

YAZAR
Tam 79 sene önce, 26 Aralık'ı 27'sine bağlayan gece büyük bir şiddetle sallandı Erzincan. 7,9 büyüklüğündeki Erzincan merkez üslü depremde toplam 32.962 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100 bin kişi de yaralanmıştı. Cumhuriyet tarihinin en büyük depremlerinden olan Büyük Erzincan Depremi pek çok ilin ( Sivas, Tokat, Erzurum, Gümüşhane, Amasya, Yozgat, Samsun, Giresun, Trabzon, Elazığ, Malatya ve Dersim bölgesi ) de depremden etkilenmesiyle Türkiye'nin gündemine oturdu. Depremden kendini kurtaranlar gece yarısı eksi 30 derecede, karlar içinde yarı çıplak perişan bir vaziyette göçükler altında kalan yakınlarını elleriyle çekip çıkarmaya çalışıyorlardı. Devrilen sobalardan, mangallardan çıkan yangınlar şehri sarmış, yanan binalara yaklaşmak mümkün olmuyordu. Şehirde zarar görmeyen bina kalmamıştı. Depremin artçıları da bir yandan korku ve zarar vermeye devam ediyordu. Kopan hatlar nedeniyle şehrin dış dünyayla bağlantısı kesilmiş, şehir acı kaderiyle baş başa kalmıştı. Türkiyenin doğal afetler konusundaki teknik imkan yetersizliği, soğuk havalar ve iletişim hatlarının kesilmesi sebebiyle depremin verdiği zarar kat be kat büyüdü.
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, deprem bölgesine gelmiş ve adeta Türk milleti Erzincan Depremi’nin yaralarını sarmak için seferber olmuştu.

“KARA HABER”
1939 Erzincan Depremi Türkiye’nin toplumsal hafızasında derin izler bıraktı. Depremin ardından şiirler yazıldı, ağıtlar söylendi, onbinlerin acısı Türk milletinin hafızasından silinmedi. Örneğin; Büyük usta Nazım Hikmet, deprem üzerine “kara haber” adlı bir şiir kaleme almıştı. Nazım Hikmet, eski bir Erzincan türküsü olan; Erzincan’da bir kuş var Kanadında gümüş var dizesinden yola çıkarak yaşanan acılara bir çığlık oldu. O şiirin ilk bölümü şu şekilde:
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar...
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasında kimler ağlasın
…
ARİX
Erzincan Depremi’ne yakılmış bir ağıt da Sivas/Madımak’ta kaybettiğimiz Hasret Gültekin’in deprem bölgesine gidip derlemesini yaptığı olan Arix eseri. Aynı depremde Sivas İmranlı’nın Sarun (Arix) köyünde yitip giden iki kardeş için eylenmiş ağıt, yerle bir olan evlerin ortasında, kalanların ölenlerden daha az olduğu o kıyamet zamanlardan bize sesleniyor. Depremin gece sularında ansızın meydana geldiği söylenmektedir. Sadece insanların değil hayvanların da göçük altında kaldığı söylenmekte. Arix köyünün yapılarını taş ve çamurdan olması can kaybını arttırmıştı.
Kürtçe yakılan ağıtın sözleri şu şöyledir:
Arix dibên li gundê saran
Gava ku zelzele bu
Lê lê anê dused sêsed mezel vedan
De lê lê lê
De lo lo lo
Hîvî wêket
Hîva tijî ye
Lê lê anê dutane xudane law û qîza
Lê lê dayê yek nebû zava
Sere silgavê.
Türkçesi:
Arix dedikleri Sarun köyünde
Deprem olduğu sene
İki yüz üç yüz mezar açıldı anne
De lê lê lê
De lo lo lo
Ay doğdu
Dolunayla
Kör olasın iki oğlun iki kızın
Biri bile damat-gelin olamadı
Kapının başındayken.
MAHKUMLARIN FEDAKARLIĞI
Şehirde neredeyse ayakta kalan yapı yokken tahmin edebileceğiniz gibi cezaevi binası da ağır hasar görür. Açıkta kalan mahkumlara dönemin Erzincan Cumhuriyet Savcısı İzzet Akçal şu tarihi cümlelerle seslenir:
“Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bırakacağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir koşulum var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz.”
Mahkumlar her sabah depremin yaralarını sarmak üzere çıkar ve akşam tekrar döner. Savcı tarafından cezaevinde her akşam sayım yapılır. Dördüncü Umumi Müfettişlik çektiği telgrafta, mahkumların bin kişiyi kurtardığını yazar. Mahkumların bu iyi niyeti ve fedakarlığı dolayısıyla TBMM’ye özel af içeren bir kanun teklifi verilir, mahkumlar ödüllendirilir. [1]

ACIYLA ANMAK YETMEZ
Erzincan Depremi’nin toplumsal hafızamızdaki örnekleri çoğaltılabilir. Türk milleti zor zamanlarda birbirine kenetlenmeyi, yardımlaşmayı, acısını paylaşmayı bilir. Bunun sözlü ve yazılı kültürümüzde sayısız örnekleri vardır. Ancak önemli olan bu acıları azaltmaktır. Geçtiğimiz günlerde şiddeti küçük de olsa sarsıntılar yaşadık. Kaçımızın evinde deprem çantası var? Türkiye büyük bir depreme ne kadar hazırlıklı? Deprem toplanma alanlarının yerlerinde neden otoparklar var…
Bu sorular çoğaltılabilir. Kandilli rasathanesi ve bilim insanlarımızın sürekli deprem uyarısı yapması boşa değildir. Devletin bilhassa İstanbul’da ve diğer illerde altyapıyı güçlendirmesi, çarpık kentleşmeye dur demesi gerekmektedir. Uzmanlar depremin kaçınılmaz olduğunu ve depremin değil dayanıksız ve denetimsiz yapı nedeniyle ölümlerin olduğunu belirtiyorlar. Bu sebeple binaların yapılmadan önce yer bilimcilerle yerleşime uygun zeminlerin tespiti yapılmalı, depreme dayanıklı mimari sistemler seçilmeli, Türkiye’de deprem mühendisliği alanı genişletilmelidir.
Mesele sadece dayanıklı binaların yapılmasıyla sınırlı değil, binaların içinde yaşayan bizlerin de deprem öncesi ve sonrası için bilinçlendirilmemiz gerekmektedir. Tüm bunların en nihayetinde uygulanması gereken bir deprem politikası ihtiyacını gösterir.
Eren Öztürk
TGB İstanbul İl Yönecisi
DİPNOT:
[1] Can Yavuz, "1939 Erzincan Depremi Kuratma çalışmalarında yer Alan Mahkumların Affı Bağlamında Türkiye'deki Af uygulaması" ,TBB Dergisi
tgb.gen.tr