Ergenekon barikatlarında bir Jön Türk

Tarık Akan'ın bizlere bıraktığı miras: "Vatana ve emekçi halka sadakat"

Ergenekon barikatlarında bir Jön Türk
Onur Özcan
Onur Özcan
YAZAR

Türk sinemasının yakışıklı Ferit’i elbette benimde çocukluk kahramanlarımdandı. Onunla tanışmak, birlikte dövüşmek ve ondan öğrenmeye başlamak ise benim ve benim gibi binlerce gencin en önemli dönüşüm noktalarındandı. “Dünyayı değiştirme iradesi” demiştik. İşte tüm bunları düşünürken aklım 13 Aralık 2012 senesine gitmişti bile.

O günün benliğimdeki heyecanı anlatılmaz. Ergenekon adı verilen kumpas davası o günlerde millete bir yalan bombardımanı olanı olarak sunuluyor. Elbette gençlik yine aldanmıyor... 13 Aralık’ta çağrı yapılmış. “Bu böyle gitmez. Türk Ordusuna, Türk aydınına bu reva görülemez! Herkes Silivri zindanının önüne” çağrıları yapılmış. Geceden Silivri nöbet çadırı alanında beklemeye başlamışım benim gibi yüzlerce genç arkadaşım ile. Ancak içimdeki öfke ve heyecan Silivri’nin can yakıcı soğuğundan mıdır bilinmez donuklaşıyor.

Sabaha karşı bir saatlik istirahate geçmişiz. 1 saat sonra saat 05.00... Herkes geliyor, ülkenin her yerinden insanlar ayaz yerine, er meydanına geliyor. Ben de ise heyecan kıpırtıları ile birlikte uyku sersemliği devam ediyor. Ancak 5 dakika sonra gelen “Silivri Valisi” Hıdır Hokka ağabeyin tok sesi ile mahmurluktan eser kalmıyor. Bu sefer de gözüm çay, kahve arıyor. Onu da buluyorum. Artık mazeret zamanı değil diyorum kendi kendime. Üstelik, taze olmasa da simit de yemişsin yanında. Şu gelenlere bak diyorum kendi kendime. “İlk defa mı uykusuz kalıyorsun be adam!” diye kızıyorum kendime. Tüm bunlar olurken etrafıma bakıyorum er meydanı iyice doluşmaya başlamış. Saati soruyorum 08.52 gibi bir şey. Benim bulunduğum alan giriş kapısının tarafı. Ancak kumpası kuranlar da bunu beklemiyor olsa gerek, kalabalığı görünce kimseyi almıyorlar. Millet ise barikatların arkasında öfkesi biraz daha artarak, biraz da söverek beklemeye devam ediyor. Derken gözümün önünden Tarık Akan geçiyor. Aynı “Maden” filminde yürüdüğü gibi yürüyor kalabalığın arasına, barikatların önüne doğru. Tabi ben barikatlara doğru yürüdüğünü bilmiyorum, ama yârimizi tavlamayı bize öğreten Ferit ağabeyin yürüyüşünü pür dikkat izliyorum. Derken kısa bir süre sonra lise yıllarından tanıdığım üzerimde çok emeği olmuş ağabeylerden bir tanesi, "Onur sen de gel" diyerek el işareti yapıyor.

Takılıyorum 5 kişilik bu ekibin arkasına. Hızlı hızlı yürüyoruz. Ben onlarında yanında pek cılız kalıyorum ama olsun. Barikatlara gittiğimizi anlıyorum, o kadar da saf değilim. Heyecanım doruk noktasında. Lise sıralarından itibaren, üniversite kantinlerinde hep konuştuğumuz, tartıştığımız, öfkelendiğimiz insanlar için Silivri’deyim ve barikatların önüne doğru henüz pek kimsenin haberi yokken ilerliyorum. İlk gidenlerden olduğumu sanıyorum ve haklı bir gurur da yaşıyorum.

Geldim işte, barikatlar önümde öylece bekliyorum. Giderek insanlar yığılmaya başlıyorlar. Bir taraftan da içeriye girme talepleri devam ediyor. Havaya bakıyorum Nazım’ın dediği “Kurşun gibi ağır...”. Etrafıma bakıyorum; öfke, heyecan, gurur hepsi bir arada. Tabi aklımın ucundan geçmiyor, Yeşilçam’ın yakışıklı Ferit’inin barikatların en önünde film sahnelerinde olduğu gibi dövüşeceği. Anlıyorum ki barikatlara yüklenilecek, az kaldı. Konuşuyoruz kendi aramızda. Kafamı sağa çeviriyorum, biraz ötemdeki barikatların en önünde Tarık Akan geniş omuzları, büyük elleri ile kavramış tek başına barikatı sarsıyor. Sanki bir film sahnesi. Hatta diyebiliriz. Çektiği en güzel filmlerden. Bu sefer kamera yok ancak Tarık Akan yine başrol. Tam bir Jön, Jön Türk! Etraftakiler de kendilerini öyle tanımlıyor. Bu kadar Jön Türk ile başa çıkmak zor. Hele ki Jön’lerin Jön’ü Tarık Akan başrolde ise. Birkaç saniye şaşkınlık ve mutlulukla bakıyorum. Tabi bize durmak yakışmıyor, biz de yükleniyoruz olduğumuz taraftan. Eee biz de Jön Türk’üz durmak olmaz ki. Çok uzun sürmüyor Ömer Halisdemirlerimizi katleden çetenin barikatlarını yıkmak. Aynaları çatlatan, hepimizin kahramanı Tarık Akan’ın karşısında barikatlar nasıl dayanabilir ki..

Vakit olmuş öğlen... Barikatlar yıkılmış, mahkeme salonunun önündeyiz. Hava hala soğuk ancak sabah ayazı gibi değil. Mahkeme önünden ayrılmıyoruz ancak birkaç saat önce yaşadığım o sahne hiç gözümün önünden gitmiyor. Kendimi zinde tutmaya çalışıyorum, başarıyorum da. Bu sırada Levent Kırca çıkmış bir kulübenin üstüne bangır bangır konuşuyor. “Bu çete dağıtılacak, asker bizim evladımızdır” diyor.

Akşam mahkemenin ertelendiğini duyunca dağılmaya başlıyoruz. Ancak şimdi daha iyi biliyoruz daha çok geleceğiz buraya. Gözlerim Tarık Akan’ı arıyor, göremiyorum. Karnım da pek aç. O sırada Anayasa Hukukçusu Erdem Cömert hocamız ile karşılaşıyorum. Gel sana buzlu köfte ısmarlayayım diyor gülerek, öğrenci alışkanlığı mı bilinmez hemen kabul ediyorum. Halbuki en azından Tarık Akan ile bir fotoğraf çekilebilir miyim derdindeydim yıktığımız barikatların önünde. Bugün köfte ekmeği tercih etmiş olmanın hafif burukluğunu yaşıyorum içimde elbette ancak ilginç bir bilgi öğreniyorum. Hiçbir zaman sıcak olmayan ancak tadı enfes gelen buzlu köfte ekmeği yerken. 13 Aralık Tarık Akan’ın doğum günüymüş.

Doğum gününde kimsenin en ufak ses edemediği koşullarda barikatları sarsıyordu Türk Ordusu ve Türk aydını için Tarık Akan. Yüzümde gururlu bir gülümseme oluşuyor. Doğum günün kutlu olsun diyorum içimden. Kendisine söyleyebilecek fırsatı bulamıyorum malesef. Haklı bir gururun ve gelen başarının ardından köfte ekmeği de yediğimize göre artık dağılabiliriz diyoruz.

Konya’ya döndüğümde arkadaşlar ile okula Tarık Akan’ı getirmenin planlarını yapmaya başlıyoruz. Topluluğumuzda görevi bana veriyorlar. Arıyorum kendisini. Heyecanlıyım, hata yapmamam gerek diyorum. Tarık Bey diyorum, gülüyor. Ağabey dememi istiyor. Utanıyorum ancak rahatlıyorum da. Artık daha rahat konuşuyorum ve konuşmayı baştan başlatıyorum. “Selçuk Üniversitesine gelir misiniz?” diyorum, üzülerek reddediyor. Biraz daha düşünüyor ancak zaman ayarlayamıyor. Ancak yine de öğretmeye devam ediyor. Açılım sürecinin çıkmazları ile ilgili bir konferans yapmamızı öneriyor. Arkadaşlara Tarık ağabeyin gelemeyeceğini söyleyince hepimiz üzülüyoruz. Ancak telefonda verdiği öneri hepimiz tarafından kabul görüyor ve etkinliğimizi onun önerisi ile gerçekleştiriyoruz. Derken onu yakın çevremde görmeye artık alışıyorum. Bu alışkanlık kötüden çok iyi bir alışkanlık. “Dünyayı değiştirme inancımı” pekiştiren bir alışkanlık halini alıyor.

Canım Kardeşim filminin anlamını daha farklı yorumlamaya başlıyorum, artık onlarca defa izlediğim ve her defasında da hüzne, neşeye, umuda büründüğüm filmleri başka bir gözle izleyebildiğimi fark ediyorum. Büyük adamsın deyip işlere koyuluyoruz tabi her seferinde.

İnternette okuyorum, Tarık Akan hastaneye kaldırılmış diye. İçimi bir burukluk kaplıyor ama o heybetli adam teslim olmaz diyorum. Çıkacaktır bu cendereden de. Aradan zaman geçiyor bazı haberler okuyup duyuyoruz ama hala umudumu yitirmiyorum. O da öyle derdi hep. Biz umudu saçıyoruz umudumuzu nasıl yitiririz.

16 Eylül 2016 sabahı memleketimdeyim, Manisa’da. Uyanıyorum gördüğüm ilk haber, acı haber: “SON DAKİKA! Tarık Akan vefat etti!”

Daha yüzümü yıkayamadım, içime öküz oturuyor sanki. Yataktan kalkamıyorum. Babam geliyor yanıma okudun mu haberi diyor, kalkıyorum yüzümü yıkayıp tekrar okuyorum haberi. Sarılıyoruz ailecek birbirimize. Tüm ülkede olduğu gibi bizimkilerde de bir hüzün oluşuyor tabi ki. Gecesine Ankara’ya yola çıkacağım. Tarık Akan’ı benden daha iyi tanımış olan arkadaşlarım ile bulaşacağız. Kahvaltı yaptıktan sonra bir Tarık Akan filmi izlemek hepimizin kafasında var aslında. Ben dile getiriyorum. “Canım Kardeşim’i” izleyelim diyorum. Kardeşim bugün onu izlersek ağlamaktan ölürüz diyor. Hak veriyorum. “Ah Nerede” filmini izliyoruz. İçimizdeki burukluk neşe ile karışıyor ve içimiz darmadağınık oluyor. Böylelikle kardeşimin teorisi de çöküyor. Yine herkes birbirine göstermeden ağlıyor, babam ise kendisini zor tutuyor. Ama hiç kimse dudağındaki tebessümü bırakmıyor.

Film bitiyor yine birbirimize sarılıyoruz. Günlük işlerimize dönmemiz gerek. Aklımdan şunu geçiriyorum; Sen bize yalnızca çapkınlık yapmayı, aşık olmayı, muziplik etmeyi öğretmedin. Vatana ve emekçi halka bağlılığı da öğrettin. Umudu yeşerttin. Aydın olmak nedir bunu gösterdin... Kağıdıma ise şunlar dökülüyor;

“Vatanına ve halkına bağlıydı. Türk aydınının görevlerini herkese hatırlattı. 13 Aralık’ta Silivri zindanının barikatlarına yüklenmişti. O barikatlar onun doğum günü hediyesiydi. O barikatları yıkanların arasındaydı. Bütün yıldızlar onundu artık. Tarık Akan bizlere 'Vatana ve emekçi halka sadakat' mirasını bıraktı. Işıklar içinde uyusun."

Tam da böyleydi. Tek söyleyeceğimiz, o bu milletin içerisinde hala yaşıyor. Işıklar içinde uyu, en yakışıklı devrimci, yurtsever aydın. Işıkların içinde uyu Tarık ağabey...

Onur Özcan

Selçuk Üniversitesi

tgb.gen.tr

Tarih:
Diğer Haberler