Savaştan sonra İngiliz zırhlısıyla ülkeyi terk eden Vahdettin'i savunanlar, Türk milletine her daim güvenen Atatürk'ü "İngiliz ajanı" ilan etmişlerdir

1. Dünya Savaşı Sonrası Memleketin Durumu

Dünyanın o güne değin görmüş olduğu en büyük ve kanlı savaş bitmiş, milyonlarca insan ölmüş ve emperyalist devletler kan emici emellerine ulaşıp avuçlarını ovuşturarak yeni hedeflerine göz dikmişti. Asya ve Afrika’da yaptıkları gibi sıra Anadolu coğrafyasına gelmişti. Bu coğrafyanın kaynaklarını çalıp, halkını birer köle haline getirerek kendi zenginliklerine zenginlik katacaklardı. Bunun için tüm yolları deneyecek ve hiçbir şeyden geri kalmayacakları kesindi. Amaçları için ateşkes görünümü altında işgal planları savaş sırasında zaten kararlaştırılmıştı. Savaşı kaybeden Osmanlı Devleti için “Mondros Ateşkes Antlaşması” hazırdı yalnızca Osmanlı tarafının imzası bekleniyordu. Türk Milleti senelerce süren savaşlardan yorulmuş vaziyetteydi. Önce Trablusgarb Savaşı sonra Balkan Savaşları sonrasında da Birinci Dünya Savaşı halkın belini iyice bükmüştü. Hem askere gönderecek evladı kalmamıştı hem de yiyecek ekmeği yoktu. Şimdiyse kapılarında başka bir sorun olan işgal kuvvetleri duruyordu. Asırlara yön veren Türk Milleti hiç bu kadar güçsüz duruma düşmemişti. Ortalığı boş ve sahipsiz görenler, yaptıkları ile yetinmeyip kollarını Anadolu’ya da uzatma eğilimindeydi. Yüzyılların mert, efendi ulusu Türk milletinin bağımsızlığı elden gidiyordu.

Mondros Ateşkes Antlaşması

28 Ekim 1918 günü Midilli Adası’na gelen Osmanlı temsilcileri; General Townsend, kurmay heyeti 30 Ekim 1918 günü Midilli Adası’ndaki Mondros Limanında İngiliz Kraliyet donanması gemilerinden Agamennon’da mütareke imzalanır. Koşulları da 31 Ekim 1918 günü mahalli saatle gece yarısı 24’de başlayarak yürürlüğe konacaktır. İmzalanan bu belge gereğince müttefikler, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki müstahkem mevkileri işgal edecek ve Karadeniz’e geçiş olanağını sağlamak için Çanakkale Boğazı mayınlardan temizlenecekti. Türk Donanmasına ait tüm gemiler teslim olunacak. Türk Ordusu da dağıtılacak ancak iç güvenliği sağlamaya bazı birlikler elde bırakılacak, ordunun tüm cephane, araç ve gereçleri teslim edilecek.

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve perişan çıktığı gibi galip gelen kan emici emperyalist devletler de acımasız katı tutum ve davranışları, daha da acısı, Padişah Vahdettin’in bu mütarekeyi imzalamasıyla olan olmuştu. Bunlar Osmanlı İmparatorluğunu yok eden unsurlardı. Durum böyle iken Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’ya geçmek için can atıyor ve elinden geleni yapıyordu.

Sultan Vahdettin ve Milli Mücadele

Bu çetin şartların bulunduğu dönemde maalesef ki herkes aynı düşüncede değildi. Düşman askerlerinin sokaklarda kol gezmesi ve istedikleri gibi davranmaları kimi çevrelerin dikkatini çekmiyor, bilhassa bu hadiseleri destekler niteliklerde söylem ve eylemlerde bulunuyorlardı. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde sözünü etmiş olduğu gaflet, delalet ve hıyanete düşen iktidar sahipleri kendini çok rahat şekilde gösteriyorlardı. Sultan Vahdettin, devletin ve tahtının geleceğini dönemin kanlı devletlerinin başı olan İngiltere’nin lütfuna bağlamış ve Damat Ferit, Amiral Calthorpe’a şunu söylemekten utanmamıştır: “Padişahın ve benim yegâne ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir. İşte böyle bir durumda İngiltere ne derse yapmaya hazır olan Padişah elinden geldiğince Mondros Mütarekesini uygulamaya çalışmaktaydı. Bu dönemde tüm Osmanlı topraklarında olduğu gibi Samsun'da da işgalciler ile Türk halkı arasında silahlı çatışmalara yaşanmaya başlamıştı. Bunun üzerine Arthur Calthorpe'ın imzasıyla İtilaf Devletleri, Osmanlı Hükümeti’ne bir nota vermiş ve bölgedeki karışıklıkların giderilmesini istemiş aksi halde Mondros Ateşkes Anlaşması'nın 7. maddesinin gerekçe gösterilerek bölgenin işgal edileceğini beyan etmiştir. İngiltere tarafından verilen bu notanın ardından dönemin Harbiye Nazırı Abuk Ahmed Paşa ile Sadrazam Damat Ferit Paşa bölgedeki karışıklıkları giderip, Türklerin elinden silahlarını almak için Mustafa Kemal'i uygun görmüş. Müfettişlik görev ve yetkilerinin yer aldığı fermanın görevleri içeren maddeleri kısaca şu şekildedir:

-Bölgede düzenin kurulması, yerleştirilmesi ve olayların sebebinin araştırılması.

-Bölgede varlığı söz edilen silah ve cephanelerin toplanarak Osmanlı depolarına yerleştirilerek korunması.

-Bölgede yer aldığı iddia edilen Türk direniş topluluklarının dağıtılması.

Kısacası Sultan Vahdettin devletin yönetiminden vazgeçip tüm yetkileri İngilizlere bırakmıştır. Anadolu’nun dört bir yanında dolaşan eli kanlı emperyalistler istediğini yapmaktan da çekinmiyorlardı. İngilizler ne yaparsa yapsın Sultan halkını düşünmüyor yalnızca tahtının ve canının derdinde dört dönüyordu. Mustafa Kemal’i Samsun’a göndererek Milli Mücadeleyi başlattığını savunanlar ise yukarıdaki durumu yok sayarak sanki Vahdettin’in ilk günden beri işgallere karşı olduğunu söylemişlerdir. Hatta Sultan Vahdeddin, anılarında ‘vatanına asla ihanet etmediğini, facialara karşı ama paratoner vazifesini üstlenerek, tüm kötülükleri kendi üzerine çektiğini, Atatürk’ün Samsun’a çıkış kararında da kendisinin de rol aldığını söylemektedir. Kimilerine göre ise, Sultan Vahdeddin, Anadolu’da millî bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların telkini ile yaverlerinden M. Kemal Paşa’yı geniş bir yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul’da bulunan temsilcilerinin bilgisi dışında, gizlice Anadolu’ya göndermiştir. Ancak Sultan Vahdeddin’e o kadar yakın olan Başkâtip Ali Fuat Bey’in anılarında, Vahdeddin’in böyle bir kararı olduğunu belirten, Millî Mücadele’yi planladığı umudunu veren ne bir cümlecik, ne de ufacık bir ipucu yer almamaktadır. Vahdeddin’in verdiği ileri sürülen paralarla ilgili iddia, hiç bir belgeye dayanmamaktadır. Örneğin Vahdeddin, Mustafa Kemal Paşa’ya, Anadolu’da teşkilat yapması için 40.000 altın vermiştir. Üstelik bu paranın önemli kısmı, eskiden beri beslediği değerli yarış atlarını satmak suretiyle elde etmiştir. Bir Reşat altını 7,6 gramdır. Bu da 7,6 x 40.000 = 304.000 gram, yani 304 kilo eder. Bu kadar altın Samsun’a vardı diyelim, oradan Havza’ya, Amasya, Erzurum, Sivas ve diğer yerlere nasıl taşındı? Bu iddialar gerçeği yansıtmamakla beraber Milli Mücadele Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindeki 20 kişiyle beraber Samsun’a adım atarak başlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk İngiliz Ajanı mıydı?

Atatürk’ün kafasındaki özgürlük ve cumhuriyet düşünceleri elbette ki bir anda oluşmuş şeyler değillerdi. Kendisi daha ortaokul yıllarındayken okuduğu kitaplarla bu akımları benimsemiş ve daha küçük bir çocukken bile teşkilatçı yaşamaya başlamıştır. Teşkilatçılığın merkezinde benmerkezcilik değil biz olma duygusu vardı. İşte bu yüzdendir ki Mustafa Kemal Atatürk işgaller başlayınca durumu umursamaz bir tavırla değil son derece üzüntü ve sinirle karşılamıştı. Hepimizin bildiği o meşhur “Geldikleri gibi giderler” cümlesini bir anlık öfkeyle değil kafasında oluşturduğu planlar aracılığıyla söylemiştir. Önce Vatan ve Hürriyet Cemiyeti kurmuş, sonra İttihat ve Terakki Cemiyetine katılmış, Anadolu’da ise Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti bünyelerinde çalışmıştır. Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığı uğrunda her türlü çalışma içinde bulunmuştu. Burada özellikle üzerinde durmak istenilen konu, Mustafa Kemal Paşa’nın ülkeyi içinde bulunduğu çıkmazdan, işgalden kurtarırken ve milli egemenliğe dayalı, bağımsız yeni bir Türk devleti kurarken, yaptıklarının merkezinde kendisinin vatan ve millet sevgisinin olduğu kadar hayata geçirdiği metodun başarısının merkezinde de teşkilatın, teşkilatlanmanın, teşkilatçılığının olduğunun gerçeğidir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün başarılı bir devlet adamı, ülkesini çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak için çalışan bir devrimci; ülkesi ve milleti için savaşmayı ve kazanmayı düşünen bir asker, askerlerine taarruz etmeyi değil ölmeyi emredebilme gücünü gösteren bir komutan, kitleleri peşinden sürükleyen bir liderdir. Fikirlerimin babası olarak adlandırdığı Ziya Gökalp ile sık sık bir araya gelen Atatürk bu toplantılarda vatanın kurtuluşundan konuşurlardı. İşte Milli Mücadeleye de bu birikim ve güçle başlamıştı.

Üstelik Sultan Vahdettin ve Damat Ferit Paşa ondan çok sevdiği milletinin elindeki silahları alıp, düşmana açık hale getirmek için Samsun’a gönderiyorlardı. Olmaktan en çok gurur duyduğu şey yani “Türk olmak” padişah ve yanındakiler tarafından ayaklar altına alınıyordu. Atatürk ise İstanbul’da planladığı gibi, Anadolu’ya geçip -belli bir zamana kadar- kendisine verilen yetkileri kullanarak milli direnişi örgütlemeye başlamıştı. Atatürk, Anadolu’da milli direnişi örgütlemeye başlayınca İngilizler, Osmanlı yönetiminden (Damat Ferit ve Vahdettin’den) Atatürk’ü İstanbul’a geri çağırmasını istemiş; Osmanlı yönetimi Atatürk’ü İstanbul’a çağırmış; Atatürk, İstanbul’a geri dönmeyince görevden alınmış; hatta idama mahkûm edilmişti. Nişanları, rütbeleri sökülmüştü, öldürülmesinin dine uygun olduğunu belirten fetvalar yayımlanmıştı. Bu kararların altında Vahdettin’in imzası vardı. Bu haberleri duydukça içindeki üzüntü bir kat daha da artıyordu Padişah halkına sırtını dönmüştü, yüzyıllar boyunca evladını asker olarak veren, 5 ürettiyse 4'ünü devletine veren Türk milleti padişah tarafından yalnız bırakılmıştı.  Mustafa Kemal Atatürk, Padişahın aksine her daim Türk milletine güvenmiş. Onun bağımsızlık aşkıyla yanan her bir neferini bağrına basmış ve tekrardan refaha ulaşması için her türlü fedakârlığı yapmıştır.

Vahdettin İngiliz milletine karşı kuvvetli sevgi ve hayranlık duyguları içindedir. İngiliz “dostluğuna” ve “lütufkârlığına” güvenir. Onların “hoş görüsüne” sığınmayı düşünür. Bu duygularla Anadolu’nun işgaline yol açan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasını kabul etmiştir.

-Ordunun onda dokuzunun terhis edilerek, erlerin memleketlerine gönderilmesine yönelik kararnameyi hiç tereddüt etmeden imzalamıştır.

-İngilizlere açıkça “Türkiye’nin yönetimini üstlenmeleri teklifinde bulunmuştur.

-Allah’tan sonra, umudunu İngilizlere bağlamıştır.

-Oğluna İngiliz vasi arar.

-Yalnız kendi kişisel güvenliğini düşünür. Hayatı için İngilizlerden güvence ister.

-İşgalciler tarafından desteklenir, koruma altına alınır.

-Vahdettin ülkenin ölüm kalım mücadelesine hazırlandığı bir dönemde devletin yönetimini en İngiliz yanlısı hükümete, Damat Ferit gibi bir adama bırakır. 

-Vahdettin'in şahsî çıkarları her değerden önce gelir. Millî duygulardan yoksundur. Yabancılara karşı tam bir aşağılık duygusu içindedir. Millî iradeye ve egemenliğe inanmaz. Millî Mücadele’ye karşıdır. Yurtseverlere, milliyetçilere, millî kuvvetlere düşmandır, onların vatan uğrundaki faaliyetlerini engellemeye çalışır. Bütün umudunu yabancı güçlere bağlamıştır. Çok basit bir tarih araştırması ile kimin İngilizlere hizmet ettiği, kimin tam bağımsız Türkiye uğrunda kelle koltukta gezdiği açıkça görülür.

Bizler ise Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını okudukça içimizde ona olan bağlılığımız artmakta, dönemin zorlu şartlarında dahi vatanını ve milletini savunmaktan geri çekinmeyen tarihin en büyük komutanının izinden gideceğimiz söz veriyoruz. Kuvvetimizi aldığımız ve şiarımız olan Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinde olduğu gibi;

“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Mert Ateş

TGB Bolu İl Başkanı

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler