

YAZAR
Clausewitz ünlü eseri “Savaş Üzerine” isimli eserinde “Savaşta mutlak galibiyet düşmanın savaşma iradesini ortadan kaldırmaktır.” der. Atatürk şu üç ifadesinde asker gözüyle bu durumun farkındalığını yansıtır: Kartal İstimbotu’nda İstiklal Savaşı’nın ilk işaretini verdiği “Geldikleri gibi giderler” ifadesi, Sakarya Savaşı’nda son taarruz öncesi İsmet İnönü’yle konuşmasında kullandığı “İsmet savaş burada kazanılır (kafasını göstererek), Yunanlılar burada kaybetti. Yarın vuruyoruz” ifadesi ve Nutuk’ta temellendirdiği “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlûp olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir” cümleleri... Bu cümleler bir savaş teorisyeni kadar kadar ülkesinin birikimine güvenen bir aydının sözleridir.
İKİ AYDIN ÇİZGİSİ
Her insan içinde yaşadığı çağın ve koşulların ürünüdür. Ancak insanlar çağa aynı pencereden bakmaz baktıkları yer ve zamana göre bambaşka şeyler görür. II. Viyana Kuşatması’ndan beri yenilen, iki yüzyıldır geri çekilen Osmanlı Devleti Baltalimanı Antlaşması’yla ölüm fermanını imzalamıştır ve kesinkes sömürgeleşme sürecine girmiştir. Pek çok tarihçimiz tarafından imparatorluğun en uzun ve sancılı yüzyılı olarak adlandırılan 19. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde de genel hatlarıyla biraz önce bahsettiğimiz çerçevede iki aydın profili yaratmıştır: Kurtuluşu sömürgeleşen bu sömürgeleşmenin kendisine biçtiği sınırlar içinde rotasını çizerek bulmak isteyen ve sömürgeleşmeye karşı direnen buradan nasıl bağımsız olarak kurtuluruz diyen iki aydın profili. İki aydın tipi de yaşadığı çağdan ülkesine bakmış ve farklı şeyler görmüştür. Fikrin denek taşı tarih olduğu için biri galip gelmiş diğeri mağlup ve edilmiştir. Ancak yarım kalan Atatürk Devrimi’nde hala iki damar da yaşamaktadır.
ATATÜRK’ÜN BAKIŞI
Atatürk Nutuk’ta mahkum ettiği bu aydın profilini dört grup altında inceler:
“..imansız idiler...korkak idiler...cahil idiler....Bundan başka efendiler, nankör ve bencil idiler...”1
Bu değerlendirmelerle sadece İstanbul’da evlerinde oturan beyler, paşaları kastediyor sanılmasın. Kastedilen bizzat İstiklal Savaşı’na her kademede katılan komutanlar bugün İstiklal Savaşı Kahramanı olarak andığımız kumandanlardır. Örneğin Vasıf Bey Sivas Kongresi’nde “biz söküğümüzü dikemiyoruz adamlar dretnot yapıyor.” ifadesini kullanmıştır.2 Amasya Tamimi’ne Rauf Orbay imza atmak istememiştir. Atatürk tarihi bir hatıra niteliği taşır diyerek ısrarı üzerine imzalamıştır. Refet Bele, Rauf Orbay kadar da kararlı olmadığı için Atatürk’ün tabiriyle belli belirsiz bir işaret koymuştur.3 İzmir’e giren ordunun kumandanı Nurettin Paşa, Milli Mücadele’ye İnönü Savaşı’ndan sonra bir zaferin kazanılabileceğine inanarak katılmaya karar vermiş; Ali Fuat Paşa’nın başarısız Gediz Harekatı’ndan sonra ise ortalıktan kaybolmuş, Sakarya’da kazanılan zaferle tekrar ortaya çıkmıştır.4 Kazanma garantisi istemektedir. Yine Nutuk’ta Atatürk İstanbul Hükümeti Başkanı Ahmet İzzettin Paşa’yı şu sert sözlerle eleştirmiştir: “Bilemediler güvenemediler, korktular idam fermanlarını göğüsleyemediler, kazanma garantisi istediler. Daha sonra bu imansızlıklarını neyle açıkladılar? Titiz olmakla, dikkatli olmakla, acele karar vermemekle, ciddi olmakla…Kendi durdukları yeri böyle meşrulaştırdılar.5 Atatürk korkak, bencil, nankör, imansız olarak tanımladığı bu insanları yanında tutarak onların tarihe Kurtuluş Savaşı’nın büyük kahramanları olarak kalmalarını sağladı. Atatürk’ü diğerlerinden ayıran o bambaşka verişi veren “Geldikleri gibi giderler” ifadesini kullandıran tarihi bakış neydi sorusuna ise Atatürk’ü yaratan koşullar içinde bakmak gerekiyor.
MADDEYİ KAVRAMAK VE MİLLETE GÜVEN
Bu bakışın izlerini ilk olarak 1904’te not defterine yazdığı “maddeyi kavramalı” ifadesinde görürüz.6 Maddeyi, maddenin hareket yönünü kavramak olaylara bilimle bakmak. Maddenin hareket yönünü kavrarsanız buna göre konumlanabilir ve akışa göre sürüklenen değil olgulara dayanarak harekete uygun konumlanarak hedefe ulaşan eylemler ortaya koyarsınız. ”Geldikleri gibi giderler” ifadesini bu perspektifte inceleyelim.
1- Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan ülkeler savaşta yorgun düşmüş, yeni bir savaş istememektedir. Ülke kamuoyunda savaş karşıtlığı had safhadadır. Bu sebeple Batı Anadolu’ya bizzat çıkmayıp bunu Yunanlıların sırtına yüklemişlerdir.
2- Savaşı kazanan ülkelerin kendi aralarında çıkar çatışmaları vardır.
3- Türk Ordusu’nun Balkan, Trablusgarp ve Cihan Harbi’nde pişen ciddi bir subay birikimi vardır.
4- İşgallerle birlikte Hatay Dörtyol’da atılan ilk kurşunla birlikte Anadolu’da ciddi bir direniş başlamıştır.
5- Dünya bir ulus devletler çağına gitmektedir ve millet bilincine erişen, yaşadığı bölgede çoğunluğu oluşturan bir halk o topraklarından atılamaz.
6- Atatürk’ün Sivas Kongresi’nde Tıbbiyeli Hikmet’te gördüm dediği bağımsızlık şuuru
Burada belki de en önemli etmenler son iki maddedir. Atatürk Çanakkale Savaşı’nda bunu görmüştür. Bombasırtı olayında ”Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor.”7 dediği, Arıburnu’nda “Savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum.” diyebildiğiniz bir millet. Aynı millete bakan iki aydın modeli arasındaki farkı oluşturan, diğerlerinin göremediği ama Atatürk’ün idrak ettiği gerçeklik budur: “Yaşamak isteyen milletleri öldürmek kabil değildir.”8 ve Atatürk gibi yapmak hiçbir şart altında insan kaynağının belirleyiciliğinden vazgeçmemektir. Aslolan insan kaynağıdır. Yol ise şudur:
1- Düşmanın arasındaki çatışmaları kullanarak düşmanı yalnızlaştırmak
2- Doğuda bir dayanak yaratarak bütün vatanı kurtarmak
3- En önemlisi ise savaşta belirleyici olanın iç cephe olduğunu bilerek millete dayanmak, savaşı kafalarda kazanmak
Türk Milleti’ne bu değerli günü 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı hediye eden gerçeklik budur.
“..,Türk neferi nasıl harp eder? Ayağı, sırtı giyinik olmayabilir. Bazen gıdası bile az olur; fakat o, daima ileri gitmek ister ve o kabiliyettedir. Ayağı aksar, yorgundur; görürsünüz ki yine yürür ve daima ilerler. Sorarsınız “İzmir’e gidiyoruz der...Türk askerinin sinesi azim ve imanla doludur… O kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer; yani bir cevherdir… Derdine aşina çıkabilirseniz görürsünüz ki o cahil sandığınız Mehmet neler bilir, kalbinde ne büyük fikir ve emeller besler...”9
“Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilâttır. Bu teşkilât organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur.”10
SONUÇ
Bugün yılgınlık sofrasında yemek yiyenlerin gözden kaçırdıkları şey de işte budur: Türk Milletidir.
Bu sebeple korkaklık, cahillik, bencillik ve en önemlisi imansızlıkla boğuşmakta, kendilerine olan güvensizlikleri ve savaşın düşmanın iradesini kırmak olduğunu bilenlerin de çabalarıyla milletten bir şey olmayacağı fikrine sıkı sıkı sarılmaktadırlar; böylelikle konfor alanlarından çıkmayacak, mutsuz ancak mesut yaşamlarını sürdürebileceklerdir.Milletler genel olarak ekonomik saiklerle hareket eder ancak Türk Milleti son 15 yılda üç kere ekonomik saiklerden bağımsız harekete geçmiştir. Cumhuriyet Mitingleri, Yasaklanan Milli Bayramlara karşı Yürüyüşler ve Haziran Direnişiyle Cumhuriyet devrimine ve Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak için ne kadar kararlı olduğunu göstermiş, Ergenekon ve Balyoz kumpaslarına boyun eğmemiştir.15 Temmuz Darbe girişiminde Ordu-Millet elele kışla kışla, sokak sokak darbe girişimini püskürtmüştür. Göreceli başarılar ve başarısızlıklar yukarıda düğümlenen teşkilat sorununda yatmaktadır. Atatürk Devrimi bugün yine ayaktadır.20. Yüzyıla yön veren iki büyük devrimden birinin mirasçıları olarak Atatürkçülük hatırat sayfalarındaki siperlerde savaşmak, Anıtkabir’de yalnız başına çiçek bırakmak veyahut “Atam mirasına sahip çıkamadık” diyerek veryansın etmek değildir. Afrin’de Zeytindalı’nda, Pençe Harekatı’nda savaşan ordu, türlü yıpratmalara karşı yutttaşlık bilincini kaybetmemiş millet, ülkesine küsmeden bu ülkede bir şeyler üretmeye çalışan insandır. TGB olarak sık kullandığımız bir sloganla bitirmek istiyorum:
“Millete güven, kendine güven; yaparız.”
* Yazı büyük ölçüde 29-30 Aralık 2018 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkiye Gençlik Birliği olarak düzenlediğimiz Atatürk Sempozyumu’ndaki konuşmaların bir derlemesidir. Bu değerli etkinlikte bizlerle buluşan tüm isimlere değerli katkılarından dolayı teşekkür ederim.
1 Mustafa Kemal Atatürk,Nutuk,Kaynak Yayınları, 1.Basım Eylül 2015 s277
2 Mustafa Kemal Atatürk a.g.e s106
3 Mustafa Kemal Atatürk a.g.e s52
4 Mustafa Kemal Atatürk a.g.e s568
5 Mustafa Kemal Atatürk a.g.e s452
6 Atatürk’ün Bütün Eserlerleri [ATABE] c.1 s.15
7 Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat, 1930, s. 47-48.
8 Nazım Hikmet Budapeşte Konuşması
9 ATABE c.14 s27-28
10 Sadi Borak,Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları,Kaynak Yayınları s207
Onur ÖNAL
TGB İstanbul İl Yöneticisi
Çapa Tıp Fakültesi
tgb.gen.tr