Bir İhanet Karikatürü: Mütareke Basını

Basının ne kadar önemli olduğunu mütareke dönemine bakarak anlayabiliyoruz. Savaşın sadece silahla değil fikirle de verildiğini görüyoruz.

Bir İhanet Karikatürü: Mütareke Basını

Bir yurdun, bir devletin başkentinin düşman postalları altında nasıl kirlendiğini, nasıl can çekiştiğini en iyi Mütareke Dönemi İstanbul’una bakarak anlayabiliriz.

Türk milletinin büyük kahramanlıklar gösterdiği Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yapılan Mondros Mütarekesiyle İtilaf devletleri artık resmen zaferini ilan etmişti. İtilaf devletleri birer aç kurt gibi Osmanlı Devleti’nin üzerine atılmıştı. Yıllardır özlemini duydukları Türk ülkesini parçalama hedeflerine sonunda ulaşmışlardı.

Mondros Ateşkes Antlaşmasının ağır maddeleri tüm yurdu derin, hüzünlü bir sessizliğe boğmuştu. Yakub Kadri İstanbul’un bu hüzünlü halini Tevrat’ta ateş yağmuruna tutulan Sodom ve Gomore şehirlerine benzetir. Başta Mustafa Kemal olmak üzere bir grup vatansever Mondros gibi bir yağlı urganın Osmanlı’nın boynuna geçirilmesini kabul etmiyorlardı. Mustafa Kemal Paşa, Adana’daki Yıldırım Orduları Komutanı olduğu dönemde vatan topraklarına adım atanlara karşı silah kullanmaktan geri durmayacağını teslimiyetçi hükümete çoktan bildirmişti.1 Ancak hükümet Mustafa Kemal’i durdurmaya çalışıyordu.

Vatanın kurtuluşu için bir şey yapmak lazımdı.

MÜTAREKE İSTANBUL’U

Antlaşmadan 13 gün sonra Mustafa Kemal İstanbul’a gelmişti. Haydarpaşa garından İstanbul’a ayak bastığı ilk anda aklından şunu geçirdi: “Yanlış yaptım Anadolu’ya gitmeliydim”2

Mustafa Kemal’i bu düşünceye sürükleyen bazı sebepler vardı.

Birincisi İstanbul’un her noktasında düşman askerleri kol gezmekteydi. Böyle bir ortamda kurtuluş çareleri aramak güç bir işti.

İkincisi İstanbul’da işbirlikçilerin sayısı hiç de az değildi. Bir yandan padişah Vahdettin ve Osmanlı Hükümeti İngilizlerin kollarına kendilerini bırakmış bir yandan da onların güdümü altında ki “Mütareke Basını” İstanbul’da karamsarlık yaymakta, İngiliz şakşakçılığı yapmaktaydı.

MÜTAREKE BASINI

Mütareke sırasında İstanbul’da birçok gazete yayımlanıyordu. Bu gazetelerden önemli bir bölümü işgal güçleriyle saf tutuyor onların şakşakçılığını yapıyordu. Bu tutumun tanımlanması için “mütareke basını” adı verildi.

Mütareke basını, tarihimizin kara lekelerinden biridir. İşbirlikçiliğin ve satılmışlığın bir simgesi olarak niteleyeceğimiz mütareke basınından Alemdar, Peyami Sabah, Türkçe İstanbul başı çekiyorlardı. Bunlara zaman zaman Vakit ve İkdam gazeteleri de dahil oluyordu.

Bu gazetelerin yazarları aynı zamanda vatan haini derneklerin kurucularıydı. Yani örgütlü bir biçimde vatan hainliği yapmaktaydılar. Örneğin; Sabah, Alemdar, Peyami Sabah gibi gazetelerde yazan Refik Halit Karay, Amerikan Mandacılığının merkezi olan Wilson Prensipleri Derneğinin kurucusuydu. Yine Serbesti gazetesinin kurucusu Mevlanzade Rıfat, Kürt Teali Cemiyeti’nin kurucusuydu.

DAHİLİ BEDHAHLAR

Mütareke basınının neresinden tutsanız elinizde kalır. Yazarlarının fikirleri çürük, içi ihanet doludur. Onların Kıblesi de pusulası da İngiliz zırhlıları olmuştu. Öyle ileri gitmişlerdir ki vatan değiştirenler oldu.

Peyami Sabah başyazarı Ali Kemal yazısında “İki vatanımız var, biri asıl vatanımız, öteki Fransa”3 diyerek gönlünden geçenleri ifade etmiştir.

Yılgınlık, karamsarlık, umutsuzluk öyle bir hastalık gibi yerleşmiş ki bu hastalığı çevrelerine bulaştırmak için ne gerekiyorsa yapmaktadırlar. Refi Cevat Alemdar gazetesinde bu yılgınlığı şöyle ifade ediyor.: “İngilizleri dört gözle bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracaktır.”4

BUGÜN FETÖ OPERASYONLARINA ALKIŞ TUTANLAR O GÜN DE İNGİLİZ İŞGALİNE ALKIŞ TUTUYORDU

Hepimiz hatırlarız; Ergenekon, Balyoz Davasında tutuklanan vatanseverlere karşı Amerikancı gazeteciler “yetmez daha fazla” diyordu. 2016 yılında FETÖ darbesi olduğu dakikalarda balkonlarından çıkıp darbeyi alkışlayanlar, tivitler atanlar olmuştu. Şimdi daha iyi anlıyoruz. Bugün FETÖ operasyonlarına alkış tutanların kökü, Anadolu’yu işgal edenleri, vatanseverleri yargılayanları alkışlayanlara dayanıyormuş.

İşgal sonrası karşı sesler de yükseliyordu. Bazı vatanseverler mütarekenin ağır koşullarına karşı çıkıyordu. Çünkü mütareke Osmanlıya ve Türk milletine yaşam hakkı tanımıyordu. İşgalciler bu sesi susturmak istiyordu. Hemen tutuklamalara ve yargısız infazlara başladılar. İttihat ve Terakkinin önde gelen gazetecilerine ve aydınlarına karşı cadı avı başlatıldı. Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, İsmail Canbulat, Kara Kemal, Tevfik Rüştü (Aras) bir bir tutuklandılar. Hepsi de Mustafa Kemal’in İstanbul’da görüştüğü konuştuğu kimselerdi.

Peki bu tutuklamalar olurken mütareke basını ne yapıyordu?

Tutuklamalar karşısında mütareke basının tutumu ibret vericidir. Alemdar, Sabah, Söz gazeteleri tutuklamaları ayakta alkışlıyorlardı. Hatta Alemdar gazetesi Refi Cevat utanmadan bir de soruyordu:

“HEPSİ BU KADAR MI?”

Hepsi bu kadar değildi elbet. Tutuklamalara karşı vatanseverler mücadele etti. Düşmanın şiddeti de arttı. Yanlarına Tevfik Paşa hükümetini de almışlar, vatansever avına devam ediyorlardı. Bunlardan en acıklılarından biri de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e karşıydır.

Kaymakam Kemal Bey, Sivas’ın Boğazlıyan ilçesinde varını yoğunu ortaya koyarak çalışan bir vatanseverdi. Ermeni tehciri suçlamasıyla tutuklanmıştı. İşgal kuvvetleri onu ibreti alem olsun diye sorgusuz sualsiz idam etmeye karar verdiler. 10 Nisan 1920 günü Beyazıt Medyanı hınca hınç doluydu. On binlerce kişi Kemal Bey’in idam edileceği meydanda buluştu. Kemal Bey kalabalığa seslendi:

“Sevgili vatandaşlarım, ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar… Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Vatan uğruna şehit düşen bir vatanperver gibi şehit gidiyorum. Allah vatanımıza ve milletimize zeval vermesin!”5

Kemal Bey şehit edildi. Cenazesinde başta Tıbbiyeli gençler olmak üzere On binlerce vatandaş vardı. Cenaze adeta milli bir isyana dönüşmüştü.

İngilizler cenaze töreninde büyüyen vatanseverlik ateşini “Jön Türklerin işi” diyerek jurnalliyordu.

Mütareke basını ise hayasızca yazılar yazmaktan geri durmadı. Alemdar ve Sabah gazeteleri idamı ayakta alkışlarken, halkın coşkun selinden rahatsız olmuştu. Alemdar’dan Refi Cevat, cenazeye katılanlara yapılan tutuklamaları az buluyor şikâyet ediyordu. Daha çabuk, daha şiddetli ceza istiyordu.

İSTANBUL’DA VATANSEVERLERİN SESİ

Kemal Bey’in cenazesi İstanbul milliyetçiliğinin, özellikle gençliğin sesini yükseltmesine vesile oldu. Tıbbiyeliler cesaretle öne atılmışlardı.

Bu cenaze sonrası artık saflar iyice ayrılmıştı. Bir tarafta vatanseverler diğer tarafta işbirlikçi hainler! Falih Rıfkı Atay bu olayı “su ile zeytinyağının ayrılması” olarak tasvir eder. Sessizliğin ve hüznün hâkim olduğu İstanbul’da su ile zeytinyağının birbirinden ayrıldığı gibi vatanseverler ile işbirlikçiler ayrılmıştır.

Bu ayrılık basına da yansıdı. Tıpkı bugün Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü, çıkarını savunan basın ile bozgunculuk yapan basın gibi…

MUSTAFA KEMAL HALKA “MİNBER”den SESLENİYOR

Mustafa Kemal, kendine sürekli şu soruyu sorup duruyordu: Ne yapmalı? Bu sorunun cevabını bulmak için çalıştı.

Her devrimci atılım dönemlerinde propagandanın önemi kat kat daha artar. Tüm dünyada bu böyledir. Propagandasını iyi yapanlar insan kazanırlar, fırsatı değerlendirir başarıyı yakalarlar. Mustafa Kemal de sürecin farkındaydı. Bu sebeple propagandaya çok önem veriyordu. O da kamuoyu yaratmak, insanları kazanmak istiyordu. Bu sebeple Ali Fethi Okyar ve Dr. Rasim Ferit Talay ile birlikte Minber gazetesinin başına geçti. Minber gazetesinin yayın politikası altı noktada öne çıkıyordu

1- İşbirlikçi Tevfik Paşa hükümetinin düşürülmesi için sert bir politika

2- Osmanlı’nın kurtuluşu için güçlü bir hükümet

3- İstanbul’a gelen Mustafa Kemal’i öne çıkarmak

4- Millete umut aşılamak

5- Amerikan Mandası düşüncesine karşı çıkmak6

MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçtiğinde gerek Erzurum gerekse Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal’in sert tartışmalara girdiği “manda ve himaye” düşüncesine karşı aldığı tavrın kökleri, aslında Minber gazetesinde yaptığı çalışmalara dayanmaktadır. Mustafa Kemal o dönem yazdığı yazılarla manda ve himaye düşüncesini sert bir dille eleştiriyor, “Temelsiz Bir Bina: Wilson Prensipleri Derneği” yazılarını yazıyordu.

Minber gazetesinin İstanbul basınında tek başına Wilson Prensipleri Derneğine ve Amerikan mandasına karşı çıkışı son derece önemlidir. Çünkü daha sonraki dönemlerde Milli Mücadeleyi birlikte örgütleyeceği ulusalcı, Kuvayı Milliyeci Yunus Nadi (Yenigün), Necmettin Sadak (Akşam), Halide Edip bile Wilson Prensibleri Cemiyetinin üyesiydi ve Amerikan Mandasına sıcak bakıyorlardı. Mustafa Kemal olmak demek doğruyu, gerçeği her şart altında cesaretle savunmak demekti. Mustafa Kemal’de çekinmeden bunu yapıyordu.

EN BÜYÜK DÜŞMAN: KARAMSARLIK VE UMUTSUZLUK

1918’in başların İstanbul’da sadece 14 gazete vardı ve haber alma kaynağı tekti: Osmanlı Milli Ajansı. O da haberlerini sadece Almanya ve Avusturya’dan alan bir ajanstı. Vakit gazetesi, “uluslararası olaylar hakkında ajanslardan nadiren doğru bilgi almaktan” yakınıyordu.

Eylül 1918’de ilk önce Yunus Nadi’nin Yenigün’ü (Daha sonra Anadolu’da Yeni Gün) ile Necmettin Sadık’ın Akşam’ı beliriyor. Ardından Ekim’de Süleyman Nazif ile Cenap Şahabettin’in Hadisat, Mevlanzade Rıfat’ın İnkılabı Beşer’i, AbüzziyaTeyfik’in Tasviri Efkar’ı, Kasım’da Abdullah Cevdet’in Acrihad’ı, Sait Molla’nın Yeni İstanbul’u, Soysallıoğlu İsmail Suphi’nin Söz’ü, Refiğ Cevat Ulunay’ın Alemdar’ı piyasaya çıkıyor. Bunların arasından sadece Yenigün, Akşam ve Hadisat gazeteleri daha vatansever çizgideydi. Onlar da Amerikan mandasını savunmak gibi kafa karışıklıkları yaşıyordu.7

Mustafa Kemal’in İstanbul’da kaldığı dönemde en büyük düşmanlarından biri de şüphesiz umutsuzluktu. ABD Mandasını savunan Halide Edip, Yunus Nadi gibilerin de kafasını karıştıran buydu. Umutsuzluk! Oysa tarih hep en umutsuz anlarda büyük savaşlar kazanan komutanları yazmıştı. Mustafa Kemal bunu çok iyi biliyordu. En başta da milletine güveniyordu.

Bu karanlık bulutları dağıtmak gerekti. Mustafa Kemal, Minber gazetesinin yanında diğer gazetelerle de iletişime geçti. Zaman ve Vakit gazetelerine verdiği demeçlerle halkın umutsuzluğunu gidermek ve kamuoyu yaratmanın yollarını denedi. Kimi gazetelere sert yanıtlar verdi, kimi gazetelere dava açacak derecede kavgalar yaptı.

UMUT, SAKLI CENNETTE

Bir gün İngiliz yanlısı Alemdar gazetesinin yazarı Refi Cevat, Çanakkale kahramanı Mustafa Kemal ile bir röportaj yapmak istemişti. Şişli’de bulunan evinde konuk oldu. Çanakkale’deki başarılarıyla alakalı sorular soruldu, röportajı tamamladı. Tam ayrılacakken Mustafa Kemal onu yeniden tuttu.Ve sordu:

“Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşur? Diye bir soru sormanızı beklerdim”

Refi Cevat’ın bu söze karşılığı: “vatanın kurtuluşu mümkün olmadığı için bu soruyu sormadım”

Mustafa Kemal buna söze karşı çıktı: “Müttefikler zaafa uğramaktadır. Anadolu’da baş gösterecek milli bir direnişe hiçbiri müdahale edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır” dedi.

Refi Cevat: “Çölden farksız oldu vatanımız. Bir hayat emaresi göremiyorum. Hangi asker, hangi silah, hangi parayla?”

Mustafa Kemal’in bu soruya cevabı ders niteliğindeydi: “Öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak, bu çöküntüden bir varlık, bir örgütlenme yaratmak lazımdır. Çöl sanılan bu alemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O millettir, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilirse vatan da millet de kurtulur.”

Umutsuzluk fabrikası olan Refi Cevat bile bu röportaj sonrası “Karamsarlık içinde ruhu sıkılan bir hastanın ferahlık verici bir ilaç içmesi gibi olmuştum”8 diyor.

YABANCI BASINLA GÖRÜŞMELER

Mustafa Kemal’in sadece Türk basınla ile değil yabancı basınla da ilişki kurduğu biliniyor. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz;

- Anadolu’nun işgalinin haksız bir gerekçe ile gerçekleştiğini anlatmak,

- Emperyalizmin ideolojik temellerini attığı Avrupa merkezci bakış açısı olan “Doğulular, Asyalılar barbardır biz onlara medeniyet götürüyoruz” görüşünü dağıtmak,

- Avrupa’da savaştan rahatsız olan toplumlara seslenmek ve müttefik devletler içinde oluşan çatlağı daha da büyütmek olarak sıralayabiliriz.

Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunduğu dönemde Daily Mail gazetesi yazarı İngiliz gazeteci G. Ward Price ile görüştüğü biliniyor. G. Ward Price o dönem Sadrazam Tevfik Paşa, Padişah Vahdettin, Meclis Başkanı Ali Rıza ile de görüşüyor. Hepsi İngilizlere yaranmaya çalışan ifadeler kullanıyor. Padişah Vahdettin, “en fazla İngiliz milletinin hoşuma gitmesi ve ona hayranlığım bana babamdan miras kalmıştır… Ermeni tehcirinin suçluları en ağır şekilde cezalandırılacaktır.” şeklindeki demeci Osmanlı Padişahının içine düştüğü küçültücü durumu göstermektedir.

Mustafa Kemal ile ise Kasım 1918’de görüşen G. Ward Price, Mustafa Kemal’in kendisine ısrarla “Bu böyle olmaz. Vatanı baştan aşağı değiştirmek lazım, yenileştirmek lazım” dediğini anlatır. Mustafa Kemal’in bu İngiliz gazeteci ile görüşmesinde İngilizlerden görev istediği bilgisi ise tamamen safsatadır. Çünkü söz konusu görüşme sonrasında buna dair yazılı bir bilgi bulunmamaktadır.

O dönem büyük bir buhranın içinde bulunan Osmanlı’ya İngiliz, İtalyan, Fransız gazetecilerin ilgisi de büyüktü. Çünkü her karanlık yeni bir aydınlığa gebeydi. Osmanlı da bunun sancılarını yaşıyordu. Bu atmosfer gazeteciler için birer verimli topraktı.

Bir Sovyet gazetesi olan “İzvestia” 23 Nisan 1920 günü Osmanlı’ya yapılan işgalleri inceliyor, Osmanlı’da huzursuzluk ortamının geliştiğini, bunun toplumsal dalgalanmalar yaratacağını Türk ihtilalinin yakın olduğunu, Türk devrimiyle Sovyet Rusya arasında çok önemli bir dostluğun gelişeceğini yazmıştı.9

ÇIKARILAN DERSLER

Basının ne kadar önemli olduğunu mütareke dönemine bakarak anlayabiliyoruz. Savaşın sadece silahla değil fikirle de verildiğini görüyoruz. Gerçeği savunmak, mücadeleyi anlatmak, umudu ateşlemek… Bunların hepsini Mustafa Kemal’in basınında görebiliriz. Zaten İrade-i Milliye (Sivas), Hakimiyet-i Milliye (Ankara), Anadolu Ajansı, Yunus Nadilere kurdurduğu Cumhuriyet gazetesi hep bir savaşın ürünleri.

İnsan kendine sormadan edemiyor. Alemdar, Sabah, Serbesti gazeteleri ve bunların yazarları neden bu hainliğe düşmüşlerdi?

Buna çeşitli cevaplar üretilebilir ama bizce en önemlisi bu kişiler kendi çıkarlarını milletin çıkarlarının üstüne koymuşlardı. Kendi siyasi geleceklerini işgalcilerin siyasi gelecekleriyle birleştirmişlerdi. Ve işgalcilerin birer piyonu haline geldiler. Kimisi de umutsuzluğun ve karamsarlığın içinde boğuldu. Milletine yabancılaştı. Onun taleplerini görmezden geldi. Tıpkı bugün olduğu gibi!

Bugün de Özgür Gündem, Zaman, Taraf gibi gazeteler ve İMC, Samanyolu, Bugün, Kanaltürk gibi televizyonlar aynı faaliyetleri yürütmemiş miydi? Emre Uslu gibi, Mehmet Baransu, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Can Dündar gibi yazarlarla topluma sürekli yalan, hurafe, karamsarlık sunmuyorlar mıydı? Türkiye’nin çıkarına olan durumlarda bozgunculuk yapmıyorlar mıydı? İşte o gün Ali Kemaller nasıl milletine yabancılaşıp kendi çıkarlarını kendi çıkarlarını düşmanın çıkarlarıyla birleştirdilerse bugün de onlar birleştiriyorlar. Mustafa Kemal’in arkasından nasıl iftiralar attılarsa bugün de vatanseverlerin ardından aynı iftiraları attılar, kara propaganda yaptılar. Sonunda hepsi tarihin çöplüğüne süpürüldüler.

Mustafa Kemal onlara göz açtırmadı, daima mücadele etti, bizler de edeceğiz. “Özgür basın” edebiyatı adı altında yapılan Türkiye düşmanlığına izin vermeyeceğiz. Türkiye düşmanlığının özgürlüğü olamaz.

Kafası karışan, belirli düşmanlıklara hapsolup, karamsarlığa boğulup Türkiye düşmanlığına sürüklenenlere ise tavsiyemiz tarihten ders almalarıdır. Orada teşhis de reçete de yazmaktadır.

Naci Önenköprülü

TGB AFK Başkan Yardımcısı

1- Alev Coşkun, Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay, 2008, s. 33.
2- Aynı eser s. 39.
3- Alev Coşkun, Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay, 2008, s. 149.
4- Aynı Eser s. 149.
5- Altan Deliorman, Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, s. 13.
6- Alev Coşkun, Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay, 2008, s. 86.
7- Orhan Koloğlu, Aydınlarımızın Bunalım Yılı 1918, s. 59.
8- Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları (1899-16 Mayıs 1919), 1998, s. 255.
9- Stefanos Yerasimos, Ekim Devriminden Millî Mücadeleye, s. 107.

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler