YAZAR
Işıkların açılmasıyla birlikte binada sanki davullar gümbürdüyordu. Hızlı adımlarla binada ilerleyen, ilerlerken sağa sola buyruklar savuran patronun ağzından çıkan her söz, sanki öküz derisinden yapılmış savaş davullarının çıkardığı sesler gibi yeri göğü inletiyordu. Patronun sabahları böyle gümbürdemesi binadaki çalışanların uykularının açılması için bir sinyalden çok daha fazlasıydı. İşte bu gürleyen davullar vasıtasıyla patron, dünyanın en ücra köşesinde dahi kurmaya çalıştığı hakimiyet seferine katılan her bir askerini tek tek uyarıyor, teşvik ediyordu. Asla yenilmez bir iradeye sahip olduğunu düşünen patron, çalınan davullar vasıtasıyla kapalı kapıları aşıyor, uyananların zihnine giriyor ve böylece kendinden kaynaklananlar hariç diğer tüm olası düşüncelerin önüne geçmiş, insanlara kendi iradesini dayatmış oluyordu.
Dünya piyasalarında kendi parasından başkasına yer vermek istemeyen, kendi ayakları üzerinde durmak isteyenlere hem silahla hem parayla diz çöktürmeye çalışmaktan kaçınmayan, dünya üzerindeki tüm ticaretin kendi parasıyla yapılmasını isteyen Amerikan Merkez Bankası’nın patronu Jerome Powell’ın herhangi bir sabahı böyle başlıyordur herhalde. Elbette ki onun kurmaylarına verdiği buyrukları, başka ülkelerin piyasalarına yön veren kararları kendi başına düşünüp tasarladığı şeyler değil. Özellikle 2.Dünya Savaşı’nın ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin ülkü edindiği dünya jandarmalığı için on yıllardır benimsedikleri politikaların tezahürü o buyruklar ve kararlar.
MUTLAK HAKİMİYET İÇİN PARLAK IŞIKLAR
Nasıl ki Cengiz Han dünya üzerinde inşa etmeye çalıştığı mutlak hakimiyeti için çeşitli yasalar, katı kurallar ilan ettiyse ABD de hem ekonomik hem askeri anlamda mutlak hakimiyet kurmak için oyuna çeşitli kurallar koydu. Bu kuralları ihlal edenleri tespit etmek ve cezalandırmak içinse müfettişlerini kullandı. Bu müfettişler gerek ihbarlar ile gerekse türlü işkenceler ve cezalar ile genel kabul görmüş iktisat kurallarının uygulanmasını sağlamakla görevliydi. Görevlerini o kadar sahiplendiler o kadar içten yaptılar ki hepsi yurdu savunan birer kaleymiş gibi inşa edilen fabrikalarımıza bir bir kilit vuruldu. İzmir İktisat Kongre’sinde temelleri atılan devlet destekli yatırım ve istihdam projeleri sırayla terk edildi. Üreticimiz devletin sırtındaki kambur olarak görüldü.
ABD’nin ilan ettiği oyun kurallarında “üretim” yasaklı kelimeydi. İşte o müfettişlerin görevi üretimin en ufak işaretini gördükleri yerde bitiverip kah Ali Cengiz oyunlarıyla kandırıp, kah türlü işkenceler uygulayıp üretmeyi, kendi kendine yetmeyi düşünen herkese oyunun kurallarını hatırlatmaktı. Ali Cengiz oyunlarında o kadar becerikliydiler ki sipariş türküler bile yazdırdılar. O sipariş türküler ile zeytinyağlı yiyenlere margarini, basmadan fistan giyenlere ithal kumaşlı elbiseleri yavaş yavaş alıştırdılar. Sipariş türkülere kanmayanları ise büyük işkenceler ile pes ettirdiler. Sorgu odasında, gece gündüz demeden ışığa bakmakla cezalandırılan Aytmatov’un düşünce suçlusu karakteri Kuttıbayev gibi ışığa bakmakla cezalandırıldılar. Yasaklı kelimeyi ağzına alan çiftçimiz, sanayicimiz genel kabul görmüş iktisat kurallarının devam ettirilmesinin gereği olarak parlak ışıklara maruz bırakıldılar. Bu ışıklar öyle parlak, öyle canlıydılar ki sonsuz ışığın kaynağı Güneş bile onların yanında kibrit alevi gibi kalırdı. O ışıkları hiç ara vermeden üreticilerimizin gözlerine tuttular. O ışıklar ile gözlerini kan çanağına çevirdikleri üreticilerimize, tüketmenin karşı konulamaz hazzını yavaş yavaş zerk ettiler. Hatta o ışıklar o kadar parladı ki sadece üreticilerimizin değil vatandaşımızın dahi gözlerini aldı. Öyle ki olmayan bir parayı bile harcayacak hale getirildik. O ışıkları küçültüp cüzdanımıza koydular, adına da kredi kartı dediler. Kredi kartını bir kere kullananlar ise o ışıltılı dünyanın ayrılmaz bir parçası oldular.
SERBEST PİYASA TRENİ
O pasparlak, Güneş’ten bile daha parlak ışıklar zamanla gözlerimize öyle ıstırap vermeye başladı ki bir mezarın içi dahi olsa ışığın olmadığı bir dünyayı hayal eden Kuttıbayev gibi ışığa sırtımızı çevirmeyi ister hale geldik. Fakat müfettişler elbette ki gözlerimizi bir an olsun tüketimin ışıklarından almamıza izin vermeyecekti. Hem ülkeyi yönetenler dahi o ışıklara aldanıp türlü özelleştirmeler ile faiz ve döviz kuralları ile ABD’nin “Serbest Piyasa Treni” ne biletlerini almışlardı. Türkiye’yi küçük bir Amerika yapacağını ilan ederek bizi vagonumuza yerleştirenler -ve sonrasında gelenler- ne lokomotife ne de makiniste en ufak bir söz söylemiyordu. Tüm dünyayı fethetmeyi aklına koyan Cengiz Han’ın uçsuz bucaksız Sarı Özek bozkırını dolaşıp karşısına çıkan bütün boyları hakimiyeti altına alması gibi bu tren de önüne geleni ardına takıp ilerliyordu. Biz ise, gözleri kan çanağına dönmüş ıstırap içindeki üreticilerimizle birlikte camlarında parmaklıklar takılı vagonumuzda lokomotifin ardından ilerliyorduk.
PARMAKLIKLARIN ARDINDAKİ ÖZLEMLER
“Almatı’daki sorgu odasından Urenburg’a sevk edilmek için trene bindirilen Kuttıbayev’in aklında yalnızca Boranlı İstasyonu’ndaki evini, ailesini, dostlarını parmaklıklı vagonundan dahi olsa son kez görmek vardı Tren Boranlı İstasyonu’ndan geçerken parmaklıkların ardından bakan Kuttıbayev eşi Zaripa’yı, çocukları Ermek’i Daul’u ve dostu Yedigey’i gördü. Onları görür görmez içi tarif edilmez bir mutlulukla doldu."
ABD’nin “Serbest Piyasa Treni”yle yaptığımız yolculuk bugün bizi 500 milyar dolara dayanan dış borca, iflas bayrağını elinde tutan sanayici ve tüccarlara, artarak ilerleyen genç işsizliğe ulaştırdı. Fakat bugün o vagonda yolculuk eden kime dokunsak bu böyle gitmez diyor Boranlı İstasyonu’na yaklaştıkça sevdiklerine duyduğu özlemi katbekat artan Kuttıbayev gibi bu yolculukta biz de üretmeye, çalışkanlığa, paylaşmaya duyduğumuz özlemleri her geçen an daha da arttırdık. Artık bu trenin de lokomotifin de bizi istediğimiz durağa götürmeyeceğini görüyoruz. Yıllarca gözümüze tutulan tüketim ışıklarına sırtımızı dönüyoruz. Üretmenin erdemlerini hep birlikte yeniden keşfedeceğimiz, üreterek mutluluğu, bolluğu, refahı paylaşacağımız günlerin içindeyiz.
Türk gençliği bu tarihi günlerde tarihi sorumluluklar almak için yine en önde. Geleceğimizi ilgilendiren üretim ve istihdam sorunlarını Çalışan Gençlik Üreten Türkiye Kurultayında tartışalım. Çözüm yollarını birlikte üretelim. Atılması gereken adımlara birlikte karar verelim. Üretmek, çalışmak, bolluğu ve bereketi paylaşmak isteyen herkesi 25 Aralık 2021 Cumartesi günü Hacettepe Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezi’ne bekliyor olacağız.
İbrahim TORAMAN
TGB Genel Sekreter Yardımcısı