Işık Oldun Sonsuza

Işık Oldun Sonsuza

“Yaşamak, martı kanadında rüzgâr taşımaktır.”                                                                 Hasret GültekinHasret uzun süre taşıyamadı o rüzgârı. Ancak şüphesiz kısacık ömründe onun rüzgârı, umudu, sevgiyi, inancı, direnci, en iyiyi ve en güzeli taşıdı ulaştığı her yere. Genç bir ozan, aydın, inançlı ve kararlı bir mücadele adamı. Ütopyalar ülkesinin ateş hırsızı. Hasret 1 Mayıs 1971’de Sivas’ın İmranlı ilçesine bağlı Han köyünde dünyaya gelmiştir. Han, Kızılırmak yakınında güzel bir köydür.  Köylüler ırmağın karşı yakasına Han Ütay (Ütopya) derler. Burada çok güzel çiçeklerin yetiştiği, nadir kuş türlerinin yaşadığı ve buranın gökkuşağını izlemek için en güzel yerlerden biri olduğu söylenir. Suyun karşı yakasındaki bu güzellik, dağların arkasındaki bilinmeze duyulan merak, keşfetme tutkusu ve hep en güzele olan özlem Ütopyayı doğurur. Bu ortamda dünyaya gelir Hasret ve memleketini çok sever. Doğduğu ortamın olumlu ve olumsuz tüm koşullarından etkilenir hepimiz gibi. Yaşamında bu izleri görmek mümkündür. Altı yaşında bağlama çalmaya başlayan Hasret ilk kez on bir yaşında sahneye çıkar. 20’li yaşlarına gelmeden Türk Halk Müziğinin bütün sazlarını çalabilecek duruma gelir. 1987 yılında ilk albümü “Gün Olaydı” ardından  “Gece ile Gündüz Arasında” ve “Rüzgarın Kanatlarında”  yayınlanır.  O dönem var olan Kürtçe müzik yasağını delmek için “Newroz” adıyla yayınlanan enstrümantal kasetin müzik yönetmenliğini yapar. O dönem birçok kasetin müzik yönetmenliğini yapar ve bağlamasıyla çok sayıda sanatçıya eşlik eder. Kendisini ‘özgün müzik söyleyen genç’ olarak tanıtan herkese itiraz eder. O yaptığı müzik türünü ‘ilerici müzik’ olarak tanımlar ve müziğinin çağdaşlığına vurgu yapar. Kaynağını halktan alan, halkın düşüncelerine kulak veren, ‘çağdaş halk müziği’ yaptığını ifade eder. Müziğinin temelini oluşturan halka karşı sorumluluk duygusu dünya görüşünün yansımalarını içerir. Bilimsel sosyalizmi benimser ve bunun için mücadele eder. Sanatçı kimliği ve siyasi kimliği iç içe geçmiştir. Anadolunun yegâne muhabbet aracı bağlamaya, sesini katar; özgürlüğü, kavgayı, direnci, umudu ve sevgiyi anlatır dinleyenlere. Tüm bu kavramları sadece anlatmaz Hasret, kendi hayatında somutlar işte bu nedenle yorumladığı türküler onunla anlamlanır. Zülfü Livaneli’ne ait olan türkünün “Bir insan ömrünü neye vermeli?” dizesini Hasret’ten dinlemek çok yakıcıdır. O değil midir genç yaşta bu soruya cevap arayan, bulduğu cevapların peşinden giden ve bu uğurda “ömrünü veren”.  Hasret yorumladığı türkülere bağlamasıyla, sesiyle, yüreğiyle değer katmakla yetinmez,  kendi  türkülerini üretir. Sevdam gecemde ışık Sevdam bağrımda ateşHasretinden divaneyimEtme eyleme güneşÜrettiği türkülerde, şiirlerinde ve söylemlerinde güneş, ateş, ışık, aydınlık kelimelerini yoğun kullanır ve vurgular. Ona “Ütopyalar Ülkesinin Ateş Hırsızı” denmesi ve eserlerindeki bu vurgular oldukça anlamlıdır. Hasret karanlığı ve karanlığın temsilcilerini yenecektir. Bunu ateşi, ışığı, aydınlığı yeryüzüne ve gerçek sahiplerine kazandırarak yapacaktır. “Aydınlık geleceğin hırsızlığı”na soyunur. Şiirleri de türküleri gibi Anadoludan, Anadolunun geçmişisinden, halktan beslenir ve Hasret’in çağdaş dokunuşlarıyla başka bir havaya bürünür. Şiirlerinde kimi zaman Şeyh Bedreddin’e neden sahip çıkmamız gerektiğini anlatır: “Yarin yanağından gayrı her şeye ortağız”Örneğin işe bak, ne cömertiz...Bin yıl önce, düşününceKomünmüşüz kendimizceNe demeli bu herife ?Bu cömertlik bu felsefe...Kimi zaman Yunus’a seslenir :Yüküm bulgur değil Yunus,yüküm yürek..ve hiçbirini incitmeyerek,bu yolda olanaçığ düşmez diyerek,görmeden dost eşiğive nasıl sallarsaana yavrusunun beşiğini,nenni nenniöyle...Kimi zaman da Şekspire iki çift lafı vardır: Gel ve şimdi yaşabu yüzyıldaoo... sen var ya aptal Şekspir,zannettin ki, söylediğin çok şey“Olmak ve Olmamak”şimdi hiçbir şey.. Peki ya “güneş”? Elbette şiirlerinde de görüyoruz onu.Güneşe gel sevdiğimGüneşeGel kurtulEy akıl verenTut tutabilirsensevdalan sevdalanabilirsenve hangi kainatsao her şeye gücü yetentut beni oraya götürOlayım gücü yetmeyenHasret Gültekin düşünüyor, üretiyor, paylaşıyor, aydınlığından sunuyordu bizlere.  1 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Kültür Etkinlikleri için memleketi Sivas’ta çok sayıda sanatçı ve aydınla birlikte Madımak Oteli’ndeydi. Güzel geçen dinletide halkla buluşmuştu. Ancak karanlık ve savunucuları boş durmadılar. 2 Temmuz 1993’te canlar, aşk ile söylenen türküler, inançlar, umutlar hedef alındı. Otelin etrafı sarıldı, anlaşılması mümkün olmayan kin ve nefret duyguları karanlığı getirdi. Karanlık ateşle geldi! Ateşi çalarak bizlere ışığı, aydınlığı getirmek isteyenler, bu inancı taşıyanlar ateşe boğuldular. Bir gün önce türkülerin yükseldiği Madımak otelinden çığlıklar, alevler ve dumanlar yükseldi. Bu yangının bizlerden çaldıklarına; yitirilen aydınlara, değerlere bu yazıda tek tek değinilmesi mümkün değil. Yazımızın konusu Hasret Gültekin kadar değerlidir her biri. 22 yaşında hayattan koparılan Hasret’in ürettikleri hayatta olsaydı neler yapabileceğinin kanıtı niteliğindedir. Nitekim gitmeden dizelerinin yakılacağını ve genç ölüsünü de yazmıştır Hasret. Toplatılır yazılarım,yakılır dizelerim,kurutulur gözlerim,geride genç ölüm kalır.Hasret Gültekin genç ölüsünü yazarken ölümsüzlüğünü de yazdı. Ürettiği, yorumladığı, yüreğinden kattığı her eser ölümsüzlüğünün simgesidir. Tüm bu eserlerle, yaşam biçimiyle ama en çok ölüm biçimiyle ateş hırsızlığını aşıladı bizlere. Neden ateşin karanlığın egemenlerinden çalınması gerektiğini gösterdi hepimize. Bizler Ütopyaları olanlar Hasret Gültekin’i tanımalı ve anlamalıyız düşüncesiyle yazılan yazımıza Hasret’e hasretle veda ediyoruz. Son söz Hasret’in:Ve dünya alışkanlıktan değil,sevgiyle mutluluktan dönsün diyor;hepinizi yüreğinizden öpüyorum…Hasret Gültekin ***Özge Akbulut/ Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesitgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler