YAZAR
Tarihsel ve emperyalist bir yalan olduğu gerçeği hukuki ve tarihi belgelerin ışığında kanıtlanmışken, 1915 Ermeni olayları her 24 Nisan’da klasikleşmiş bir şekilde, ülkemize karşı ‘‘soykırım’’ suçlamalarıyla gündemde yer alıyor. Geçtiğimiz yıl ABD Başkanı Joe Biden, ‘‘soykırım’’ ifadelerini kullanmıştı ancak Biden bu ifadeyi kullanan ilk başkan değildi ve son da olmayacak. 1981’de 40. ABD Başkanı Ronald Reagan da ‘"soykırım" ifadesini kullanmıştı. Barrack Obama'da 1915 olaylarını "20.yüzyılın ilk kitlesel vahşeti, büyük felaket" olarak değerlendirmişti. Başka bir örnekte, Trump döneminde de hem Senato hem de Temsilciler Meclisi Ermeni olaylarını soykırım olarak tanımıştı. Her ne kadar tarih boyunca bu emperyalist yalanın imal merkezi ABD olmuş olsa da Fransa, Hollanda, İsviçre ve Danimarka gibi ülkelerde de "soykırım" suçlamalarının örneklerini görüyoruz. Örneğin; geçen yıl Hollanda Temsilciler Meclisi, 17 Mart'ta Hollanda'da olacak seçimler öncesi 1915 Ermeni Tehcirini "Ermeni soykırımı" olarak tanımıştı. Başka bir örnekte ise Macron, 2017'deki seçim vaatlerinden birisi olarak 24 Nisan'ı "Ermeni soykırımını anma günü" olarak ilan etmişti” Peki bu örneklerden de göründüğü üzere biz bu saldırılara karşı ülkemizi nasıl savunuyoruz? Nasıl mücadele etmemiz gerekir?
Amaç; Türkiye’ye ‘‘Dört Bir Koldan’’ Saldırmak
Türkiye’nin rotasını Asya’ya çevirmesiyle birlikte ABD, ülkemizi yeniden Atlantik rotasına sokmak ve tabiri caizse Asya'ya yönelişin bedelini ödetmek için Türkiye'yi kaos planları çerçevesinde bölmek için dört bir koldan namlularını ülkemize yöneltmiş durumda. Daha doğrusu yüz yılı aşkın süredir ülkemize yönelen emperyalizm namluları bugün de ülkemize yönelik büyük bir tehdit unsurudur. Cumhuriyet ilan edildiğinde Ermeni çetelerini, Cumhuriyet’i yıkmaya yönelik isyanları destekleyen, Şeyh Saitleri Cumhuriyete karşı ayaklandıran emperyalizm bugün de var gücüyle Türkiye karşıtı cepheyi diri tutmak için hareket etmektedir. Diğer bir yandan Emperyalizm ‘‘soykırım’’ suçlamalarıyla tarihimizi hedef almaktadır. Kurtuluş Savaşımızı, soykırım savaşı olarak görüyor. Karen Fogg'un deyimiyle ‘‘tarihimizle yüzleşmemizi’’ istiyorlar. Bugün PKK ile mücadelemiz de güncel soykırım suçlamalarıyla hedef alınıyor. Türk ordusunun terörle mücadelesi batı medyası tarafından ‘‘Kürtlere soykırım’’ olarak adlandırılıyor. Buradan şunu görmeliyiz: Soykırım yalanı, Türkiye’nin milli mücadelesini hedef almaktadır.
Bugün, ABD emperyalizmi sadece silahla saldırmıyor. Diğer bir ifadeyle, savaş sadece silahla verilmiyor. Silah, ‘‘dört bir koldan’’ saldırının sadece birisi. ABD, ülkemize yönelik savaşı silah haricinde ekonomik yaptırımlarla, toplumun yapısını ve milletin birliğini hedef almasıyla ve Türkiye’yi uluslararası alanda küçük düşürme politikalarıyla yürütmektedir. 1915 Ermeni olaylarını ‘‘soykırım’’ olarak tanımalarındaki amaçta ülkemizi uluslararası arenada katliamcı ilan etmek, küçük düşürmektir.
Ermeni Diasporasına Yüklenen Görev
Yurtdışındaki Ermeni diasporası ise bu meseleyi gerçeklerin çarptırıldığı, sahte, yalan ve yanlış verilere dayanarak Türk devletini soykırımcı ilan etme görevini üstlenmektedir. Bu görev doğrultusunda da 1915 Ermeni Tehcir olayını, sürekli olarak değişik yöntemlerle Dünya kamuoyuna, ülke parlamentolarına, hükümetlere, kiliselere, gerçekler çarpıtılarak ve tarihi belgeler göz ardı edilerek taşınıyor. Bu görev diasporaya ABD ve kimi Avrupa ülkeleri tarafından yüklenmektedir. Çünkü ortaya konan bir ‘vizyon’ var: Soykırım iddiaları, diaspora Ermenilerini bir araya getiren ortak ilke ve hatta kimlik sorunu olarak ortaya konuldu. Bu vizyon doğrultusundaki hedef ise Türkiye karşıtı cepheyi daima diri tutmak. Bu doğrultuda da yurtdışında özellikle kiliselerin ve belediyelerin de fonlarıyla, konferanslar, toplantılar düzenleniyor, kitaplar yayınlanıyor.
Ermeni Soykırımı Yalanıyla Mücadelede “Tarihi” Yanlış
Bu mesele tarihi bir “tartışmadır”, sözü, savunmayı tarihçilere bırakalım. Sözde Ermeni soykırımı meselesine dair televizyonlarda, ‘uzmanların’ ağzında en çok rastladığımız savunma yöntemi. Bu bakış açısı meseleyi daha da çözümsüz bir hale getirmektedir. Her şeyden önce bu meselenin bugün tartışılacak bir yanı yoktur. Bu tartışma yıllar önce bitti. Diğer bir yandan, soykırım hukuki bir kavramdır. ‘‘Soykırım’’ kararı ile ilgili hükmü yalnızca mahkemeler verebilmektedir. 1915 olayları ile ilgili bir mahkeme kararı ise yoktur. Yetkili mahkeme kararı yoksa soykırım da yoktur. Demek ki kendisi hukuki bir kavram olan soykırıma dair tartışmalar hakkında ne tarihçilerin ne de meclislerin hüküm verme yetkisi yoktur. Ermeni çetelerine karşı başlatılan tüm harekatlar, uygulanan tehcir kanunu Türkiye’nin vatan savunmasının bir gereğiydi. 1915’te yaşanan olaylar, karşılıklı bir kırımdan ibarettir. Vatan savunmamızın doğal bir sonucudur. 1915’te yaşanan olaylar tarihi bir meseleyse neden bu mesele özelinde kazanılan zaferler tarihi bir başarının veya tarihçilerin ürünü değildi. Rus arşivinde yer alan tarihi belgeleri neden tarihçiler pratikte kullanmadı veya mahkemelere sunmadı. Çünkü yukarıda da söylediğimiz gibi tarihçiler bu meseleyi ne kadar incelese de araştırsa da bu mesele hakkında hüküm verebilecek konumda değildir. Bu mesele tarihi gerçekleri dile getirmekle çözülecek bir mesele değildir. Bu mesele siyasi mücadele sonucunda kazanılan zaferlerle tarihin tozlu raflarında kalmış bir meseledir.
Soykırım Yalanını Bitiren Hukuki Karar
Asılsız Ermeni Soykırımı’nın reddi üzerine 2007-2015 yılları arasında, Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek önderliğindeki Perinçek-İsviçre davasında AİHM’nin, soykırımın sadece yetkili mahkemelerce hükmedilebilecek bir suç olduğuna, hiçbir meclis, hükümet veya akademik kurumun bir soykırım yapıldığına karar veremeyeceğine ve 1915 olaylarının Holokost’tan esas olarak farklı olduğuna hükmetmesi, meseleye çözüm getiren tarihi bir karardır. 15 Ekim 2015 günü kesin hükme bağlanan AİHM’nin verdiği karar, Ermeni soykırımı yalanını hukuken yok hükmünde kılmış, çöpe atmıştır.
1915 Ermeni olaylarına dair Türk milleti adına hukuki alanda kazanılan başarılarımız sadece Perinçek-İsviçre davasıyla da sınırlı değildir. AİHM’nin 28 Kasım 2017 tarihinde Ali Mercan, Ethem Kayalı, Hasan Kemahlı ile İsviçre devleti arasında aldığı bu karar bir kez daha sözde ‘‘Ermeni soykırımını’’ tanıyan devletlerin, kurumların veya şahısların aldığı kararların yok hükmünde olduğunu göstermiştir. Aslında hiçbir kuvvetin ‘‘soykırım’’ kararına hükmedemeyeceği, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararla yasallaşmıştır. Bu da demek oluyor ki 1948 öncesi için soykırıma hükmedilemez.
Bugün, tarihçilerimizin, siyasetçilerin, dışişleri bakanlığımızın ve tüm devlet görevlilerinin bu Ermeni soykırımı yalanına karşı yaptıkları, yapacakları savunmalarda her şeyden önce Perinçek-İsviçre davasındaki AİHM kararını dile getirmesi gerekir. Çünkü bu karar, yapılan bütün karşı savunmaları geçersiz kılmaktadır. Türkiye’ye yönelen suçlamalara ve sistemli saldırılara karşı kale gibi bir hukuki karardır. Dr. Doğu Perinçek’in liderliğinde verilen vatan mücadelesi sonucu kazanılan bu dava, Türk milleti adına kazanılmış bir zaferdir. Tarihiyle öğünen her Türk gencinin, bir soykırım yalanını tarihin çöplüğüne atan bu karar ile de gurur duyması gerekir.
Soykırım Yalanıyla Mücadelede Türk Devletine Düşen Görevler
Her 24 Nisan’da ABD ve kimi Avrupa ülkeleri tarafından ülkemizin soykırımcı ilan edilmesi veya meclislerde bu kararın tanınmasına karşı devletimizin atması gereken adımlar vardır. En başta Ermeni soykırımı yalanına yönelik ülkemize yönelen suçlamalara karşı Perinçek-İsviçre davasında alınan tarihi kararın savunma olarak kullanılması, ön plana çıkartılması ve toplumunda bu noktada bilinçlendirilmesi adına eğitim-öğretim kitaplarında bu karara yer verilmesi, Türkiye’nin elindeki bu meseleye dair savunmamızda en önemli araçtır. ‘‘Ermeni soykırımı’’ yalanına karşı yürütülecek çalışmaların arşivinin oluşturulması için Mecliste Ermeni
Soykırım Yalanıyla Mücadele Komisyonu kurulması da soykırım yalanıyla mücadeledeki önemli görevlerdendir. Bu kararın toplam olarak devletimiz nezdinde yok hükmünde olduğunu göstermek için de bütün siyasi partilerimizin, sözde Ermeni soykırımı kararı alan parlamentoları mektup ve faksla protesto etmeleri gerekir. Diğer bir yandan yurt dışındaki eğitim-öğretim programlarında soykırım yalanına yer veriliyor. Bu noktada dış temsilciliklerimizin soykırım yalanını eğitim-öğretim programında geçiren ülkelere karşı hukuki zeminde gereğinin yapılacağının bildirilmesi de son derece önemlidir.
Soykırım yalanıyla mücadelede kıstas noktalardan birisi de uluslararası desteği sağlamak. Atlantik ittifakı tarafından ‘‘soykırım’’ suçlamalarıyla ülkemize yönelik topyekûn bir saldırı söz konusu. Bu saldırıya Çin, Rusya, İran gibi birçok cephede ittifak içerisinde olduğumuz ülkelerin desteğini almak, bizleri uluslararası arenada güçlü kılacaktır. Bunu da ancak her cepheye yayılmış bütünsel, tavizsiz bir Avrasya siyaseti ile sağlayabiliriz.
1915’ten Günümüze Daima Vatan Savunmasındayız!
Yüzyıllardır farklı milletlere, mezheplere kucak açan bu toprakların tarihi, soykırım yalanlarıyla lekelenemez. Türk milleti bugün olduğu gibi 1915’te de vatan savunmasının gerektirdiği zorunlulukları yerine getirmiştir. Her 24 Nisan’da ABD önderliğindeki ülkemize yönelik suçlamalarda, sistemli saldırılarda emperyalizmin çaresizliğini görüyoruz aslında. Millî mücadele döneminde Mustafa Kemal’i hain ilan eden, hakkında fetva yayınlatarak iç cephede karşıtlık oluşturmaya, milli mücadeleye zarar vermeye çalışan emperyalizm, bugün de aynı amaç içerisindedir.
Fırat Kalkanı harekâtından Pençe Kilit Operasyonuna kadar büyük bir kararlılıkla ABD’nin kara gücü PKK’yı hendeklere gömen, Mavi Vatan’da egemenliğinden taviz vermeyen ve toplam olarak Atlantik rotasından ayrılan ülkemize karşı psikolojik savaş malzemesi olarak ‘‘soykırım’’ yalanları piyasaya sürülmektedir.
Bugün bu yalanların imal merkezi ABD’dir. ABD güdümündeki bu psikolojik savaşın ülkemizdeki piyonları üzerinden yürütmektedir. 24 Nisan’da HDP Milletvekili Garo Paylan’ın sözde Ermeni soykırımının tanınması için Meclis’e sunduğu kanun teklifi, HDP’nin Türkiye düşmanlığının kanıtıdır. Diğer bir taraftan 1915 olaylarını ‘‘kötülüğün miladı’’ olarak tanımlayan Sezgin Tanrıkulu ve ‘‘bu acıların faili biz değiliz’’ diyerek Osmanlı ve İttihat Terakki’yi fail göstererek yaşanan karşılıklı kırımı ‘‘soykırım’’ olarak tanıyan Ali Babacan gibi isimler ABD’nin hizmetkarı olmuş piyonlardır. Piyonu da şahı da kim olursa olsun emperyalizme karşı kale gibi savunmamız var. 200 yıllık devrim tarihimizin bugünkü mirasçısı olan Türkiye Gençlik Birliği var. Biz var oldukça emperyalizme geçit vermeyeceğiz. Yalanları tarihe gömmeye devam edeceğiz.
İlyas YILMAZ / TGB Muğla İl Başkanı