Batı'nın Ufkundaki Bilim

Sistem insanlık yerine holdingleri ve bireyleri ileriye taşımak istediği için bugün bilimsel gelişmelerle sistem arasında çatlaklar oluşmaktadır.

Batı'nın Ufkundaki Bilim

YAZAR

Hollywood yapımlarında öne çıkan bir tür var: Süper Kahramanlar. Süpermen, Batman, Örümcek Adam, Demir Adam, Kaptan Amerika, Hulk bunlardan bazıları… Marvel ve DC gibi bazı şirketlerin öncülüğünde yaratılan bu kahramanları birçoğumuz biliriz. Çizgi filmlerini, filmlerini izlemiş; çizgi romanlarını okumuşuzdur.

1930’lardan itibaren yaratılmaya başlanılan bu karakterlerin bilindik kahramanlardan bir farkı vardı. Kahramanların özellikleri “süperdi”. Kimi uçuyor, kimi gözünden ışın çıkartıyor, kimi insan üstü güce sahip, kimi kurşun geçirmiyor. Ortak özellikleri insansütü güce sahip olmaları. Bu kahramanların yaşadıkları dünya, bu üstün güçlerini kullanmalarını gerektiren bir dünya. Bu dünya öyle çaresiz ki kötülüklerle, sıkıntılarla, saldırılarla mücadele edemez, “üstün” bir güce ihtiyaç duyar. İşte süper kahramanlar burada ortaya çıkar.

Örümcek Adam’ın düşmanları vardır. Onları yenemezse dünyanın başını kötülükler sarar. Süpermen toplum içindeki sıkıntılara karşı mücadele eder. O olmazsa toplumda büyük sıkıntılar baş gösterir. Marvel kahramanları böyle ortamda kendilerini gösteriyorlar. Ama kahramanlarımız için önemli bir nokta var: Ölürlerse bu durum tersine döne. O yüzden hiçbir karakter ölmez. Ölecekleri zaman mutlaka bir mucize olur. Hikâyenin sona ermemesi kahramanlarımızın yaşamasına bağlı.

Süper kahramanların düşmanları genellikle zeki insanlar vardır. Bunların süper güçleri yoktur ancak geliştirdikleri teknolojik buluşlarla güçlerini arttırıp süper kahramanlara karşı savaşırlar. Örümcek Adam’ın düşmanları böyledir mesela…  Ama Örümcek Adam bunu her ne olursa olsun yenmiştir. Teknoloji, Örümcek Adam’a engel olamamıştır. İşte burada Batı’nın yarattığı süper kahramanlarla bilim ve teknoloji arasında bir çatışma doğuyor.

BİLİM BATI’NIN “SÜPER” ALGISINI YIKIYOR

Batı’nın eski fantastik kurgu filmlerinde ya bilim (teknoloji) kaybederdi ya da hakim gücün tamamen elinde olurdu. Bilimin karşılaştığı muamele tutsaklık ve mağlubiyetti. Toplumun toplam faydasına hizmet etmezdi.

Bugün bilimin Avrasya ülkelerinde atağa geçmesi, burada daha fazla bilim insanının yetişmesi emperyalist Batı’yı rahatsız etmeye başladı. Amerika artık eskisi kadar beyin göçünün alamıyor. Emperyalist hegemonya gücünü yitiriyor. ABD her geçen gün tüm dünyada kaybediyor. Bilimsel gelişmeler, ABD’yi ve emperyalist Batı’yı yeterince tatmin etmiyor. ABD’nin bilimsel çalışmalardaki ivmesi, Asya’nın ivmesinin gerisine düşüyor. Batı’da bilimin seviyesi hala diğer tüm toplumlara göre ileride ancak gelecekteki senaryoyla bu durumun değiştireceği görülüyor.  Bu da bilimi okların hedefi haline getirmiş durumda.

Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkelerdeki bilimsel gelişmeler emperyalizm karşısındaki ezilen milletlere umut veriyor. Bunun yanında Türkiye, İran ve pek çok Avrasya ülkesinde bilim, eskiye nazaran daha hızlı ve devlet teşvikiyle nitelikli bir biçimde ilerlemeye başladı. Bu da özellikle ABD’yi rahatsız etmeye başladı. ABD bu gelişmeye karşı bir “ticaret savaşı” başlatarak Asya’ya ket vurmaya çalışıyor. Çin menşeli Huawei şirketinin CEO’sunun kızı, Huawei Mali İşler Direktörü Kanada’da gözaltına alındı. Bu olay karşısında Çin’den de cevap gecikmedi. ABD’nin işi bu boyuta getirmesi, meseleden duyduğu rahatsızlığı da gösteriyor.

Peki bu durum sinema ve televizyona nasıl yansıyor? İngiliz yapımı Black Mirror (Kara Ayna) filmi tüm dünyada izlenen büyük bir yapım. 5 sezon yayınlanan dizinin konusu teknoloji ve insan ilişkileri üzerine. Distopik bir biçimde ele alınan bölümlerde ön plana çıkan vurgu karamsarlık. Teknolojinin hayatımıza etkisinin olabildiğince kötülendiğini görebilirsiniz bu dizide. Bilim ve teknoloji ilerledikçe, insan hayatı kötüleşiyor, insan ilişkileri monotonlaşıyor, basitleşiyor ve sıradanlaşıyor. İnsan için gerçek sevgi yok oluyor, hayat teknolojiden ibaret oluyor, sevgi ve birçok duygu da bununla ifade ediliyor. Eğer o hayata uyum sağlamazsanız teknoloji sizin hayatınıza son veriyor.

Dizinin özeti: Bilimsel ve teknolojik gelişmeler kötüdür! Dizideki bu karamsarlık ve umutsuzluğu başından sonuna kadar görebilirsiniz. Öyle ki bu dizinin adına (Kara Ayna) bile yansımış.

“DÜNYAYI YAPAY ZEKA ROBOTLAR ELE GEÇİRECEK”

National Geographic’de 2017 yılında 6 bölümlük Geleceğe Doğru adında bir belgesel yayınlandı. Belgeselde yapay zeka konusundaki gelişmeler anlatılıyor. Fakat belgeseli izlediğinizde “yapay zekanın ne kadar” kötü olduğu izlenimine varıyorsunuz. Belgeselde farklı uzmanların görüşlerine yer verilmiş. Belgeselde öne çıkan fikirler şunlar:

  • Yapay zeka gelişiyor ve her geçen gün hayatımıza daha fazla giriyor.
  • Yapay zeka robotları insan gücünün yerini alacak ve insanlar işsiz kalacak.
  • Robot nüfusu zamanla insan nüfusunu geçecek.
  • Robotlar insanlara saldıracak ve dünyayı ele geçirecek.

Bu belgesel, Black Mirror’dan da anlatılandan daha açık biçimde niyetini dile getiriyor. Yapay zekanın insan gücünün yerini alacağı aşikâr. Ancak insanların işsizlik yaşayacağı konusuna katıldığım söylenemez.

Teori dergisinin Eylül 2018 sayısında Dr. Doğu Perinçek şöyle diyor: “Robotların kullanılması ölçüsünde, sömürü sistemi zayıflayacaktır. Çünkü robotlar sömürülemez. Tıpkı makinelerin sömürülemediği gibi, robotların da sömürüldüğünden söz edilemez.  Robotun sahibi ile robot arasındaki ilişki, bir sömürü ilişkisi değildir. Robot işgücünü yansıtmıyor, bu açıdan işçiye hiç benzemiyor ama tıpkı makineler gibi işçiyi işsiz bırakıyor. Sonuç olarak Yapay Zekalı Robotun üretim süreçlerinde kullanılması oranında, emekçinin işgücünü sermaye sahibine kiralanması ilişkisi, özetle sermayedar-işçi ilişkisi, emekçinin artı değerine el koyma sistemi giderek ortadan kalkacaktır.”[1]

Robotların üretim sürecinde yaygınlaşması işgücündeki kol emeğini azaltacak. İnsanların kol emeğinin azalması üretim sürecinden çekileceği yani işsiz kalacağı anlamına gelmiyor. Bugün insanlar kendi zamanlarını yönetme problemi yaşıyor. Bir insanın boş zamanını verimli yönetmesi, üretim sürecindeki verimliliğini de belirliyor. Ancak bu süreci verimli kılmasını kapitalist sistem zorlaştırıyor. Prof. Dr. Semih Koray, boş zamanı değerlendirmenin önemini şu şekilde özetliyor: “Serbest zaman, sosyalizm açısından geleceğin inşasında kullanılabilecek en etkili ve güçlü kamu değeridir. İnsanın insani özünü en yetkin biçimde yansıtan bilim, sanat ve kültür etkinliklerine kitlesel katılım, toplumsal ilerleme sürecinde tarih boyunca eşi görülmemiş yeni bir atılıma yol açmaya adaydır. Bu süreç, insanı ‘kendini gerçekleyerek’ mutluluğa erişmesinin önünde engel oluşturan bütün dayatmaları ortadan kaldıracaktır. Bu süreçteki en yaşamsal kazanım, insanın insani özünün pekiştirilmesi olacaktır.”[2]

ZEKA YAPAY, KORKU GERÇEK

“VOL-İ” filmini izlediniz mi? İzlemeyenler için kısaca özetleyeyim. Dünyada yaşam belirtisi kalmamıştır. Oksijen yoktur. Herhangi bir canlıya rastlanmamaktadır. Dünya tam bir hurda yığınıdır. İnsanlarsa bir uzay aracında topluca yaşamaktadırlar. Dünyaya asla inmezler. Bu araç içinde insanlar üretimden tamamen uzaktır. Çalışmıyorlar ve günlerini tembelce geçiriyorlar. Hatta yürümüyorlar bile. Oturdukları (yattıkları) uçan bir sandalye var. Onunla hareket ediyorlar. Bu hayat tarzı bütün insanlığı şişmanlatmış. Hepsi birer obez. Bu durumdan kurtulmak isteyen insanlık, dünyaya VOL-İ isminde bir robot gönderir. Ondan hem temizlik yapması hem de bir hayat belirtisi bulması istenir. Görevini sıradan bir şekilde yapan robot en sonunda bir fidan bulur. Nasıl filizlendiği bilinmez. O çöp yığınının içinde oluştuğuna göre bu bir yaşam belirtisidir. VOL-İ bunu hemen alır ve araca götürür. Bunu gören insanlık da dünyaya iner ve yeniden hayat başlar.

VOL-İ filmi aslında emperyalist kapitalist sistemin karamsarlığını birebir göstermektedir. Gelecekte oluşacak manzarayı kendince çizmiş, yaşamın yok olacağını ön görmüştür. Ne kadar aciz bir duruma gelmiş ki insanlık kendinden değil ufacık bir hayat belirtisine umut bağlamıştır. Müşkül durumdadır. Batı’nın çizdiği insanlık budur.

Abartılı olacak belki ama bir dönem çocukları eğlendirmek maksatlı yaratılan “sevimli kahramanlar” da doğaya meydan okumuyor muydu? Örneğin Tom ve Jerry’de kazanan hep fare değil midir? Çakal ve Road Runner’da çakal hep kaybeden tarafta değil midir? Aynı şekilde Tweety ve Sylvester arasındaki çekişmede Tweety asla yenik düşmez. Gerçek hayatta avcı olanlar burada hep yenilmektedir. Doğaya meydan okuma vardır. Aradan onlarca sene geçtikten sonra ortaya çıkan bu film ve dizilerde emperyalist Batı artık meydan okuyacak bir şey bulamıyor. Yenilgiyi kabul ediyor ve son kurşununu yenik düştüğü bilime karşı algı operasyonuyla atmaya çalışıyor. Ama nafile…

Batı’nın ufkundaki bilim ve teknolojinin yeri, eskiden olduğu gibi iyimser bir noktada değil. Bilimin gelecekte getirecekleri insanlığı ileriye götürecek. Sistemin ufkunda ise insanlığı ileriye götürmek yerine holdingleri ve bireyleri ileriye taşımak olduğu için bilimsel gelişmelerle sistem arasında çatlak oluşuyor. İşte bu noktada "Yapay zeka gelecekte insanlığa saldıracak ve dünyayı ele geçirecek" karamsarlığı oluşuyor. Bu karamsarlık bilimde Asya'nın gerisine düşme endişesinden dolayıdır.

İnsanlık artık bilimin daha çok farkında. Türkiye’de son yıllarda Milli Teknoloji Hamlesi’yle pek çok genç bilimsel çalışmanın içerisine giriyor. Devletin bunu teşvik etmesi önemli. Çünkü Anadolu’nun her köşesinde kendini bu alanda göstermek isteyen gençler var. Onları desteklersek daha çok Aziz Sancarlar, Oktay Sinanoğlular, Canan Dağdevirenler yetiştiririz. Bilimi artık kontrol edemeyen ve ufkunda bilimle toplumsal ilerleme yer almayan (bunun önemini kavrayamayan) emperyalist Batı’ya inat bilimde ısrar etmeliyiz. Atatürk’ün en büyük mirası “akıl ve bilim”le daha da ileriye gitmeliyiz.

Kaan Arslan

Kırmızı Beyaz Genel Yayın Yönetmeni

Dipnot:

1- Doğu Perinçek, Yapay Zeka: Sınıfsız Toplumun Habercisi, Teori Dergisi, Sayı 344, Eylül 2018, s. 5.
2- Semih Koray, “Yapay Zeka”nın İnsanlığın Önünde Açtığı Yeni Ufuklar, Teori Dergisi, Sayı 344, Eylül 2018, s. 13-14.

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler