Bu da mı gol değil?

Futbolun aksine diğer spor branşlarında aldığımız dünya çapındaki başarılar ve sporcularımızın sunduğu seyir zevki insanların ilgisini artırıyor.

Bu da mı gol değil?
Naci Önenköprülü
Naci Önenköprülü
YAZAR

Futbol, Türkiye’de yaşayan biri için sıradan bir spor hiç olmadı. Futbola dair daima içsel bir aidiyet hissettik. Bu aidiyet ana karnında başladı da diyebiliriz.

Serüvenimiz, daha doğmadan aile ziyaretine gelen komşuların “yeğenimiz hangi takımlı olacak?” sorularıyla başlar. Çocuk doğar, taraftar bayraklarına sarılıp sarmalanır, ilk fotoğraf alınır.

Çocuk biraz daha büyür, dayı, amca, teyzenin “şu takımı tutarsan sana şu hediyeyi alacağım” kandırmacalarına maruz kalır. Konuşmayı öğrenirken “anne” ve “baba”nın ardından tribün marşları söyletilir. Ayaklar yere basmaya başlayınca soluk mahalle maçlarında alınır. Tribünden izlenen ilk maçın bileti ise hatıra olarak saklanır.

Biraz daha büyür… Her okul zamanının başında alınan parlak ayakkabılar teneke kutusunun ezilmesi suretiyle oynanan futbol yüzünden 1 aya kalmaz paramparça olur. Sırf bu yüzden anneden terlik yemeye bile hazırdır. Bu serüveni bol iddialı halı saha maçları ve Playstation turnuvaları takip eder.

İşte böyle bir ortamda büyüyen bizlerin, futboldan uzak kalması ayıp olurdu herhalde. Futbol hep hayatımızın içinde oldu.

CANAVAR AĞZINI AÇTI

Ancak o zamandan bu zamana bir şeyler ters gitti. Kendini bir takıma ait hissetmek ile başlayan bu masum serüven ne yazık ki günümüzde başkalaştı. Ağzını kocaman açmış ve sivri dişleriyle güzel hatıralarımızı yutmaya çalışan bir canavar halini aldı.

Metin Oktay ruhuyla oynanan maçlar, para için yapılan şovlara dönüştü.

Sermayesi insan olan kulüpler gitti bol gösterişli “A.Ş”ler geldi.

Canını dişine takıp savaşarak oynanan futbol, hayal oldu.

Şerefli ikincilikler yerine şaibeli birincilikler moda oldu.

Armaya adanan ömürler kayboldu, boşa harcanan zamanlar doğdu.

Sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını bulmak lüks oldu.

Hakkı ödenmeyen Baba Hakkılar gitti, yerine “hakkını” alamadığı için sahaya çıkmayan futbolcuyla doldu.

Ali Sami Yen’in “Türk olmayan takımları yenmek” ideali geçerliliğini yitirmeye başladı. Güzide takımlarımız kuruluş hedeflerinden şaştı. Sahi bu takımların neydi gerçek amacı?

TÜRK FUTBOLUNUN EŞSİZ RUHU

Toplumsal olan hiçbir şeyin siyasetten bağımsız olamayacağı önemli bir gerçektir. Bu yüzden futbol da sadece futbol değildir. Futbol hem dünyadaki doğuşu hem de Türkiye’de yayılması esnasında mevcut siyasi süreçlerden nasibini almış, onlardan etkilenmiş hatta onlara göre şekillenmiştir.

Örneğin, dünya genelinde yayılan futbol rüzgârı 1900’lerin başında Osmanlı’da da esmeye başlamıştır. Ancak bu rüzgârı yelkenine dolduran sadece ecnebiler olmuştur. Çünkü 2. Abdülhamid istibdadı Türklerin kuracağı her türlü dernek, kulüp ve takımı yasaklamıştır. Beşiktaşlı sporcuların sırf bu yüzden Fizan’a sürülmesine ramak kalmıştı. Galatasaray’ın renkleri kırmızı-beyaz olacakken bu yüzden sarı-kırmızı olmuştur.

Futbol, 1908 Hürriyet Devrimi ile özgürlüğüne kavuşur.

Devrimin yapıcısı İttihat ve Terakki Cemiyeti, futbolun millet üstündeki coşkun selini görmüş ve büyütmüştür. İttihatçılar kurdukları Türk takımlarıyla yabancı takımları yenme amacı koyup Türk milliyetçiliğini yayılmasını sağlamışlardır.

Cemiyet, Altınordu İdman Yurdu’nu işte bu amaçla kurar. İttihat ve Terakki’nin resmi spor takımıdır. Adını da Türk İmparatorluğu olan Altınordu’dan almaktadır. Devrimin milliyetçi karakteri takımın ruhudur.

Ankaragücü, Osmanlı’nın savunma sanayisi olan İmalatı Harbiye’nin takımıdır. Mili Mücadele sırasında fabrikalarda örgütlenip cepheye silah taşımıştır. İmalatı Harbiye ruhu takımın aslıdır.

Birinci Dünya Savaşı zamanında kurulan ve savaş sonrası cumhuriyet ile varlığını devam ettiren idman yurtlarının önemi büyüktür.

Cumhuriyet rüzgârı estirmeye devam etmiş Türk gençliğinin, fizik ve moral kabiliyetlerini ulusal ve devrimci amaçlara yöneltmek, yurt müdafaası amaçlarını geliştirmek, beden terbiyesi ve spor yapmasını sağlamak amacıyla Mersin İdman Yurdu kurulmuştur. Cumhuriyet’in erdemi takımla bütünleşmiştir.

İşte Türk futbolunu diğerlerinden ayıran bu eşsiz ruhtur. Türk futbolundan bu eşsiz ruhunu aldığınızda gayrı bir şeyi kalmaz. Onu başka yapan tarihinden devraldığı mirastır.

GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ

Kulüplerimizin büyük çoğunluğunun reddi miras yapmasının sebebi endüstriyel futbola dahil olmasıdır. Kapitalist sistem, insana dair her şeyi alınıp satılabilen bir eşyaya dönüştürür. Onun için hissiyatın, maneviyatın önemi yoktur. Milyonları peşinden sürükleyen futbol bu sebeple sistem açısından bir velinimettir. Devasa endüstri, insan ve beraberindeki yeteneklere değer biçerek, alınıp-satılabilir hale getirilerek kurulur.

Futbol, Türkiye’de ve dünyada 90’lı yıllardan itibaren kapitalist ve emperyalist sermayenin hükmüne girdi. “Endüstriyel Futbol” olarak adlandırılan ve Türk futbolunu aslından koparan bu kara düzen başta attığımız oku gittiği yoldan saptırdı. "Endüstriyel futbol" sporu; içinden sevgiyi çıkarıp ‘ötekini yok etme’ üstüne kurulu vahşi rekabet haline getirdi. Diğerlerini yok etmen için elinde para olması gerekmektedir. Kapitalizmin büyük balık küçük balığı yutar fonksiyonu futbol için de geçerlidir. Dünya çapında büyük şirketlerin, borsa vurguncularının, mafya baronlarının elinde bulunan takımlar her sene büyük kupaları kazanırken diğer kulüpler pastadan pay almak için çırpınırlar. Ayakta kalanlar kalır, kalamayanlar büyük sermayenin altında ezilir.

Türkiye’ye de benzer durum yansır. Kulüp sahipleri hep büyük şirketlerin sahiplerinden seçilir. Kim kulüp yönetimine daha fazla parayı vaad ederse o başkan seçilir. Bu paralar ne için vaat ediliyor? “Büyük” yabancı transferler için… En pahalı transferi yapan kulüp başkanı en iyi benim diye büyükleniyor. Bu “büyük” yabancı transferler takımlarımıza daha ağır mali yükümlülüklerden başka bir şey kazandırmamaktadır.

Kulüplerimiz sırf bu hatalar yüzünden bir anda iflasların eşiğine geldiler. Koca koca kulüplerimiz gelir ve gider dengesizliğinden yediği cezalardan dolayı kupalarda ülkemizi temsil etme hakkından mahrum kaldı. Bir dönemlerin fırtına gibi esen kulüpleri şimdilerde borçları yüzünden iflas etti. Gaziantepspor, Orduspor, Samsunspor, Mersin İdman Yurdu... Şampiyon olan Bursaspor’un bile mali sebeplerden ötürü çektiği sıkıntılar ligden düşmeyi beraberinde getirdi.

Spor kulüplerimizin borçları her geçen gün daha da artıyor. 4 büyük kulübün finansal borcunun 3,5 milyar lirası bankalara. Tüm kulüplerin banka borçlarının 15 milyar liraya yakın olduğu belirtiliyor. Merak edilen soruysa bu borçlar nasıl eriyecek?

HAZIRA DAĞ DAYANMAZ

En kolay yola başvuruluyor. Şikâyet, veryansın ediliyor. Ama kimse borçların sorumluluğunu üzerine almıyor. Yine son çare dönüp dolaşıp taraftara koşuluyor. Taraftar “feda olsun”, “helal olsun” diyor ama çözüm olmuyor.

Atalarımız “hazıra dağ dayanmaz” demiş. Kulüplerin tüzüklerindeki “amaç” bölümlerinde, “sporcu yetiştirmek” yazar. Bu sebeple dernek statüsündedirler. Ancak bizim kulüplerimiz yeterince sporcu yetiştirmemektedir. Elde hazır bir şey de yok ancak sürekli dışarıdan tüketiliyor. Bir şehrin takımında o koca şehirden bir sporcu bile olmuyor.

Hayatın temel ilkelerinden biri üretimdir. Hiç üretmeden, sırf tüketerek sonsuza kadar yaşayamazsınız. Bizim de hazırımız artık tükendi. Artık üretme vakti. Bu konuda ülke ve dünya genelinde edinilen tecrübeler başarıyla kendini ispatlamıştır.

Örneğin Belçika, ülke futbolunun kötü gidişatına devrim niteliğinde çözümle dur demiştir. Altyapıya verilen 3-4 yıllık çabalar kısa sürede meyvesini vermiş, takım turnuvalarda aldığı başarı ve övgülerle sorunlarını çözme noktasına gelmiştir.

Ülkemizde ise İzmir'in Altınordu Spor Kulübü bu başarının altına imzasını atanlardan. Kulüp, “İyi birey, iyi vatandaş, iyi futbolcu” sloganıyla hareket ediyor. Bir diğer anahtar ise “Altınordu sadece bir futbol kulübü değil, aynı zamanda bir futbol eğitim kurumudur.” Bunlardan da anlayacağınız üzere Altınordu'nun ilk hedefi başarı değil, futbolcu yetiştirmek. Zaten kendilerini de “Profesyonel futbolcu yetiştiricileri” olarak tanımlıyorlar. Altınordu, genç sporcuları 6 yaşından itibaren eğitmeye başlıyor. Üstelik kulüp bünyesindeki çocuklar sadece İzmir'den de değil. Çevre illerden binlerce çocuk Altınordu bünyesinde. Bu çocuklar altın, gümüş, bronz diye sınıflandırılmış. Yetenekli çocuklar tespit edilip piramidin bir üst bölmesine transfer ediliyor ve sistem bu şekilde yürüyor. Altınordu, kesinlikle takıma yabancı sporcu transfer etmiyor.

Bir başka örnek 93 yılında Fatih Terim ve Ümit Milli Takımımız ile birlikte geliyor. Haziran 1993'te Ümit Milli Takım (21 yaş altı) ile yakalanan başarı sonraki yıllarda da kendini gösteriyor. Aynı kadronun Galatasaray’da 4 sene üst üste şampiyonluk başarısı, Avrupa ve Süper Kupa şampiyonluğu, 2002 Dünya Kupası üçüncülüğü ve 2008 Avrupa Şampiyonası başarısı kazanması tesadüf olmasa gerek.

İstenildiğinde nasıl muazzam bir yapılanma kurulabileceği görülüyor. İş sadece yatırımda da bitmiyor. Zihniyet de başarıyı perçinliyor.

DİĞER SPOR DALLARINA ARTAN İLGİ

Futbolun içine hapsolduğu bu kaos insanları diğer spor dallarına yöneltiyor. Futbol izleyen bir taraftar milyon dolarlar alan futbolcular, patron kulüp başkanları, şımarık yorumcular görüyor. Futbolun aksine basketbol, tekvando, voleybol, güreş, ampute futbol, yüzme gibi dallarda aldığımız dünya çapındaki başarılar ve sporcularımızın sunduğu seyir zevki insanların ilgisini artırıyor. Futbolda olan tribün ve taraftarlık kültüründeki yozlaşma bu spor dallarında ters orantılı durumda.

En önemlisi yatırımlar doğrultusunda yeni sporcular yetişiyor, yetişen genç sporcularımızın sergilediği üstün performans bu ilgiyi tetikliyor.

ARAR BULURUZ İZİNİ

Türk futbolundaki bu seyrelmeye çok sayıda seçenek üretmek mümkün. Yabancı oyuncu sınırlaması getirmek, cezalar yağdırmak, fonlar açmak… Veya hiçbir şey yapmadan mevcut düzen içinde yuvarlanıp gitmek de mümkün. Bunların hepsi kısa vadede birer seçenek.

Türk futbolundaki bu bozulmayı ancak köklü ve radikal kararlarla çözebiliriz. Bunun da yolu Türk futbolunun tarihinden aldığı ruha uygun karakteri yaratabilecek vatansever bir seçenek üretmekle mümkün. Bu seçeneğin yolu eninde sonunda siyasi bir mücadeleden yani iktidar mücadelesinden geçmektedir.

Şimdi bu yolda kilometre taşlarını döşeme vaktidir. Friedrich Engels “Para her kapıyı açar ancak kilitleyemez!” diyor. Biz her kapıyı açacak ve kilitleyecek anahtarı yapacağız. Sosyal ve beşerî bilimlerin kılavuzluğunda zeki, çevik, ahlaklı sporcular yetiştireceğiz. Başarıdan başarıya koşacağız.

Naci Önenköprülü

AFK Başkan Yardımcısı

TGB Genel Yönetim Kurulu Üyesi

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler