İstibdat Karanlığının İlk Şehidi: Mithat Paşa

İlber Ortaylı Mithat Paşa için "anayasacı demokratların ilk temsilcisidir” der.

İstibdat Karanlığının İlk Şehidi: Mithat Paşa

Osmanlı İmparatorluğu’nda pek çok devlet adamı gelip geçmiş, kimi tarihte bir şekilde kendine yer edinmiş ve ya kimileri de tarihin amansız belleğinde kaybolup gitmiştir. Hani, Marx: “Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir” diyor ya işte Mithat Paşa’da tarihte önemsiz bir özne olmak yerine altı yüz yıllık köhneleşmiş, zamanın gerisinde kalmış olan sistemi anlamak ve ona kul olmak yerine kökten değişiklerle onu yeni dünyaya taşımak için savaşanlardan olmayı tercih etmiştir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir devlet adamı kimliği ve bu görevlerde ki üstün başarılarıyla başlıyor Mithat Paşa’nın öyküsü.

YENİLİKÇİ VALİ

Mithat Paşa 1861’ de Balkanlar’ın en sorunlu bölgelerinden biri olan Niş Valiliği’ne atanmadan önce uzun bir müddet İmparatorluk’un çeşitli yerlerinde memurluk görevleri yapıyor. Asıl adı Ahmet Şefik idi. “Övülen” anlamındaki Mithat ismi, Dîvân-ı Hümâyûn Kaleminde görev yaparken amirleri tarafından verilmiştir. Zekâsı ve etkili lisanı ile hızla yükselir ve önemli görevlere gelir. Niş, Tuna, Bağdat, Suriye vilayetleri gibi bugünün Bulgaristan,Irak ve Suriye devletlerine neredeyse eş yüzölçümüne sahip toprakları başarıyla yöneterek Osmanlı’nın aradığı yenilikçi lider olduğunu hissettirdi. Her gittiği vilayette seçimle oluşturulan “Vilayet Meclis” kurdurarak aldığı kararlar da halkın etkin rol oynamasını sağladı ve ileride kuracağı Meşrutiyeti nasıl işleteceğine dair tecrübelerini de bu vilayetlerde etkili bir şekilde göstermiş oldu. Osmanlı Devleti’nin sürekli olarak ıslah ve düzenleme çalışmaları yaptığı bu dönem de Mithat Paşa’nın özellikle Niş Valiliği’nde yaptıklarıyla öncü bir rolü olmuştur. Yörede eşkıyalık olaylarını önledi, Müslüman ve gayri Müslüm halkın barış içinde yaşaması için önlemler aldı, maliye, bayındırlık alanlarında başarılı çalışmalar yaptı. Sulama kanalları yaptırarak bölgede tarımın gelişmesini sağladı, kimsesiz çocuklar için ıslahhaneler açmak, zirai kredi kooperatifleri kurdurmak, posta şirketlerini faaliyete geçirmek gibi büyük reformlar gerçekleştirdi. Aynı zamanda Ziraat Bankası’nın ve Tarım Kredi Kooperatifleri'nin temeli sayılan Memleket Sandıkları’nı kuran kişiydi. Memleket Sandıkları ile çiftçiye yüksek faizli krediler veren tefecilere karşı devlet destekli kooperatif sistemine geçildi. Bunlar ve daha birçok icraatiyle Mithat Paşa o dönem yapılacak olan Vilayet Nizamnamesinin belirlenmesi için İstanbul’a çağrıldı ve Nizamnameyi hazırlayan komisyona dâhil oldu. Tuna Vilayeti hazırlanan Nizamname’nin pilot bölgesi seçildi ve valiliğe Mithat Paşa atandı. Aynı başarıyı burada da gösterince Osmanlı’da ki birçok vilayet Mithat Paşa’nın gösterdiği yollarla yönetilmeye başlandı. Mithat Paşa halkın yönetime katılımını sağlayarak, sorunların gerçek mahiyeti hakkında doğrudan bilgi sahibi olması ve çözüm üretme konusunda devletin işini kolaylaştırıcı bir rol oynamasını sağlıyordu. Bu yolla özellikle bölgede başlı başına bir sorun haline gelen, Çarlık güdümündeki milliyetçi akımların da önüne geçmeyi planlıyordu. Bu dönemde Mithat Paşa özellikle Rus Emperyalizmi destekli Bulgar Milliyetçiliğiyle epey mücadele etti. Bölge de birçok okul açarak kopmayı durdurmaya çalıştı. Hatta arkasında öyle bir eyalet bırakmıştı ki Bulgarları sözde Türk Mezaliminden kurtarmak için gelen Rusların, Tuna’nın gelişimine hayran kalıp köylülere “siz bize zaruretten, sefaletten şikâyet ediyor idiniz bu zenginliği, bu mağmuriyeti nankör gözleriniz görmüyor mu idi?” dedikleri anlatılır. Ancak döneminde ki her vatansever gibi yaptığı başarılı işler cezasız kalamazdı. Mithat Paşa yaptıklarıyla Balkanlarda Çarlık Politikalarını engellemeye başladığı için İstanbul’daki Rus sefiri İgnatiyef’in de çabaları ile Tuna’da Mısır gibi imtiyazlı bir vilayet yaratmaya çalıştığı düşüncesi Bab-ı Ali’de yayıldı. Böylece Mithat Paşa Tuna valiliğinden alınarak İstanbul’a çağrıldı ve Şura-yı Devlet Başkanı oldu.

HALKÇI SADRAZAM

İlk defa Abdülaziz döneminde sadrazam oldu. Ancak sadrazamlığı uzun sürmedi onu Niş valiliğinden beri istenmeyen adam ilan eden Rusya elçiliğinin de etkisiyle görevden alındı. Sadrazam değişimleri ve göstermelik yapılan reformların hiçbir işe yaramayacağını bilen Mithat Paşa tek çözümün halk iradesine dayanan bir meclis ve Padişahında bir haddi olduğunu bildiren bir anayasa olduğunu biliyordu. Anayasaya dayalı bir idarenin önündeki en büyük engelin Abdülaziz olduğu da aşikârdı. İstanbul’da kamuoyu da Mithat Paşa’nın yanındaydı halk dönemin en büyük yenilikçisini görev başında görmek istiyor Abdülaziz’de aynı oranda tepki gösteriyordu. Bu dönemde İstanbul’daki geniş çaplı öğrenci ayaklanmaları da bunu kanıtlar nitelikte. Başarısız bir V. Murat vakasından sonra Mithat Paşa ve Meşrutiyetçiler II. Abdülhamid’den Kanunu Esasi’yi ilan edeceği yönünde söz alıp onu tahta çıkarırlar. Kanunu Esasi yönetiminin ilk Sadrazamı da kendisidir. Böylelikle padişahın da bir haddi olduğu, koca bir ülkenin bir adamın keyfiyetine bırakılamayacağı ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak Abdülhamid, devlet yönetme konusundaki görüşleri ve kişiliğindeki şüphecilik sebebiyle devlette kendisinden daha etkin kişiler görmeyi istemiyor, halk ile sultan arasında da aracı olamayacağını savunarak Meclis-i Mebusan’a da karşı çıkıyordu. Meclis, meşrutiyet ve anayasa kavramlarını, iktidara gelmek için bir araç olarak kullandı. Kanuni Esasi yürürlüğe girdikten sonra daha meclis açılmadan “anayasaya dayanarak” Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı. Tek neden bu değildi. Mithat Paşa padişaha karşı sorumlu bir sadrazamdan çok millete karşı sorumlu bir başbakan gibi davranmasının yanı sıra kısa sürede sarayla anlaşmazlıklar yaşıyordu. Abdülhamid amacına ulaşmıştı. Meşrutiyeti adeta bir Truva Atı gibi kullanıp İstibdat dönemini inşa etmeye başladı. Hem de intikam alır gibi ilk olarak Meşrutiyetin bir numarası olan Mithat Paşa’yı sürgün ederek. Daha gelir gelmez Namık Kemal ve Mithat Paşa gibi vatansever hürriyetçileri sürgüne gönderen Abdülhamid çok vakit geçmeden Rusya ile olan savaşı bahane ederek Meclisi Mebusan’ı da kapattı. Abdülhamid sözünü bir buçuk yıl bile tutamadı. Mithat Paşa Ağustos 1878’e kadar devam eden sürgün dönemini İtalya, İspanya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’de geçirdi. Nisan 1877’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nın etkisiyle Avrupa kamuoyunda Rusya karşısında Osmanlı Devleti’ni savundu ve bu konuyla ilgili yazılar yazdı. Ardından Avrupa’da olması sakıncalı görülüp önce Girit’e yerleşmesine izin verildi daha sonra Suriye valiliğine atandı. Bu dönemde bile devletine küsmeyip Suriye’de de diğer valilik görevlerinde olduğu gibi üstün hizmetler gördü. Pek tabii Suriye’de ki başarılı işleri de cezasız kalamazdı. Daha önce Tuna Vilayeti’nde de olduğu gibi Suriye’de bağımsız bir devlet kurma yolunda olduğuna ilişkin iddialar üzerine 1880’de Aydın (İzmir) valiliğine gönderildi. İzmir’e gönderilmesi İstanbul’a yaklaşması için planlı atılmış bir adımdı. İlginç bir şekilde Abdülhamid ölümünün 5. yılında amcasının intihar etmediğini öldürüldüğünü iddia edip soruşturma başlattı Mithat Paşa’da Abdülaziz’i öldürme suçlamasıyla Yıldız Sarayı’nın bahçesinde kurulan Yıldız Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme kurulu bizzat Abdülhamid tarafından belirlenmişti. Zaten Mahkeme Başkanı’nın Sururi Efendi olması mahkemenin ne için kurulduğunu anlatır vaziyetteydi. Ali Sururi Efendi Mithat Paşa’nın Tuna Valiliği döneminde yolsuzluk yaptığı için görevden aldığı kadıydı. Adeta intikam alması için görevlendirilmişti. İlk sözü, “Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum, böyle bir mahkemeye hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve ülkede fesat çıkarmak gibi bir suçla davet edilmedim. Buraya gelişimin nedeni milletime ve vatana sevgimdir” oldu. İddianamedeki tek doğru şeyin altında ki tarih olduğunu söylemesi de adalet tarihine not düşürecek seviyededir. Mahkemenin sonucu beklenildiği gibi idam cezası oldu ancak ceza ömür boyu hapse çevrildi. Aslında yargılanmasında önemli etkenlerden biri de hayli şaşırtıcıydı: Mithat Paşa Cumhuriyetçiydi! Osmanlı saltanatına son vererek Cumhuriyet ilan edeceği yönünde söylentiler vardı. Aslında bu iddia yeni değildi daha öncede böyle söylentiler ortaya atılmıştı.

CUMHURİYET ŞEHİDİ

Mithat Paşa’nın cumhuriyet rejimi isteyip istemediği bilinmez. Fakat düşünceleri, dile getirdikleri ve icraatları ile bu bölümü biraz açmaya çalışalım.

Mithat Paşa kesin surette halk iradesine ve halk idaresine inanan ilerici bir liderdi. Vali olarak atandığı yerlere Vilayet Meclisi kurma şartıyla gitmesi, “önce nazırları, özellikle de mali bakımdan, bir milli meclise karşı sorumlu kılarak hükümdar üzerinde bir denetim mekanizması temin edebilmek, ikinci olarak sınıfsal ve dinsel ayrımların tümünden kurtularak bu meclise gerçekten milli bir karakter vermek üçüncü olarak adem-i merkeziyet ve yerel idarenin valiler üzerindeki kontrolünün tesis edilmesini sağlamak” amacında olduğunu söylemesi aslında planlı ve bilinçli bir hürriyetperver olduğu da kanıtlar durumda. Pek çok Osmanlı Aydını gibi halka tepeden bakmayan, halkın çıkarlarıyla devletin çıkarlarını bir görüp bu mantıkla hareket eden bir devlet adamı kendisi. Memleket sandıklarını kurması, pek çok yerde köylüye toprak sağlaması, okullar inşa ettirip bayındırlık işleriyle fazlaca ilgilenmesi bu görüşlerinin önemli neticeleridir.

Mithat Paşa Tanzimat Dönemi devlet adamı kimliğinden epey uzak birisi Batıya hayranlığı pek olmayan Avrupa’da fazla zaman geçirmemiş Batıcı kimliğinden daha ziyade Osmanlıcı görüşleri baskındır. Meşrutiyete ve halk iradesine geniş bir inancı vardır. Valilikleri sırasında bizzat görev başında birçok şeyi tecrübe etmiş ve başarmıştır. Valilikleri sırasında azınlıklara büyük özgürlükler vermiş, onları Osmanlı toplumunun bir parçası haline getirmek istemiştir. Gayri Müslümlere kötü davranmayıp özellikle eğitim, bayındırlık ve emniyet sorunlarını gidererek onlara da Osmanlı vatanseverliğini fikrini aşılamak istemiş. Fakat hiçbir zaman ayrılıkçılara fırsat tanımamış devletin toprak bütünlüğünü koruma konusunda çok hassas davranmıştır ki bu tür eğilimleri gerektiğinde kuvvet kullanarak bastırmaktan da çekinmemiştir. Mithat Paşa’nın halkçı ve Meşrutiyetçi kimliğini kanıtlayan diğer bir belge de Kanuni Esasi çıkmadan önce hazırlattığı kanun taslağı; bu taslağın bazı maddeleri şu şekilde: Meclisin üçte ikisini halkın seçmesi, bütçe ve vergilerin hükumetle beraber belirlenmesi, her kanunun önce Şurâ-yı Devlet’te, daha sonra mecliste görüşülmesi. Aslında bu özellikleriyle meşrutiyete en inançlı kişi olduğu söylenilebilir. Halkın isyan etmesinde önemli bir etken olan vergiler konusunda yeni düzenlenmeler yaptı, vergileri olabildiğince azaltıp tahsil edilmesini kolaylaştırdı. Bölge de emperyalist faaliyetlere karşı belki de tek başına direndi. Çarlık Rusya’sının Balkanlar’da ki yayılma politikasının önünde ki en büyük engeldi. Özellikle Tersane Konferansı’ndan sonra bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği şartları kesin bir dille –padişaha rağmen- reddetmiş İngiliz Dışişleri Bakanın’ın deyimiyle inatçı biriydi. Osmanlı’da modern anlamda siyasetçi-devlet adamı kavramının sıfır noktasıydı. İlber Ortaylı “Midhat Paşa vilayet yönetiminde Tanzimat başından beri izlenen modern otokratik yönetimi terk eden ilk devlet adamımız, daha doğrusu anayasacı demokratların ilk temsilcisidir” diyor ve Paşa’nın sadece Osmanlı İmparatorluğu tarihinde değil genel manada Türkiye Cumhuriyeti tarihçiliği açısından da önemini açık olarak bize aktarıyor. Ayrıca modern devletlerin en önemli ilkesi olan kanun önünde eşit vatandaş fikrinin de yılmaz savunucusuydu. Mithat Paşa'nın popülaritesinden, geçmişteki başarılı hizmetlerinden hiç memnun olmayan padişah bile yıllar sonra Namık Kemal ve Mithat Paşa’yı kastederek, “Hürriyetçilerin içinde bu ikisi gerçekten samimiyidi” diyecekti. Kısacası Mithat Paşa döneminin ilerisinde fikirleri olan işte bu yüzden de döneminin ötesinde işler yapan biriydi, asıl soruya gelince: Mithat Paşa Cumhuriyetçimiydi ? Belki de Cumhuriyet sözünü hiç kullanmadı ama Mithat Paşa’nın uğruna Taif zindanlarında boğularak canını verdiği şey hürriyet ve tebaa değil vatandaş olan bir halk değil miydi? Cumhuriyet o dönem Osmanlısı’na yabancı bir terimdi Mithat Paşa belki Cumhuriyetçi değildi ama isteklerini fikirlerini sağlayabileceği tek rejimin Cumhuriyet olduğu da apaçık ortada. Hürriyet uğruna Taif’de padişah tarafından katledilen Mithat Paşa Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temellerini inşaa edenlerdendir. Bu Cumhuriyet’in ona olan vefa borcunu ödemesi bir şarttı ve ödedi de. Mithat Paşa’nın kabri 1951’de Taif’den getirilip, Âbide-i Hürriyet’e nakledildi. Mithat Paşa ve daha nice Genç Türkler Hürriyet Tepesi’nde yan yana ebedi uykudalar. Türkiye Cumhuriyeti ve biz Türk Gençleri Mithat Paşalardan, Genç Türklerden aldığımız mirasla bugün emperyalizmin ve gericilerin karşısında Hürriyet Cephesi’nin en önündeyiz. Geçmişte bağrından nice Mithat Paşalar, Namık Kemaller, Mustafa Kemaller çıkaran bu millet gelecekte de aynı inançla bağrından nice Genç Türkler çıkarmaya muktedir olacaktır.

Furkan Akcan
TGB Ankara Üyesi

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler