YAZAR
Mazlum milletler coğrafyasında yer alan Türk milleti, Batı emperyalizmine karşı tarihteki ilk kurtuluş savaşını vermiş, kanla kazanılmış toprağını cumhuriyet devrimiyle taçlandırmıştır.
Cumhuriyetin ilanının 7. yılı kutlamalarında Amerikalı bir gazetecinin Atatürk’e “Türkiye hangi bakımlardan Amerikanlaşmanın düşünüldüğü” sorar. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu küstah soruya cevabı tüm dünyadaki ezilmiş mazlum milletlerin gururunu taşımaktadır:
“Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır; O sadece özleşecektir.”1
Atatürk'ün konumlandırdığı Türkiye Cumhuriyeti tam olarak da budur. Türkiye kendi özüne dönebilmesi için Asya coğrafyasında yer almalı, bölge ülkeleriyle iş birliği içinde olmalıdır. Gelişebilmenin, Atatürk’ün deyimiyle muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkabilmenin tek koşulu budur. Çünkü Türkiye bir Asya ülkesidir. Kendisini hiçbir zaman içinde yer almadığı Avrupa’da görmenin, onları taklit etmenin bir sirk maymunu olmaktan farkı yoktur. Atatürk'ün bu tavrı tüm dünyadaki mazlum milletlere örnek olmuş, milletimizin kazanmış olduğu Kurtuluş Savaşı’nın ardından Asya ve Afrika coğrafyasında yer alan diğer mazlum milletler ardı ardına kendi kurtuluş savaşlarını vermiş ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Atatürk için Batı gericidir. Devrim programları geride kalmıştır. 1789 Fransız İhtilali’yle feodal yapıya baş kaldıran devrim ateşi zaman içerisinde kapitalizm ve sonucu olarak emperyalizm ile sönmüştür. Devrimin yeni coğrafyası Asya’dır. Batı'da ortaya çıkan demokratik devrim programını benimsemek bir ülkeyi batıcı yapmadığı gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni de batıcı yapmayacaktır. Atatürk döneminde uygulanan dış politika buna tam olarak örnektir.
Birinci Dünya Savaşı’nda kazanmış olduğumuz Çanakkale cephesi ile itilaf devletleri Çanakkale boğazını geçememiş, Rus devrimini gerçekleştirmekte olan Bolşeviklere karşı Çarlık Rusya’sına yardım edememiştir ve bu da Sovyetler Birliği’nin kurulmasını sağlamıştır. Aynı Sovyetler Birliği, Kurtuluş Savaşı’nda Ankara hükümetine destek vermiştir. Çünkü düşmanları ortak, kaderleri ve coğrafyaları birdir. Cumhuriyetin ilanından da sonra da Sovyetlerle olan dostluk devam etmiştir. Bizlerin de bugün Atatürk’ün bıraktığı en büyük miraslardan biri olan Sovyet dostluğuna sahip çıkmamız gerekir.
Diğer bölge ülkeleri Irak, İran, Azerbaycan, Pakistan ve Afganistan'la da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilişkileri hep yakın olmuştur. Sadabat Paktı buna en güzel örnektir.
ORTAK DÜŞMANA KARŞI: SADABAT PAKTI
Atatürk dönemi Türkiye Cumhuriyeti dış politikasından bahsedeceksek Sadabat Paktı’ndan söz etmemek olmaz. 8 Temmuz 1937 yılında ülkelerin sınır sorunun kalıcı şekilde çözülmesi ve ülkelerin bağımsızlıklarını tanıma amacıyla; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan ile imzalanan dörtlü saldırmazlık paktıdır. Irak, İngiltere sömürgeciliğinden kurtulduğunu ve bölge ülkeleriyle ittifak halinde olduğunu göstermek için İran ve Türkiye’ye saldırmazlık paktı önerir. Sovyetler Birliği’nin pakta yer alması için önerdiği Afganistan’ın da kabul edilmesiyle pakt Tahran’da bulunan Sadabat Sarayı’nda 4 ülke ile kurulur. Sadabat Paktı aynı zamanda Orta Doğu’da kurulan iş birliğine dayanan ilk kolektif örgüt olma özelliğini de taşımaktadır.
Paktın maddelerine baktığımızda ilk olarak ülkelerin sınır sorunlarını kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturmayı amaçladığını görebiliriz. Çünkü pakta üye ülkelerin tamamının İran’la sınır sorunları vardı. Sınır tanımayan Kürt isyanları da bu paktın imzalanmasını zorunlu hale getirmiştir. Paktın imzalanmasının bir diğer nedeni de yeni bağımsızlıklarını kazanmış devletlerin tüm dünyaya kendi ülkelerini tanıtmak ve bağımsızlığını kabul ettirmektir.
Taraflar anlaşma gereği içişlerinde birbirlerine karışmayacaklarına, ortak çıkarları söz konusu olduğu taktirde iş birliğinde bulunacaklarının garantisini vermiştir. Bu amaçla anlaşmanın 7. maddesi şudur: “Bağıtlı taraflardan her biri, kendi sınırları içinde diğer bağıtlı tarafların kurumlarını yıkmak, düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemeyi yükümlenir.”2
Sadabat Paktı bölge ülkelerinin Batı güdümünde değil, kendi ülkelerinin çıkarları amacıyla kurulması nedeniyle önemlidir. Bu pakt ile dışa dönük, komşu ülkelerle iyi ilişkilerde bulunan Türkiye; sınır güvenliğini sağladığı gibi, ortak kaderi paylaştığı ülkelerle birlikte de gelişmeyi amaçlamıştır. Atatürk o zaman da iki kutuptan oluşan dünyada Türkiye’nin bulunması gereken konumu iyi belirlemiş, Ortadoğu’da söz sahibi bir ülke haline gelmemizi sağlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla paktın yürürlüğü askıya alındı. Genel Sekreterliğin Konsey Başkanına bağlı olarak her yıl değişmesi düşünüldüğünden herhangi bir merkeze bağlı olmaması nedeniyle yürürlüğü devam etmedi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından da Afganistan’ın yerine Pakistan’ın yer aldığı Bağdat Paktı 1955’de imzalansa da bu pakt da çok fazla amacına hizmet etmeden dağıldı.
SURİYE VE IRAK İLE BİRLİKTE KURULMASI DÜŞÜNÜLEN KONFEDARASYON
Mustafa Kemal Atatürk zannedilenin aksine sadece Batı ülkeleriyle arasını iyi tutan, İslam ülkelerine sırtını çevirmiş bir Türkiye Cumhuriyeti kurmadı. Atatürk için Batı, zulüm dünyası; Irak, Suriye, İran, Hindistan, Afganistan, Pakistan ülkelerinin Müslüman halkı Müslüman Türk milletinin de içinde bulunduğu mazlumlar dünyasıydı. Ortak düşmana karşı koymak, ülkelerin bağımsızlığını kazanması ancak bu milletlerin bir araya gelmesiyle mümkün olabilirdi. Özellikle bu ülkeler; içerisinde farklı ırktan, mezhepten, dinden insanlar bulunsa da büyük çoğunluğu Müslüman olup, asırlarca Osmanlı Devleti içerisinde birlikte yaşamış halklardan oluşuyorsa bu birliktelik çok daha kolay olacaktı.
“Biz pekiyi biliyoruz ki, Adana’dan düşmanın uzaklaştırılması ve bir daha oraya basmaması Suriye’nin yardımıyla mümkün olduğu gibi, Suriyeliler de takdir ediyorlar ki, Beyrut ve Şam’ın en sağlam savunmaları Adana’dadır.”3
Mustafa Kemal Atatürk’ün komşu ülkelerle olan düşünceleri bu kadar netti. Sen komşunla hareket et. Hem kendin hem komşu ülkeler için emperyalistleri bölgenden sonsuza kadar defet. Bu amaçla Atatürk 1920’den vefatına kadar olan dönemde Irak ve Suriye’yle birlikte kurulmasını düşündüğü konfederasyon fikrini birçok kez dile getirmiş fakat dönemin şartları nedeniyle gerçekleşememiştir.
1920 yılının Şubat-Mart aylarında Suriye ve Irak’la düşünülen konfederasyon önerisinin kabul edildiği çeşitli belgelere yansımıştır. Aynı zamanda Atatürk’ün Talat Paşa’ya gönderdiği gizli mektuplarda da Arap örgütlerinin önerdiği konfederasyon planının kabul edildiğini görüyoruz.4 Atatürk konfederasyon fikrini mecliste de sık sık dile getiriyor. 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışının ikinci gününde Atatürk’ün yaptığı anayasa konuşmasında da bu fikir yer alıyor.5
Atatürk, Cumhuriyet'in ilanından sonra da fikrinden vazgeçmemiş fakat Suriye ve Irak’ın bağımsızlıklarını kazanamamaları nedeniyle o dönemde de gerçekleşememiştir. Atatürk’ün amacı dış cepheyi kuvvetli tutmaktı. Bu yüzden de komşu ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmasına büyük önem veriyordu. Hatay sorununun henüz çözüme kavuşmadığı 1937 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Suriye Başbakanı Cemil Mardam’a şunu söylüyordu: “Asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar ayrılmazlar. Yalnız imparatorluğun yarattığı bir takım kötü anlayışların unutulabilmesi, nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için muayyen bir zamanın geçmesi lazımdı. Bugün henüz gelmiş olduğuna itiraf ederim ki kani değilim. Fakat o gün gelecektir. İslam âlemi ve Suriye Milleti tamamıyla ve kesinlikle bağımsız olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin arzusu, bağımsız bir Suriye İslam Devleti’nin kurulmasıdır.”6
ATATÜRK TÜRKİYE’SİNDE BUGÜN UYGULANMASI GEREKEN DIŞ POLİTİKA
Bugün dünyada bütün dengeler değişiyor. Asya’da 21. yüzyıl şartlarında tekrar dirilen bir medeniyet doğarken, Amerika ve Avrupa ülkelerinin içinde yer aldığı Atlantik sistemi çöküyor. Haraca bağlı ekonomilerinin bir devamının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü soydukları, topraklarını işgal edip insanlarını öldürdükleri ülkeler bir olmuş; emperyalizme karşı toplu bir direnç gösteriyorlar. Doğu Akdeniz’de, Kafkaslar’da, Güneydoğu sınırımızda Amerika kaybediyor. PKK teröründen geçmiş yıllara göre eser kalmadı. Siyasi kolu HDP’nin belediyelerine kayyumlar atanırken, yöneticileri FETÖ’cü hainlerle birlikte hak ettikleri cezaevindeler.
Bu saydığım gelişmeler dünden bugüne oluşmuş durumlar değil. Türkiye’nin milli güçlerle önce iç cepheyi, daha sonra Avrasya ülkeleriyle dış cepheyi güçlü tutmasından kaynaklanıyor. Bu cepheler şüphesiz ilerleyen zamanlarda daha da genişleyecektir. Çünkü hiçbir ülke kaybedeceğini bile bile yenilmekte olan tarafta olmak istemeyecektir.
Barış Pınarı sonrasında Rusya ile 22 Ekim 2019’da imzalanan Soçi Mutabakatı, Orta Asya ülkelerinin içinde yer aldığı Şangay İşbirliği Örgütü, Çin’le özellikle ekonomik anlamda imzalanan anlaşmalar ve son yıllarda artan İran-Türkiye-Rusya arasında sık sık yapılan üçlü görüşmeler. Bu yapılan görüşmeler ve imzalanan anlaşmalar şunu gösteriyor ki artık bölge ülkeleri bir olmuş düşmana karşı birlikte hareket ediyorlar. Türkiye Doğu Akdeniz’de Amerika’nın desteklediği Yunanistan’ı Rusya yardımıyla yenerken, Azerbaycan işgal altındaki topraklarını Türkiye sayesinde geri kazanıyor.
1938 sonrasında Atatürk Türkiye’sine en yakın dönemi bugünlerde yaşıyoruz. Ülkemizin "Küçük Amerika" olarak anıldığı, NATO’nun arka bahçesi olduğu dönemler geride kaldı. NATO’dan ayrıldığımız ve müttefiklerimizle daha da somut ittifaklar kuracağımız Tam Bağımsız Türkiye ümidiyle.
İbrahim Çoğaşlıoğlu
TGB İzmir İl Yöneticisi
DİPNOT:
1- Asya Çağının Öncüleri, Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 2015, sayfa 143
2- https://www.koroglugazetesi.com/haber/sadabat-pakti-imzalandi.html
3- https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/sinan-meydan/ataturkun-mazlum-milletler-cephesi-ve-suriye-politikasi-5642118/
4- Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, E. U. Basımevi, Ankara, Mart 1956, sayı: 15, Vesika No. 402; Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.6, s.333
5- Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.8, s.27 vd
6- Bilal Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2006, s.249-250’den aktaran Şule Perinçek, “Suriye’deki Uluslararası Sempozyum Bildirisi”, s.26 vd.
tgb.gen.tr