YAZAR
İbni Haldun, 1332 de Tunus’ta doğmuştur. Asıl adı Ebu Zeyd’dir.
İlk öğrenimini ‘babasından almıştır. Genç yaşta babasını kaybeden İbni Haldun, 20 yaşına gelmeden de Tunus hükümdarı, Ebu İshak İbrahim’in başkatibi olmuştur.
İbni Haldun’un genç yaşta böyle bir göreve atanması onu bilim öğrenmekten alıkoymamış hatta öğrenme arzusunu daha da arttırmıştır. Bir devlet adamı olması dolayısıyla tüm alimleri de tanımıştır.
Tunus ‘hükümdarı 1352 yılında bir savaşı kaybedince, İbni Haldun Sebte’ye gitmiştir. Daha sonra Fas sultanı Ebu Annôn ile görüşmüş, onun yanında önemli görevlerde bulunmuştur.
Tarihe Işık Tutan Haldun
İbni Haldun “Mukaddime”sinin başlarında tarih ilmini eleştirmeye başlar. Bu o zamana kadar hiç yapılmamış bir şeydir. Özellikle tarihçi geçinen bir çok yazarın eserini, bilimsel açıdan eleştirerek bunların tarihi eser olmadıklarını, ancak hikaye ve masal türünden eserler olduklarını belirtiyor. “Ben bunların eserlerini okuduktan sonra geçmişteki halleri ve şimdiki durumu düşünerek basiretin gözünden gaflet perdesini kaldırdım. İlim babında en güzel faydaları kaçırarak iflas etmiş gibi olan ben kendimden tarihe dair bir eser yazmayı düşündüm ve tarihe dair bir eser yazdım.” Diye açıklıyor o dönemde.
Tarihsel Materyalizmin İlk Habercisi
İbni Haldun, olaylara sürekli olarak derinliğine bakmış ve onların arkasındaki gerçek nedenleri araştırmıştır. İçinde bulunduğu koşullar , onun titiz bir gözlemci olmasında büyük bir rol oynamıştır. Olaylarda sürekli olarak “neden-sonuç” ilişkisini aramıştır. İbni Haldun için Tarihsel Materyalizmin ilk habercisidir demek yanlış olmaz. Her şeyden önce İbn Haldun’un bilime olan inancı tamdır. Kendisi bu hususu şöyle dile getirir: “Hakikatin kudretine mukavemet edilemez, batılın şeytanı ise akıl ve fikir silahı ile ateş altında tutulur. Nakleden şahıs sadece imla ettirir ve rivayet eder. Lakin basiret sahibi dikkat edince sıhhatli olanı zayıf olandan ayıklar. İlim ise doğru haber ihtiva eden sayfaları onun için parlatır ve Cilalar.” Bu anlayışla hareket eden İbni Haldun tarih ve toplumun üzerine yaslandığı temel ilke ve kuralları bulmaya ve analiz etmeye girişir.
İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde sosyolojik izahlarına yer yer hadislerden delil getirmiştir. İbni Haldun’un hadislere bir izah getirdiği tüm yerlerde esas olan sosyolojik bir olguyu açıklamaktır. Çünkü İbni Haldun yöntem olarak ele aldığı her bölüme sosyal bir olguyla ilgili gözlemlerini kaydederek başlar. Bu inceleme sırasında konuyla alakalı hadislere değinir ve gerekli açıklamayı yapar. Ancak her ne olursa olsun İbni Haldun, bir hadisçi değil bir sosyologtur.
Toplumların eşitlikçi kabile toplumundan uygarlığa geçişinin teorisini yapmıştır. Bu açıdan Devlet Teorisinin de kurucularındandır. Bu nedenle din ile devlet ve din ile toplum arasındaki ilişkileri de bilimsel olarak incelemiştir.
Zaten gerçek bir tarihçi de bunu yapmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde tarihin özüne yaklaşmak bile mümkün değildir.. Önemli olan tarihin içinde gizlediği bu cevheri ortaya koyabilmektir. Tarihi bilmeyenler ise hiçbir zaman olayların ardındaki gerçek nedenleri bulamazlar.
Tarih daima geleceğe dönük olmalıdır. Yoksa devletler için, uluslar için tarihin bir anlamı kalmaz. Tarih, kısa anlatmak, hükümdarların hayat hikayelerini yazmak, bazı evliyaların maceralarını yazmak değildir. Halbuki İbni Haldun’un çağına dek pek az tarihçi hariç, bu tarih cevherini ortaya koyamamışlardır.
İbni Haldun ve Devlet Kavramı
İbni Haldun’a göre de cemiyetlerin doğuşunda görüldüğü gibi kuvvetli olan tabii ve sosyal şartlar devlet kurmaya itiyor. Bireyler bilerek veya bilmeyerek devlet kurmaya yöneliyor. Kabile halinde iken görünmeyen fakat var olduğu hissedilen, kurumlar devlet kurulunca bir şekil alıyor, önceden görünmeyen hukuki kurallar artık devletin bir kurumunu oluşturuyorlar.
İbni Haldun “devlet” bir insan vücuduna benzeterek açıklıyor. Cemiyet insanın bedenini; asabiyet ruhunu, devlet de şekli yapısını oluşturur. “Devlet ve hükümetler insanların yeryüzünde bir araya toplanarak cemiyetler’ halinde yaşamalarının ve hilkatin bir şekil ve suretidir.” şeklinde açıklıyor.
Sonuç olarak diyelim ki,
Bir ideolojiye inanan toplumlar, inançlarının gereği olarak devletlerini kuracaklardır.
Yeni Kurulan Her Devletle Dirilen, Yıkılan Her İslam Devleti İle Ölen Haldun
İbni Haldun çağındaki sosyal olayları bu derece açık seçik gören ilk bilgindir. Kuşkusuz bunda, içinde yetiştiği koşulların son derece etkisi olmuştur. Zira o bütün Kuzey Afrika devletlerinin bunalımını yaşamış, yeni kurulan her devlette dirilmiş, yıkılan her islam devletinde ise ölmüştür. Bazen bir yönetici olup, devlet adamının sorumluluğunu duymuş bazen Kadı olarak “Adalet” kavramı için yüreği titremiş, bazen diplomat olarak yabancı ülkelere gittiğinde “devletimin şeref ve haysiyetini nasıl koruyabilirim” sorusundan çıldıracak dereceye varmıştır.
İşte bütün bunlar onda gözlemcilik yeteneğinin gelişmesinde rol oynamıştır. Kendisine özgü keskin zekası ile sosyal olaylar üzerindeki perdeyi kaldırıp gerçekleri görebilmiştir.
Abdülhamit Yasakladı
Büyük âlim çevresinden, bütün sultanlardan tespitleri, tahlilleri ve eserleri üzerine saygı görüyordu. Eserlerinde, dinleri ve İslamı, dinlerin içinden değil dışından, toplumsal süreçlerle açıklıyordu.
Sansür ve baskısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nu 33 yıl yöneten ve döneminde en büyük toprak kaybına uğradığımız Sultan 2. Abdülhamit İbni Haldun’un eserlerinin Osmanlı topraklarına girmesini yasaklamıştı. İbni Haldun’un eserinde “Hükümette şeriatın mutlak gerekli olmadığını söylediği” için döneminde okunmasını bile yasaklamıştır.
İbni Haldun’un halen günümüze ışık tutan eseri Mukaddime mutlaka okunmalı, okutulmalıdır.