YAZAR
ABD’nin soğuk savaş yıllarında batı bloğunun lideri olarak mümkün mertebe Batı Asya petrollerine sahip olması gerekiyordu. Bu sahip olma isteği ABD tarafından daha sonra Sovyetler Birliğine dönük olarak hazırlanan “Çevreleme doktrini” ile bütünleşmişti.
Çevreleme Doktrini ve Batı Asya’daki Etkileri
Çevreleme doktrini ile ABD ikinci dünya savaşında harap bir halde çıkmış batı bloğu ülkelerine askeri ve mali yardımlarda bulunuyordu. Çevreleme doktrini daha sonra Truman doktrini adı altında devam etmişti. Ancak bu doktrin kendini Sovyet tehdidi altında hisseden Türkiye ve İran dışında Batı Asya’da etkin olamamıştı. Kendilerini Sovyetler tehdidi altında hissetmeyen hatta Arap-İsrail savaşları ile Sovyetler Birliğine güvenen Arap ülkeleri bu doktrinin Batı Asya’da hayata geçmesine izin vermemiştir.
Batı Asya’da ilk yıllarda ki bu stratejisi süper güç döneminde ise Nixon doktrini olarak anılmaya başlanmıştı. Nixon doktrini Amerikan dış politikasının artık ikinci dünya savaşı ardında ki gibi devam edemeyeceğini ilan ediyordu. 1970’li yıllarda başlayan bu doktrin ile ABD kendi taraftarı devletler ile ekonomilerini bütünleştiriyordu. Nixon doktrini kısaca ABD’nin savaşması gereken yerlerde yükün dost devletlerarasında paylaştırılması gerektiğini söylüyordu. Bununla birlikte belli noktalarda ABD bölgesel çatışmalara girmeyeceğini müttefik devletlerini destekleyeceğini belirtiyordu. Bunun sonucunda İslam devrimine kadar olan süreçte İran’a diğer müttefiki gördüğü Suudi Arabistan’a iki ayaklı bir silah sevkiyatına başlıyordu.
Ancak 1979 İran İslam devrimi ile Batı Asya yepyeni bir sürecin içerisine girecekti. Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgal etmesi, Irak’ta Baas Partisi’nin iktidarını kalıcılaştırması, Suriye’de Hafız Esad’ın İsrail karşıtı politikalar yürüterek 1973 Arap-İsrail Savaşlarına zemin hazırlaması, ABD için Batı Asya’da yeni politikalar üretmek zorunluluğunu gündeme getirmişti. ABD tüm bu gelişmeler karşısında Carter doktrinini yayınlayarak artık sıcak çatışmanın içine dâhil olacağını söylüyordu. Basra Körfezi’ndeki emperyalist hedeflerinin tehlikeye girmesi üzerine her türlü Amerikan karşıtı faaliyeti silahla durduracağını açıklıyordu.
Bu sürecin ardından Batı Asya’da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Arap Ülkelerindeki Gelişmeler
Başta Suriye ve Mısır üzerinden gerçekleşen ABD karşıtlığı, Suriye’de 1963 darbesinden sonra yeni bir boyut kazanacaktı. İktidarı ele geçiren Salah Cedid ve Hafız Esad, Baas Partisi’nin ideolojisinin babası olarak Mişel Eflak yerine Zeki Arsuzi’yi kabul edecektir. Aynı zamanda doktrinel olarak ise Arap milliyetçiliği düşüncesi yerini Suriye milliyetçiliğine bırakacaktı.
Tüm bu gelişmeler Irak Baas Partisi’nin güçlenmesine yol açmıştır. Mişel Eflak, Irak Baas Partisi’nin ideolojik babası kabul edilecek ve yönetiminde söz sahibi olacaktı. Daha önce Irak’ta siyaset yapmış cezalı Baas Partisi aktörleri, bu dönemde güçlenmeye başlayacaktır. Ahmed Hasan El Bekir iktidarı döneminde İngilizlere ait olan petrol şirketlerinin millileştirilmesi ile Irak ekonomisi yükselişe geçmişti. Irak petrol gelirleri 1968 yılında 476 milyon dolarken 1980 yılına gelindiğinse ise 26 milyar dolara yükselmişti. Ahmed Hasan El Bekir’in iktidarı döneminde ki bu başarının mimarı Saddam Hüseyin’di. Saddam Hüseyin bu cephenin lideri olarak iç tartışmaların ardından 1979’ta resmi olarak Irak’ın başına geçecekti.
Saddam’ın iktidarı ile Irak yüksek bir silahlanma yaşayacak güçlü bir istihbarat ağı kurarak bir takım suikastlere girişecekti. Bu silahlanma ve İstihbarat ağı Batı Asya’da yeni bir aktörün Irak gerçeğinin doğmasına sahne olacaktı.
Bu gelişmelerin ardından yaşanan 1979 İran İslam Devrimi Saddam Hüseyin’in Irak’ını ciddi şekilde etkiliyordu. Irak nüfusunun %60’ının Şii olması ülke de yeni halk hareketlerine zemin hazırlamıştı. Tüm bu gelişmeler karşısında Saddam Hüseyin Iraklı Şii lider Muhammed Bakr Es Sadr gözaltına almış ve hapishanede öldürtmüştür. Dini lidere karşı girişilen bu suikastın sonunda İran ve Irak 22 Eylül 1980’de savaşmaya başlamıştır. Ancak bu savaşın arkasındaki asıl neden ABD ve emperyalist kuvvetlerin Basra Körfezi’ndeki petrollere hâkim olma isteğiydi. ABD bu savaşta ilk başlarda Irak’ı daha sonra ise İran’ı destekleyerek dengeleme politikasını uyguluyordu. ABD’nin asıl amacı körfez bölgesinde güç bir devletin ortaya çıkmamasıydı. İran’daki devrimin antiemperyalist karakteri olması nedeniyle ABD, Suudi Arabistan’ı yeni bir güç olarak ortaya çıkarmaya uğraşıyordu.
Bahsedilen dengeleme politikası ile ABD Irak’ı ve İran’ı ciddi bir ekonomik darboğazın içine itmişti. Özellikle Irak bu dönemde 80 milyar dolar borçlanmıştı. Bu borçların neredeyse yarısı körfez ülkelerinden alınmıştı. Kuveyt’ten 14 milyar dolar alan Saddam Kuveyt Şeyhi Es Cabir’den bu borcun silinmesini talep etmişti. Ancak bu istek kabul edilebilir değildi. Kuveyt’in bu talebi reddetmesi üzerine savaştan yeni çıkmasına karşın aktif silah gücü hazır olan Irak, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırdı ve 4 Ağustos 1990 günü Kuveyt’i Irak’ın on dokuzuncu vilayeti ilan etti. Saddam’ın işgalin ardından dünya petrol rezervlerinin %7’si Basra Körfezi petrol rezervlerinin %20’sine sahip olması ABD’nin müdahale etmesinin temel nedeni olmuştur.
Ancak ABD, bu emperyalist hedefleri gizlemek için Suudi Arabistan’ın davetini beklemiştir. Suudi Arabistan Irak’ın bizi işgal etme tehlikesi gün yüzüne çıkmıştır
çağrısının ardından ABD birinci körfez savaşı olarak anılacak olan emperyalist savaşı başlatmıştır. ABD Kral Fahd’ın çağrısı üzerine yaptığı açıklamada Suudi Arabistan’ı korumak için çöl kalkanı harekâtına başladığını duyurmuştur. Ancak bu kuyruklu bir yalandır. ABD’nin esas amacı Basra körfezinde ki petrol kuyularına hâkimiyetini pekiştirmek ve Ortadoğu’da kalıcılığını tescillemektir.
ABD’nin Irak İşgali ve Önleyici Saldırı Tezi
Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılmasının ardından ABD, Irak’ın silahlanmasını kontrol altına almak istemişti. Ancak Saddam Hüseyin buna yanaşmadı. Çünkü Irak mağlup olunan savaşın ardından yeniden silahlanıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin silahlanma karşıtı çağrısına olumlu yanıt alamaması ABD için beklenilen işaret fişeği olmuştu. 16-18 Aralık 1998’de gerçekleştirilen hava harekâtı ile ABD yeni bir savaşın haberini vermişti.
Bu harekâtlar esnasında ve sonrasında Batı Asya’da ABD karşıtı propagandalar oldukça güçlendi. ABD’nin finanse ettiği sözüm ona Batı karşıtı terör örgütleri gündeme gelmeye başladı. Afganistan’da Usame Bin Ladin’in liderliğini yaptığı El Kaide’nin 11 Eylül 2001 saldırısı, ABD ve dünya açısından taşların yerinden oynamasına sebep oldu.
Artık ABD, Carter ve Clinton döneminde devam eden dış politikalardan tamamıyla vazgeçmiş ve Bush Doktrini isimli yeni emperyalist savaş stratejisini hayata geçirmiştir. Bush doktrini daha sonrasında önleyici savaş olarak anılmıştır.
Önleyici savaş, ABD içerisinde tehdit olarak algılanacak kuvvetlerin yerinde imha edilmesiydi. Başta terör örgütlerine yönelik bildirilen bu strateji ucu açık bir şekilde emperyalist hedefler için kullanılmaya başlandı. George Bush 11 Eylül’ün ana sebebi olarak Saddam Hüseyin yönetimini belirledi. 2002 yılında yaptığı konuşmalarda Saddam’ın durdurulacağını söyledi. Aynı süreç içerisinde ABD Irak’ın kitle imha ve nükleer silah depoladığını iddia etti. Bu silahların elinden alınması gerektiğini duyurdu ve 17 Mart 2003 tarihinde Saddam ve oğlunun ülkeyi terk etmesini emretti. Saddam bu isteğe uymayınca ABD ve İngiltere BM izni olmadan 20 Mart 2003 tarihinde Irak’a operasyon başlattı ve Irak’ı işgal etti.
Irak’ın işgalinin ardından ABD iddia ettiği gibi tek bir kitle imha silahı ve nükleer başlık bulamadı. Olayı terörizme ve 11 Eylül’e bağlayarak sıyrılmak istediyse de Batı Asya milletleri tarafından ana hedefin Irak petrolleri olduğu gerçeği anlaşıldı. Amerika bölge de kalıcı oldu ancak bu işgal sonrasında Amerikan karşıtı hareketler yükseldi.
Sonuç olarak Irak işgalinin ardından Batı Asya’nın mücadele tarihi Amerikan emperyalizmine karşı duranlar ve Amerikan şakşakçılarının mücadelesi olarak şekillendi.
Halil Yiğit Gök
TGB Dokuz Eylül Üniversitesi Birim Yöneticisi
Kaynakça
1. https://www.youtube.com/watch?v=jNqVNPpmqSU
2. http://www.tuicakademi.org/gecmisten-gunumuze-abdnin-ortadogu-politikasi/
3. Fahir Armaoğlu, Arap- İsrail Savaşları
tgb.gen.tr