“Sodom ve Gomore, Tevrat’tan aldığımız bilgiye göre Lut ve İbrahim devrinde, Filistin diyarının türlü ahlak bozukluklarıyla Tanrı’nın gazabına uğramış iki büyük şehirdir. (…) İşte İstanbul düşman işgali altındayken romanın yazarına böyle gözükmüştü.”
Yakup Kadri, Sodom ve Gomore kitabı bu sözlerle başlıyor. Ne olmuştur da İstanbul Yakup Kadri’nin gözünde yıkılacak bir şehre dönmüştür?
Mütareke Dönemi
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile düşmanın kanlı postalları İstanbul’u sarmıştı. Sadece kanlı postallarıyla işgal etmemişti İstanbul’u. Ruhunu, varlığını ele geçirmişti. İstanbul halkının üzerine hüznü, umutsuzluğu yerleştirmişti. İşbirlikçilerini, mandacılarını İstanbul’a doldurmuştu. İngiliz, Fransız şakşakçılarını propagandası yapmıştı. Anadolu kan ağlarken İstanbul’da mandacı fikirler yaygınlaşıyordu.
Romanın ana karakteri Necdet bu durumu şöyle anlatıyor: “Asıl işgal, istila öbür tarafta oldu. Düşman çamurlu çizmeleriyle bizim evlerimize kadar girdi; ne diyorum -bizim yataklarımıza kadar! - Halbuki sizin yalnız sokaklarınızda dolaşabiliyorlar.”
Düşman istilayı sadece şehre yapmıyor, yaydığı zehrin kokusunu halk içine çekiyordu. Halide Edip Adıvar gibi vatansever aydınlar bile umutsuzluk zehrini yutmuşlardı. “Mandayı kabul” fikirlerini köşeye bırakamıyorlardı.
Yakup Kadri işte böyle bir dönemde yazdı İstanbul’u. O dönem yazar için İstanbul, İstanbul değildir. Sodom ve Gomore’dir.
Sodom ve Gomore’nin Necdet’i
Sodom ve Gomore’deki karakterlerimiz: Leyla, Sami Bey, Azize Hanım, Madam Jimson… İngilizlerle bir arada olmaktan çok mutludur. Onlarla yemekler düzenler, vakit geçirirler ve zamanla bulundukları yere yabancılaşırlar. Bu yüzden İstanbul, Anadolu’dan çok daha farklı bir konumda kalmıştır. Yabancıdır tüm vatanseverliğe, Kuvayi Milliye’ye ve kurtuluş fikrine. Ne olması, ne yapması gerektiğinin farkında değildir.
Necdet ise İngilizlere bariz bir kini olan biridir. Onların vatanında olmasını istemez ama kılını da kıpırdatmaz. Onun için umut yoktur. Yine de olabildiğince onlarla aynı ortamda bulunmak istemez.
Maalesef ki Leyla onun tam tersidir. Necdet’i anlayamaz. Siyaset konuşmayı bile çok sevmez. Onun derdi bulunduğu “mondone” camiada ön plana çıkmaktır. Onun için mühim olan tüm kadınların peşinden koştuğu İngiliz Yüzbaşı Gerald Jackson Read ile flört etmek, onu kendine aşık etmek ve ön plana çıkmaktır. Necdet, eğlenceden eğlenceye koşan sözlüsü Leyla ile bir süre sonra yapamayacağının farkına varır. Ondan uzaklaşmaya çalışır ama ondan her uzaklaştığında çektiği acı onu geri Leyla’nın peşine takar. Bir süre sonra Leyla’nın İngilizlerle flörtleşmesini sindirmeye çalışır ama bunda da başarılı olamaz. Leyla ile evlenmeyi düşünmek bile ona büyük bir ızdırap verir.
Necdet’in yabancı işgalcilere olan kini kişiselleşir. Etrafındaki kokuşmuşluk her gün daha fazla artar. İstanbul’un Sodom ve Gomore’ye dönüşünü her gün izler. Hiçbir şey yapmaz. Bu şehre lanetler okur. Anadolu’nun bağrında olmak, orada savaşmak, oradaki güzel haberleri duymak ister ama hiçbir şey yapmaz. Etrafındaki insanlarla görüşmemek ve onların çürümüşlüğünü görmek vicdanını rahatlatır belki de. Necdet karamsardır.
Mütareke dönemi sonlandığında bile Necdet ve Cemil arasında bir konuşma geçmiştir:
Necdet gözleri dolu dolu:
- Bizi iliklerimize kadar çürüttüler! dedi.
Öbürü hemen kendini toparladı:
- Yok canım; bunların hepsi geçer unutulur. Ateş her şeyi temizler. Beni de kendin gibi ümitsizliğe düşürme…
- …Dünyanın bütün kuvvetleri bir araya gelse, bir çamur yığınını bir altın kümesine çeviremez.
Ve Cemil Kami tekrar etti.
- Ateşin temizlemediği pislik yoktur.
Mütareke bitip Kurtuluş Savaşı kazanılıp düşman askerler İstanbul’u terk edince Necdet büsbütün diğer Necdet olmaktan çıkar. Leyla’ya karşı tüm aşkı son bulur. Herkese Atatürk’ü anlatır. Necdet’in değişimi güzeldir ama yeterli değildir. Bağımsız Türkiye Necdetlerle kurulmamıştır. Bağımsız Türkiye baş karakterimiz olmayan Doktor Cemil Kami’lerle kurulmuştur.
İstanbul’un Sodom ve Gomore’sinde Necdet gibi azap çeken Cemil Kami Kuvayi Milliye’ye katılır. Anadolu’ya gider. En yakından her şeyi görür. Öncülük eder. Cemil Kami:
Korkak davranmamak. Sorunu çözüme ulaştırmak için her şeyini feda etmek. Vatanı önceliğe koymak. Rahatlıkları seçmemek. Sözcüklerde boğulmamak. Harekete geçmek. Umutsuz olmamak.
Bunları yapmıştır.
Necdet bunları yapamamıştır.
İşte bu yüzden asıl mesele Necdet olmak değil, asıl mesele Cemil Kami olabilmektir.
Doktor Cemil Kami olabilmek kolay değildir elbet ama vatanımız bize çok fazla Cemil Kami’ler yetiştirip, önümüze koymuştur.
Anadolu halkı Mustafa Kemal önderliğinde savaşmış ve bağımsızlığına ulaşmıştır. Millet olmuştur. İşte Mustafa Kemal ve bu mücadelede canını, malını her şeyi ortaya koyan halkımız bize mühim olanın umutsuzluğa kapılmamak olduğunu göstermiştir.
Bir gün Alemdar Gazetesine röportaj veren Mustafa Kemal röportaj bitiminde Refi Cevat’a sorar:
“Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşur? Diye bir soru sormanızı beklerdim.”
Refi Cevat: “Vatanın kurtuluşu mümkün olmadığı için bu soruyu sormadım. Çölden farksız oldu vatanımız. Bir hayat emaresi göremiyorum. Hangi asker, hangi silah, hangi parayla?”
Mustafa Kemal’in bu soruya şöyle cevap veriyor:
“Öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu çöküntüden bir varlık, bir örgütlenme yaratmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O millettir, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilirse vatan da millet de kurtulur.”
Umutsuzluk fabrikası olan Refi Cevat bile bu röportaj sonrası “Karamsarlık içinde ruhu sıkılan bir hastanın ferahlık verici bir ilaç içmesi gibi olmuştum.”1 diyor.
İşte Türk gençliği Mustafa Kemal gibi umutsuzluğa kapılmaz. Çöl sanılan bu alemdeki hayatı görür. Eksik olanı tamamlamak da Türk gencinin görevidir. Cemil Kami olup Kuvayi Milliye’ye atılması lazımdır. Teşkilatlı olması lazımdır. Kuvveti oradan gelir.
Hilal AYDIN
TGB Eskişehir İl Başkan Yardımcısı
O teşkilat (Jön) Genç Türkler, İttihat ve Terakki, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının birikimini yaşayan Türkiye Gençlik Birliği’dir.
Biz TGB’de Necdet’ken Cemil Kami olmayı öğreniriz. Sıkılmayız, söylenmeyiz, görevlere atılırız.
Biz TGB’de Refi Cavet gibi bu aleme çöl diye bakmayı değil, Mustafa Kemal gibi bu alemdeki hayatı görmeyi öğreniriz.
İşte tüm mesele Cemil Kami olabilmektir. O da ancak teşkilatla olur.
1 - Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları (1899-16 Mayıs 1919), 1998, s. 255.