Benim Yaş Biraz Şey...

En az senin kadar dik duracağımıza, adil olacağımıza, sabırlı olacağımıza, Atatürk’le ve Cumhuriyet’le kalacağımıza söz veriyoruz.

Benim Yaş Biraz Şey...

YAZAR

Neyse konuya öyle başlamayayım... Ama ortalamamızı biraz yükselttiği doğrudur yaşımın. Bu nedenle sizlere odun sobalı salonumuzda, borudan sarkan mintax kutuları bir üçlü, bir çiftli ve iki tekli koltuktan, salonun tavanından üst katı taciz eden kavucuk ağacımızdan, saba ışıklı kumandalı televizyonumuzdan ve her akşam heyecanla gelmesini beklediğimiz dedemin gazeteye dürdüğü sandık çikolatadan bahsetmek istiyorum.

Siz ışıklı kumanda nedir bilir misiniz?

Karanlıkta televizyonun açma düğmesini kumanda üzerinde bulmak için aradığımız tuşdur. Onu arayacağımıza, direkt açma tuşunu da arayabilirdik ama aramazdık çünkü kolaya kaçmazdık. Mesela; poşete sarılma mevzusu kumandanın, o da alay konusudur şimdi ama o zamanlar dış görünüşe çok önem verilmezdi. Mesele iç güzellikti… Kumandanın her daim temiz ve güzel olduğunu bilirdik. Bilmediğimiz şeyler bu güzel ve masum şeylerin bir gün bitebileceğiydi.

Örneğin; gazetenin arasında saklanan sandık çikolata… Her gün dedemin dışardan gelmesini heyecanla beklerdim. Çünkü gelirken sandık çikolata alırdı ve hep unutmuş gibi yapardı. Gazetenin arasında saklar, sonra çıkartıp sakladığı yerden süpriz yapardı. Dedem her gün beni kandırırdı ya da kandırdığını sanardı. Çünkü ben önce üzülmüş gibi yapar, sonra görünce sevinirdim. Halbuki ben, o sandık çikolatanın her gün geleceğini biliyordum. Aslında dedemi ben kandırıyordum…

Salondan Dünya’ya açılan penceremizde o gün ne varsa o izlenirdi. Şimdiki gibi smart tvler, bilgisayarlar ya da her daim yanımızda gezdirdiğimiz telefonlarımız yoktu. Bazı günleri iple çekerdik. Çünkü o günlerde niyeti kimseyi kırmak olmayan, şuradakini buraya koymayan, dilinin sürçme ihtimaline karşı –ki hiç bir zaman böyle bir şeye şahit olmadığımız- fakat yine de her seferinde af dileyen, dili kemiksiz bir program başlardı. Türkiye’nin en uzun soluklu TV programına olan hayranlığım o yıllarda başlamıştı. O zamanlar ne anlattığını tam anlamasam da ya da espirileri yakalayamasam da, hane halkına ayak uydurur bende gülerdim. Benim çocukluğum da dokuz dakikada bir fıslayan oda parfümü eşliğinde odaya yayılan kimysalla birlikte izlenen; kısmetse olur, rising star, gardrop savaşları gibi eğlence programları yoktu, sobanın üstünde cozurdayan mandalina kabuğunun odaya yaydığı organik koku eşliğinde izlenen "Olacak O Kadar" vardı.

Çocuk yaşta hayranlıkla takip ettiğim bu programdandır belki de tiyatroya olan meğilim. Daha ilkokul ikinci sınıfta başlayan tiyatro hayatım şuan güzel sanatlar fakültesinde hala devam ediyor. Okulda öğrendiklerimiz bir yana dursun Levent Kırca’dan öğrendiklerimiz apayrıydı. Halkçı sanatçı olma özelliğini sanata başladığı ilk günden son gününe kadar sürdürmüş bir kişi olarak her ne kadar Devlet Sanatçılığı elinden alınmış olsa da millet sanatçısı olarak milletinin bağrına kazınmıştır. Bir gün televizyon ekranında, bir gün barikatın arkasında, bazen bir şehrin meydanında, kimi zaman stadyumda her zaman oyunlarında, yaşamında kalbi ve bedeni, vatanı ve milletiyle çarpan bu günler de mumla aranan sanatçılardan olmuştur.

Sanat hayatına başladığı günden itibaren izleyenlerine politik tiyatroyu, tuluat tiyatrosunu doyasıya tattıran, televizon ekranlarında skeç ve parodileriyle mizahı ve tariz sanatını, bize mübaala gelen gerçekleri, tiyatroya gitmeye erindiğimiz için duvarlarımızın arasına taşıdı.

Ekrana o çıktığında, ekran daha bir aydındı. Bir gün Atatürk fotoğrafına sarılı çıktı karşımıza, bir gün Mevlüt Usta olarak hiç aklımızdan çıkmayan o parodiler yasaklanınca da stadyumlarda meydanlar da sanatı için direnen cesur bir yürek olarak çıktı karşımıza. Ne zaman Cumhuriyet’e, Atatürk’e, vatan severlere bir yerlerde bir saldırı oldu da o orada olmadı? İlk tanışmamıza da vesile olan onun bu karakteriydi. Silivri duvarlarının önünde bizlerle birlikte direnişe güç katarken tanışmıştık. Levent Kırca olmak sırtındaki küfe de vatanını, milletini, Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’I taşımaktı. O sırtında küfe taşıyan nadir aydınlardandı, son anına kadar da sırtında taşıdı. Şimdilerde metrekareye iki tiyatrocu, üç senarist, beş yazar, iki modacı, dört besteci düşüyor fakat bakıyorum da o eski abilerden hiç yok. Hiç birinin sırtında vatanının milletinin kaygıları yok. Kalıcı olmak kaygısı ile liberalleşen yeni nesil sanatçılar, burun kıvırdıkları Levent Kırca’ların Cumhuriyet’in, Atatürk’ün ve bölünmez bütünlüğün kalıcı olması kaygılarından çok uzak. Neyse ki bizler, şuan Caddebostan Kültür Merkezi’ni dolduranlar, bir dönemin ustaları her dönemin yılmaz savaşçıları bu milletin sanatçılarını çok iyi anladık ve kavradık. Mücadelemizde her zaman yaşayacak güzel abilerin, ablaların, devrimci, Atatürkçü önderlerin arasında çoktan yerini aldı.

Burdan bir kez daha söz veriyoruz;

En az senin kadar dik duracağımıza, adil olacağımıza, sabırlı olacağımıza, enerjimizin sirayet ettireceğimize, Atatürk’le ve Cumhuriyet’le kalacağımıza, bu uğurda sonuna kadar mücadele edeceğimize, Mustafa Kemal’in gençliği olarak, seninle aynı mücadeleye temas edebilmiş ve yan yana gelmiş gençler olarak söz veriyoruz!

‘’ Arkamdan iyi adamdı deyin yeter!’’ demişsin. Keşke arkanı dönüp bir bakabilsen Levent Abi…

Daha güzel bir dünyada bir araya geleceğimiz güne kadar hoşçakal…

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler