YAZAR
Doğru bilinen yanlışlar, kanıksanmaktan kaynaklı olarak artık doğrunun yerini almıştır. Tarih içerisinde gerçeği yansıtmayan ancak efsaneleşen hadiseler boldur. Onlardan birinin yıl dönümünde gerçek perdesini birlikte aralayacağız.
Tam 143 yıl önce ilk Meclis-i Mebusanımız neden kapandı? Esas sebep Osmanlı-Rus savaşı mıydı? Burayı açarken 150 yıllık devrim tarihimizin unutulmak üzere olan isimlerinden birini de gün yüzüne çıkaracağız.
93 HARBİ ÖNCESİ DURUM
30 Mayıs 1876’da siyasi ayağını Mithat Paşa’nın, askeri ayağını Hüseyin Avni Paşa’nın çektiği bir devrim hareketiyle Sultan Abdülaziz, tahtından alıkonuluyordu. Bu yepyeni bir dönemin başlangıcını getiriyordu. Sultan Aziz artık “Devrik Padişah” olarak anılacaktı. Anayasa yanlılarına karşı en çetin mücadeleler onun zamanında verilmişti.
Geçmiş dönemde vebalı gibi görünen tüm vatanseverler göreve atılıyordu. Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Bey gibi isimler hep eleştirdikleri Bab-ı Ali siyasetlerinin yerine kendilerininkini koyabilecekti. Abdülaziz’in devrilmesinden 7 ay kadar sonra hükümdar krizi çözülmüş ve II. Abdülhamit “Meclis-i Mebusan’ı açmak ve Kanun-i Esasi’yi ilan etmek” koşuluyla padişah olabilmiştir.
23 Aralık 1876, devrim tarihimizin ilk somut başarısını simgelemektedir. Osmanlı Devleti, ilk Anayasasına kavuşmuş ve Meclis açılmıştır. Meclisin ilk ilgileneceği işlerden biri Osmanlı-Rus Savaşı olacaktı.
EZBER BOZUYORUZ: GEREKÇE OSMANLI-RUS SAVAŞI DEĞİL!
İlk Meclis-i Mebusanımız bize tarih kitaplarında öğretildiği gibi 93 Harbi’nden kaynaklı kapatılmadı. İki sene boyunca süren 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitimine 15 gün kala meclisin kapatılmış olması da bu fikri kuvvetlendirir niteliktedir. 3 Mart 1878 tarihinde Ayestefanos Antlaşması imzalanmış ve savaş sonlanmıştır.
Osmanlıcılığın en somut iradesi halinde bulunan Meclis-i Mebusan, savaş boyunca ayrılık görüntüsünden ziyade birlik görüntüsü sergilemiştir. Gayrimüslim mebusların hepsi Osmanlı-Rus savaşında safını net şekilde göstermiştir. Çarlık Rusya’nın savaş bahanesi, gayrimüslimlerin Osmanlı’da zulüm altında tutulduğuna dayanıyordu. Suriye mebuslarından Marunî Katoliği olan Nakkaş Efendi Meclisteki ortak iradeyi özetliyordu:
“Şu irad eylediğimiz nutuklar hemen birdenbire söylendi. Bir gün, beş gün evvel malum olub da, düşünülerek, taşınılarak söylenmedi. Herkes hissiyat-ı hazırası ne ise onu arzeyledi; bu isbat eder ki, işin içinde iğva ve teşvik yoktur.”1
O zaman esas gerekçe neydi?
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!
Osmanlı-Rus Savaşı, hem Doğuda hem Batıda aldığımız büyük yenilgilerle geçmiştir. Bu yenilgilerin sebeplerinden en etkilisi, ordu komutanlarının savaş meydanından değil de İstanbul’da Abdülhamit tarafından yönetilmesidir. Pek çok komutanın şikayetçi olduğu bu durum, muhabere olmadan muharebe edilmesini beraberinde getirerek ordunun irtibatını koparmıştır.
Adını çoktan tarih sayfalarına yazdırmış olan Müşîr yani Mareşal Süleyman Hüsnü Paşa da savaş boyunca Rumeli’de görevliydi. Savaşın sıkıntılı bir sürecinde Rumeli Harb Orduları Umum Kumandanlığına getirilmiştir. Plevne de bu sırada düşmüştür. Süleyman Paşa, yenilgiler alan Osmanlı ordusundaki son görevini Gelibolu Bolayır Mevki Kumandanlığına getirilerek almıştır. Bu bir görevden ziyade yetki düşürmedir.
Süleyman Paşa emrindeki kuvvetlerle birlikte Gelibolu’ya 30 Ocak 1878’de varmıştır. Gelir gelmez Rus saldırılarına karşı koyabilmek için Çanakkale’deki sahil bataryalarını güçlendirecek 2 zırhlının İstanbul’dan gönderilmesini istemiştir. Defalarca kez yazdığı yazılardan olumlu dönüş alamayan Süleyman Paşa, ortalığı ayağa kaldıracak telgrafını 7 Şubat 1878 tarihinde Mabeyn’e (Padişaha), Sadarete, Seraskerliğe ve Bahriye Nezâreti’ne yollamıştır.
Çanakkale’den İstanbul’a telgrafla yollanan arîzanın (mektubun) tam metni şöyledir:
“Rusyalıların İnöz’e külliyetli asker sevketmek üzere oldukları suret-i mevsûkada tahkik kılındı. Dün gece Saros Limanında bir ufak vapur dolaştığı dahi görüldü. Rusyalının Saros Körfezi’ne torpil dökmekte olduğunu hissediyorum. Karada bu kadar askerimiz ve İstanbul’da donanmamız durur iken, düşmanın yanı başımızda ve gözümüzün önünde torpil dökmesi ve elimizde bulunan Saros limanına, yani istihkâmımızın sol başına karakol koyacak bir sefinemizin bulunamayışı da tâ be-kıyamet ağlanacak fecâyi’dendir.
Zırhlı istiyorum, göndermiyorsunuz. Bu hal ile bir gün Kale-i Sultâniye’ye (Çanakkale) İnöz’den külliyetli Rus askerinin geçtiği haberini alacaksınız. Bu telgrafnâme-i acizi’nin vusulünden zırhlı göndermez iseniz ben kendimi me’muriyet halimden sâkıt addedeceğimdir. Hâsılı iki güne kadar zırhlı gelmediği halde isti’fa ediyorum. Kumandayı kime verir iseniz verin. Kulları din ve vatan kardeşlerimi gözümün önünde eli bağlı düşmana teslim edemeyeceğimi ve buna razı bulunanlardan olmadığımı arz ve istidâ-yı lütf-ü merhamet eylerim.”2
Tam dokuz gün sonra İstanbul’dan bir Osmanlı zırhlısı gelmiştir. Ancak beklendiği gibi savunmayı kuvvetlendirmek için değil, Süleyman Paşa’yı tutuklama emrini iletmek için.
ÇANAKKALE'DEN BİR SES MECLİS-İ MEBUSAN-I İNLETİYOR
Bu dokuz gün zarfında İstanbul karışmıştır. Savaş boyunca engellemelerle karşılaşan Süleyman Paşa için bu durum ilk değildi ancak sondu. Daha önce, Plevne’deki Osman Paşa’ya yardım götürme isteğini Abdülhamit’in başında bulunduğu Harp Meclisi reddetmişti. Paşa’nın “Savunma hattını Edirne’ye çekelim” önerisi de çok geç uygulamaya sokulmuştu. Ancak iki zırhlı talebine yeterli cevabın verilmemesi bardağı taşıran damlaydı.
Yukarıda aynen aktardığımız arîza, Selanik Mebusu ve aynı zamanda Selanik’te yayımlanan Zaman gazetesinin sahibi Mustafa Bey’in eline geçmiştir. Mustafa Bey, 13 Şubat 1878 günü Meclis-i Mebusan’da ayağa kalkıp ağlayarak Süleyman Paşa’nın taleplerini kürsüden duyurmuştur. Mebuslar arasında elli imzalı mazbata hazırlanmış, Serasker Rauf Paşa’nın ve Bahriye Nazırı Said Paşa’nın Meclis’e gelerek duruma ilişkin açıklama yapmaları ve görevlerinden alınıp mahkemeye verilmeleri istenmiştir. Bu isteklerin karşılığı Meclis’in dağıtılması olacaktı.
Hem Meclis-i Mebusan’ın kapatılması kararı hem Süleyman Paşa’nın tutuklanması kararı 14 Şubat 1878 tarihinde alınmıştır. Abdülhamit, kurmayı düşlediği istibdat rejimini bu olay vesilesiyle 33 yıl boyunca uygulayacaktı.
İlk Meclis-i Mebusanımız ne gayrimüslim mebusların Ruslara yakın olmasından ne de işlevsiz kalmasından kaynaklı kapatılıyordu. Tek sebep, Meclis’in görevini yerine getirmesiydi.
SÜRGÜN MÜŞİR: SÜLEYMAN PAŞA
Türkiye Cumhuriyeti Devleti boyunca yüz yılda sadece Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Fevzi Çakmak’ın taşıdığı unvanı taşımıştır Süleyman Paşa. Namık Kemallerin çağdaşıdır, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ilk üyelerinden biridir. Katıksız vatanseverlik bilinciyle kuşanmıştır.
Askeri Mektepler Nazırlığı vazifesinde de bulunan Paşa, Abdülaziz’in devrilmesinde en etkin rolü oynayan komutandır. Askeri öğrencilerle birlikte Dolmabahçe Sarayı’ndan Sultan’ı alarak tutuklamıştır.
Aynı zamanda büyük düşünce insanıdır. İlk Türkçülerimizden ve ilk anayasacılarımızdandır. Tarih-i Âlem adlı eseriyle Osmanlı Devleti öncesindeki Türk tarihini bilimsel açıdan incelemeye çalışan bir araştırmacıdır.
Süleyman Hüsnü Paşa’nın yaşamı ve eserleri ayrı bir yazı konusu niteliğindedir. Abdülhamit, amcası Abdülaziz’i deviren bir numaralı ismi yukarıda yazdığımız olaylar neticesinde rahat bırakmayacaktı. Süleyman Paşa, yargılandığı sürecin sonunda Bağdat’a sürgüne gönderilmiştir. Yaşamının geri kalan yıllarını güçlükler içerisinde Bağdat’ta geçirmiştir.
Mezarı hala Bağdat’ta bulunmaktadır. Aziz hatıralarını hak ettikleri gibi yaşatmak dileğiyle…
Dipnot:
1) Akşin Sina, 1970, “Birinci Meşrutiyet Meclis-i Mebusanı”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 25, Sayı: 2, S. 103.
2) Erol Özbilgen, Osmanlının Balkanlardan Çekilişi – Süleyman Hüsnü Paşa ve Dönemi, İz Yayıncılık, 1. Baskı, 2006, İstanbul, S. 149.