NATO üyesi olmuştur. Türkiye, NATO üyesi olmanın diyetini ise Kore’de şehitler vererek ve üretimden vazgeçerek ödemiştir.
Türkiye, ABD’yle uyumlu şekilde çalışamaya başladıktan hemen sonra savunma sanayii alanında geri çekilmeler başlamıştır. O dönemde ABD, kendisinin daha önce kullandığı ve envanterden çıkartma kararı aldığı silahları Türkiye’ye yardım adı altında vermiş ve Türkiye’den bunun karşılığında fabrikalardaki üretimi durdurmasını istemiştir. Hatta, o dönemin Milletlerarası Banka Müdürü Türkiye’ye gelerek uçak ihraç eden Türkiye’ye “Sizin önceliğiniz ağır sanayi değil, tarımsal üretim” diyerek gerekli yardımları yapacaklarını açıklayarak Türkiye’nin ağır sanayi hamlesini engellemiştir. Bu süreçten itibaren Türkiye’deki hükümetler ve emperyalist devletlerin ajanları elbirliğiyle Türk savunma sanayisini hedef almıştır. Devlet, özel teşebbüsler olarak kurulan fabrikalara verdiği siparişleri iptal etmiş, ağır vergiler yüklemiş, fabrikaların kapatılması için çeşitli baskılar uygulamıştır. Amerikancı hükümetlere direnen ve fabrikasını kapatmayan isimlere ise emperyalizmin hedefi olmuştur.
ABD emperyalizmi eliyle çeşitli suikastlar ve kundaklamalar sonucunda Türkiye’nin bu kaleleri tek tek yıkılmıştır. Bundan sonra Türkiye, yeniden savunma sanayisini kurana kadar ABD’den gelecek silahları beklemek zorunda kalmıştır. Kıbrıs Barış Harekatı ve terörle mücadele gibi önemli alanlar başta olmak üzere, ABD’den gelecek silahlarla verilecek silahlı mücadelede bize silah satan ABD aynı zamanda silahlarını nerede ve nasıl kullanacağımıza da karar vermiştir.
Türkiye’nin savunma sanayiisinin kapatıldı dönemde ilk uçak bombası üreticisi olan Şakir Zümre fabrikası kapatıldıktan sonra şöyle diyor: “Ülkemizde uçak ve denizaltı bombaları üreten tek fabrika benimdi. Siz onu kapatarak bizi silah ve mühimmat konusunda Amerika’ya muhtaç ettiniz.” Sonuç itibariyle emperyalizmin baskılarına boyun eğen Türkiye, kendi eliyle savunma sanayisini yok etmiştir.
Emperyalizme Zaafın Telafisi Olmaz
Bugün, Türkiye’nin savunma sanayii alanında yapmış olduğu yatırımların aslında tamamı geçmişten günümüze getirdiğimiz bir hayalin sonucudur. Türkiye bu hedeflerine şehitler vererek ilerledi. 1950’lilerde milli sanayicilerimizi şehit eden emperyalizm, 2000’li yıllarda bu hayal için canla başla çalışan ASELSAN mühendislerimizi hedef aldı. Türk Hava Kuvvetleri’nin kullandığı F-16 savaş uçaklarına yeni bir yazılım üreterek dış müdahale riskini ortadan kaldırmak isteyen ve milli tank projesi üzerine çalışan ASELSAN mühendisi Hüseyin Başbilen, Ankara'da 7 Ağustos 2006 tarihinde boğazı ve elleri kesilerek şehit edildi, yine ASELSAN mühendisi Halim Ünsel Ünal kafasından vurulmuş olarak bulundu, ASELSAN mühendisi olan Evrim Yançeken ise oturduğu binanın 6. katından düşerek hayatını kaybetti. Bu liste uzatılabilir ama sadece 6 ay gibi kısa süre içerisinde çeşitli alanlarda çalışma yürüten ve başarılı bir kariyere sahip olan 4 ASELSAN mühendisi 2006-2007 yıllarında hayatlarını kaybetti ve bu isimlerin ölümleriyle ilgili “intihar” raporu tutuldu. Sadece bu isimlerle ilgili değil aracı şarapnele yuvarlanan, evinde gazdan zehirlenerek ölen, görev yaptığı kışlada kafasından tek kurşunla vurularak ölen ASELSAN mühendislerimiz hakkında aynı “intihar” raporu tutuldu. Elbette, intihar süsü verilen bu ölümlerin gerçeği Türkiye’nin milli silah atılımı engellemek isteyen ABD emperyalizmi tarafından bu isimler şehit edildi. Fakat o süreçte bu ölümler ABD güdümünde ilerleyen iktidarlar tarafından araştırılmadı ve üstü kapatıldı. Şehit olan ASELSAN mühendislerimizin hayalleri ise kendilerinden sonra gelecek olan isimlere miras olarak kaldı.
Fakat, emperyalizme karşı yeniden savaşmaya başlayan Türkiye, mühendislerimizin hayallerine bugüne ulaştırdı ve daha büyük hedeflere ulaşmak için gerekli altyapıya sahip oldu. Fakat, ilk savunma sanayimizde baş gösteren zaaflar bugün yine önümüze çıkıyor. İzlediği yanlış ekonomik program sonucu ekonomik olarak Türkiye’yi bir çöküşün eşiğine getiren iktidar, PKK’ya belediyelerimizi teslim ederek, SİHA’mızı düşüren ABD’ye sessiz kalarak, Doğu Akdeniz’de geri adım atarak, iç politikada Türksüz Anayasa tartışmalarını yeniden gündeme alarak büyük bir zaaf içerisine girmiş durumda. Bu zaaflar savunma sanayimiz içinde tehdittir. Çünkü, Türkiye’yi kuşatan ve namlulularını bize çeviren ABD emperyalizminin ilk hedef alacağı yerlerden birisi savunma sanayimizdir. Düşman, savunma sanayimizi yıkarak bizi kendisine yeniden bağımlı hale getirmeyi ve ona karşı koymamızı engellemeyi hedefleyecektir.
Savunma Sanayii Milli Çıkarlara Hizmet Etmelidir
Türkiye, yukarıda belirttiğimiz zaafların yanında gelişen savunma sanayi alanında da hatalı adımlar atıyor. Özel sektörün elinde gelişen savunma sanayimiz, Karadeniz’deki Yunanistan olan Ukrayna’ya İHA – SİHA hibe ederek emperyalizmin Türkiye’yi kuşatma projesine hizmet ediyor ve Türkiye’nin milli çıkarlarına aykırı olan bir mevziiye yerleşmesine neden oluyor. Kişiler ve özel sektör üzerinden gelişen savunma sanayi, bir programa bağlı olmadığı için geçici olmaya mahkum ve sadece maddi çıkar gözeteceği için atacağı adımları ona uygun olacaktır. Buna karşılık Türkiye özel sektör elinde gelişen sanayiyi devletleştirerek bir program temelinde Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olarak geliştirmelidir. Türkiye, devletleştirdiği savunma sanayisiyle milli çıkarlarımıza uygun olarak Asya cephesinde emperyalist tehditlere karşı mücadele etmelidir.
Zaaf içerisinde olan ve savunma sanayisini devletleştirmeyen bir iktidar, ne savunma sanayimizi ayakta tutabilir ne de Türkiye’yi savunabilir. Emperyalizme karşı mücadele etmek Türkiye’nin geleceği için bir numaralı kuraldır. Emperyalizmle mücadele eden Türkiye; savunma sanayisini büyütmeye devam eder, ekonomik sorunlarını çözer ve vatanını korur. Aksi durumda Türkiye’nin geleceğine sahip çıkmayanlar o iktidar koltuklarında oturamaz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Her fabrika bir kaledir.” Sözü, Türk gençliği için geçerliliğini koruyor. Kalelerimizi yıkmak isteyen her girişim, Türk gençliğini karşısında bulur.