

YAZAR
15 Temmuz 2016’da Amerikancı-Fethullahçı kalkışma, yaratmak istediği sonuçları yaratamadı. Türkiye esir alınamayınca ülkemiz büyük alt üst oluşların eşiğine geldi. Etki beraberinde tepkiyi doğurdu. Darbe girişimini gerçekleştirenler ABD’ye bağlı bir Türkiye tahayyül ederken bugün geldiğimiz nokta gayet çarpıcıdır. Asya ülkeleriyle birkaç aydır ilişkileri kuvvetlendirirken artık AB ve NATO dayatmalarından kopmayı konuşur durumdayız. Öncelikle Avrupa Birliği öncesi duruma göz atalım.
1815’te bir araya gelen Viyana Kongresi’nin mimarları İngiltere, Almanya, Avusturya ve Rusya “savaşsız Avrupa” temelinde bir araya gelmişti. Ancak esas nedeni 1789 Fransız Devrimi’nin özgürlük, bağımsızlık taleplerinin Avrupa’da yayılmasını önleyip kendi çok uluslu yapılarını korumaktı. “Avrupa Uyumu” adını verdikleri bu yapı Kongre’ye taraf olan ülkelerde dahi başkaldırıların meydana gelmesiyle etkinliğini kaybetti. Kurdukları birliktelik o dönemin hakim devletlerini sarsmayı önleyememiştir.
Siyasi, askeri, ekonomik açılardan yıkıcı etkiler yaratan I.Dünya Savaşı’nda emperyalist ülkelerin birbirlerinden pay kapmak maksatlı savaşa giriştiklerini görüyoruz. Savaş sonrası oluşan zeminde Milletler Cemiyeti, bozulan barışı yeniden inşa etmek için kuruldu. Cemiyet, savaşın galiplerinin baskın olmasından ötürü hiçbir zaman tarafsız kalamamıştır. Bir yandan insan haklarını korumayı amaç edinirken, diğer yandan manda sistemine ve ezilen ulusların sömürüsüne gözlerini kapatmıştır. Rus Devrimi’nin önderi Lenin’in “Gerici Avrupa İlerici Asya” tezi de bu dönemlere tekabül etmektedir. Özgürlüğün, eşitliğin beşiği olan Avrupa, Dünya Savaşı sonrası iştahına yenik düşerek sömürüyü meşrulaştırmaya çalışmıştır. Emperyalizme karşı direniş gösteren uluslar ise bağımsızlığı hedefleyerek çürümüş sisteme teslim olmayacaklarını ortaya koymuştur.
II.Dünya Savaşı sonrası Fransa ve Batı Almanya’daki kömür ve çelik endüstrisinin yönetimini birleştirmek için 1951 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, genişlemesiyle birlikte Avrupa Birliği olarak günümüze gelmiştir. Avrupa Birliği, Sovyetler'in dağılmasıyla iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçişi fırsat bilmiştir, Alain Touirane gibi sosyologlar da zeminini hazırlamıştır. Touirane o dönemi “ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı kazandı, sanırız demokrasi üstün geldi.” şeklinde açıklamıştır. Soğuk Savaş’ta zafer kazanan ABD, dünya ülkelerine “sözde” demokrasi, insan hakları, barış ve özgürlük götürecektir.
Avrupa Birliği ise eskiden Doğu Bloku’nda yer alan önemli devletleri kendi bünyesinde toplamıştır. Birliğin esasları belirlenmiş, buna göre, yapılan antlaşmalar üye devletleri ve onun vatandaşlarını etkileyebiliyor, bunu “doğrudan etki” şeklinde tanımlıyorlar. Birliğin antlaşmaları, her üye ülkenin Avrupa Birliği hukukuna göre hareket etmesini zorunlu kılmaktadırlar. AB hukukuna çatışan bir ulusal yasa olduğunda AB yasalarının uygulanması o devletten talep edilebilmiştir.
Türkiye tam üyelik müzakerelerine 2005’ten beri devam ediyor. Avrupa Birliği’ne girmek için yıllarca kapıda bekleyen Türkiye, rotasını Doğu’ya yani Asya’ya yönlendiriyor. Dün Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’yle müzakerelerin dondurulması için yapılan oylama tarihi niteliktedir. 37 ret oyuna 479 kabul oyla Avrupa Birliği Türkiye ile müzakerelerini dondurdu. Hem de Şangay Enerji Kulübü’nün 2017 dönem başkanlığını Türkiye’ye vermesinden hemen bir gün sonra. AB bu kararıyla Türkiye’ye apaçık bir mesaj veriyor. “Sen benim rotamdan çıkar Asya’ya yönelirsen seni AB’ye almayız” diyor. Kendince bizi cezalandırdığını düşünenler, bize kucak açan Batı Asya’yla daha da bütünleşmemizi sağlıyor. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakışı bu kararından dahi ortadadır. İster istemez bu süreç karşılaştırma yapmamızı da gerektiriyor. Şangay İşbirliği Örgütü’yle(ŞİÖ) AB’yi birbirinden ayıran noktalar nelerdi?
Avrupa Birliği, üye devletlerin pek çok iç meselelerine dair yol haritaları çizip, müdahale edebilirken ŞİÖ’nün böyle bir yapısı bulunmuyor. İç meselelere karışmama ve ülkelerin bağımsızlıklarına saygı korunuyor. Müzakere sürecinde bekletilirken dahi iç meselelerimize müdahaleyi kendine vazife bilen AB, Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden terör örgütlerine karşı net tavırlar almamaktadır. Net tavırlar almamanın ötesinde, aleni olarak desteklemekte ve Avrupa’da örgütlenmelerine olanak vermektedir. ŞİÖ’de ise “Herhangi bir ülkeye saldırı, diğer ülkelere saldırı anlamına gelir” ilkesi bulunmamasına rağmen teröre karşı dayanışma ve yardımlaşma yapılmaktadır.
Şangay İşbirliği Örgütü sınır güvenliği, büyüyen enerji ihtiyacı ve Soğuk Savaş sonrası meydana gelen stratejik ortam nedeniyle oluşmuştur. Tek kutuplu dünyaya karşı olan ŞİÖ ülkeleri dünya nüfusunun ciddi bir kısmını temsil etmektedir. Bu yüzden ekonomik alanda ŞİÖ’nün varlığı AB ülkeleri ve ABD tarafından da tehdit niteliği taşımaktadır. Öte yandan AB’yi ekonomide gelişmenin merkezi olarak gösteren senaryolar da yerle yeksan olmuştur. Bugün gördüğümüz üzere AB, krizler içerisinde çırpınır vaziyettedir.
15 Temmuz Amerikancı darbe girişimi adeta turnusol işlevi görerek Türkiye’nin hangi cephede bulunduğunu gözler önüne sermiştir. İlk destek açıklamasını gerçekleştirerek, ilişkileri geliştirmeye çabalayan Çin ve Rusya olmuştur. AB ise darbe girişimine karşı zoraki açıklamalar, destekler iletse dahi örtülü şekilde Türkiye’nin gidişatından rahatsız olduklarını göstermiştir. Bunun haricinde emperyalizm destekli PKK’ya karşı hoşgörülü olan taraf yine AB olmuştur. PKK’nın yasal temsilcisi olan HDP’ye operasyonlar gerçekleştirilince AB ve ABD feryat figan bağırmaya başlamış, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz şu açıklamayı yapmıştır: “Türk yetkililer, Türkiye’yi sadece demokrasiden uzaklaştırmıyor. Aynı zamanda, AB-Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan değerlere, prensiplere, kural ve kaidelere sırtını dönüyor.” Hemen sonrasında AB ülkelerinin temsilcilerinin içinde bulunduğu 38 diplomat HDP’nin meclis grup toplantısında boy göstererek “demokrasi” savunuculuğu yapmışlardır. Onların gözünde Türkiye’de demokrasi etnik kimliklerin ve mezheplerin birbirine kırdırılması, millet olmayı reddetmesidir; milli devletinin parçalanması, milli ordusunun dağıtılmasıdır.
Bölgemizde bağımsız devlet olarak attığımız önemli adımlardan bir tanesidir Sadabat Paktı. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan sınır sorunlarının çözümü ve bağımsızlıklarının teminatı için bu paktı oluşturmuştur. Bugün ise ABD ve AB ekseninin belirsizlikler ve çıkmazlarda olduğu bir zeminde Şangay İşbirliği Örgütü’nü tartışıyoruz. AB, Türkiye’yi bölünmüş, dağılmış olarak kabul ederken, ŞİÖ ise bütünleşen Türkiye’ye kapılarını açıyor. Bir yanda sahte demokrasi yalanlarıyla Türkiye’yi kuşatmaya çalışan AB, diğer yanda gerçek demokrasiyi, insan haklarını dünyaya gösteren ŞİÖ. AB ve ŞİÖ bugünün sınıfsal çatışmasını göstermektedir. AB, ezilen ulusları kendi çıkarları doğrultusunda yutmayı amaçlarken, ŞİÖ ezilen ulusların uyanışının ete kemiğe bürünmesidir.
Avrupamerkezci yaklaşım içinde olan yurdumuz yazarları, akademisyenleri, gazetecileriyse kara kara düşünerek Türkiye’nin nereye gittiğini kavrayamamakta, ters giden bir şeylerin olduğunu düşünmektedir. Yıllarca kendileri yanlış şeritte bulunanlar Türkiye’nin doğru şeride geçmesinde terslik görüyorlar. Tarihin çarkı ilerliyor, Avrasya ülkeleri birlik temelinde yumruk gibi kenetleniyor. Bu ilerleyiş kolay engellenemeyecek.
Okan Özkan
TGB İstanbul İl Başkanı
tgb.gen.tr