YAZAR
Fedailer Mangası tanımını ilk defa Attila İlhan kullanmıştır. Attila İlhan, bu kavramı kendileriyle gurur duyduğumuz 1940 kuşağı şairlerini anmak için yazmıştır. Gerçekten 1940 kuşağı şairleri yazdıklarıyla, çizdikleriyle, gösterdiği devrimci duruşlarıyla emperyalizme karşı mücadelede dinamo gücü olmuşlardır. Güçlerini halkından alıp ayaklarını vatan toprağına basanların kuşağıdır 1940 kuşağı. Fedailer Mangası, isminde de geçtiği gibi büyük imparatorluk birikimimizden gelen fedai kültürünü attıkları her adımla gösterdiler. Vatan savunmasında bir adım bile geri adım atmadılar. Fedailer Mangasından Cahit Irgat, şöyle sesleniyor yarınlara:
“Sevgiden sırılsıklam
Yangınlanacak aşklar
Çok yakında bir gün
Çok yakında bir gün
İnsanlar insan gibi yaşayacaklar.”
Ardından büyük yürek işçisi, büyük usta Rıfat Ilgaz, bakın yaşamayı nasıl tarif ediyor:
“… Yaşamak bir yürek işçiliği günümüzde
Ölümün anlamı değişti birden
Eskiden yataklarda beklerdik
Ders mi sınav mı görev mi belli değil
Gelecekse ayakta bulsun dimdik
Açılan bir sorumsuz yaylım ateş
Bir top karanfildir gönlümüzde.”
İşte bu yazımızda yüreğinde bir top karanfille yaşayan Fedailer Mangasının müstesna isimlerinden Enver Gökçe’nin mücadelesini anlatacağız.
Kemaliye’den Ankara’ya Bir Fedainin Doğuşu
Enver Gökçe, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Çit köyünde doğdu. 1929 yılında ailesiyle beraber Ankara’ya göç etti. Ankara yolculuğu çok zorlu geçmişti. Bakın şairimiz bu yolculuğu nasıl anlatıyor: “1920 yılında doğmuşum. Ankara’ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı bir zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındayım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. Arapkir’e oradan da Hekimhan, Kangal yoluyla Sivas’a kadar kara yoluyla ve kış vaktinde yolculuğumuzu sürdürdük.” Bu uzun yolculuk bir halk fedaisinin ilerde oluşacak devrimci kimliğinin ilk adımlarıydı. Ankara’nın soğuk, kasvetli bir o kadarda direncini diri tutacak hoyrat havasıyla ilerken yeni bir hayat mücadelesi onları beklemektedir. 1929’da ilkokula başlar. Ardından Gazi Lisesi’nde öğrenimini tamamlayıp siyasi mücadeleyle tanışacağı üniversite yıllarına emin adımlarla ilerler. Lise yıllarında edebiyat öğretmenliğini yapan Fevziye Abdullah ve İshak Refet şairimizi edebiyata yönlendirdiler. Hatta Enver Gökçe anılarında ismini andığımız iki öğretmenini büyük bir gururla anlatır. Böylelikle Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne girmeyi hak kazanır.
Enver Gökçe, geldiği toplumsal sınıf ve geçirmiş olduğu çileli süreçle emeği önceleyen devrimci fikirlere hep yakın olmuştur. Türk devriminin birikimlerine tanıklık etmesi sebebiyle örgütlü mücadelenin önemi üzerinde sürekli durmuştur. Bu sebeplerle üniversitede bazı dernek ve yayın faaliyetlerine katılmıştır. Ülkü dergisinde düzeltmenlik yapar. Bu dergiye Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Nurullah Ataç gibi dönemin çok önemli edebiyatçıları uğrar. Bu isimlerle sohbet etme, pratiklerinden faydalanma fırsatını yakalar. Aynı zamanda şiirler yazmaya ve bu şiirlerini birkaç dergide yayınlatmaya devam eder. İlerde çıkartacağı “Dost Dost İlle Kavga” kitabında yer alan Köylülerime şiirini Ahmet Kutsi Tecer beğenmez. Hatta kendisine şiiri bırakıp düzyazıya yönelmesini öğütler. Enver Gökçe’de esprili bir şekilde Ahmet Kutsi Tecer’e “ben daha kötüsünü de yazarım” diye cevap verir.
Öğrencilik yıllarında sürekli okuyor, araştırıyor, köylüsünün, çiftçisinin, işçisinin yani üreten sınıflarının yaşadığı sorunlara karşı daha çok kafa yoruyor ve kelimeleri kaleminden sürekli dökülüyordu. Bir şiirinde şöyle seslenir: “
Bu/Dirlik/Düzenlik/Kavgasında/Yunus/Kollar/Daldırma/Gül/Ve/Yürek/Kocamandır./He/Vallah/Kocamandır./Kalabalık/Yücedir/Kalabalık/Vatandır/Ah/Len/Ah/Onlar/Yoksul/Eti/Yerler/Ve/İçtikleri/Vatandır.” Enver Gökçe, bu dirlik düzenlik kavgasında Yunus gibi pare pare yüreğiyle halkını omuzlarında taşımaktadır. Yoksul eti yiyen ve vatanın kanını içen emperyalist-kapitalistlere de her zerresiyle yazdıklarıyla eylemselliğiyle mücadele vermektedir. İşte Enver Gökçe’nin devrimci kimliği budur.
Enver Gökçe’nin bu devrimci bakış açısının gelişmesinde DTCF yıllarında kendilerinden ders aldığı Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes gibi Türk aydınlanmasında önemli katkıları olmuş hocalarında çok önemli yerleri vardır. Şairimiz hocalarıyla kurduğu bu bağ ile beraber örgütlü mücadeleyi de ihmal etmiyordu. 1948 yılında arkadaşlarıyla beraber Türkiye Gençler Derneği’ni kurdular. Bu dernek vasıtasıyla birçok iş örgütlediler. Halka her türlü yardımı yaptılar. Bunun yanında da köylere giderek hasatına yardım etmek, toprağını biçmek vb. faaliyetlerle emekçisiyle sırt sırta veren bir dernek oluşturmuşlardır. Belli bir süre sonra dernek faaliyetlerinden rahatsızlık duyan Turancı bir ekip derneği işgal etti. Fakat dernek yılmadan faaliyetleri sürdürmeye devam etti. Bu faaliyetler sürerken Enver Gökçe ve 4 arkadaşı komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle tutuklandı. Tam üç ay tutuklu kaldılar. Bu tutukluluk sürecinde dostlarından ve ailesinden büyük bir kuvvet aldı. Satırlarına şu kelimeler döküldü:
“Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba!”
Enver Gökçe, sadece Türkiye Gençler Derneği üyesi değildi. Bunun yanında partili mücadelede yürütüyordu. Nazım gibi TKP üyesiydi. Partiye büyük bir aşkı vardı.
Bu aşkıyla halkının dertlerini kendi derdi bildi ve dillerden düşmeyen bir çağlayan gibi coşkulu şiirlerini yazdı.
Hapishane Ranzalarında Yükselen Devrimci Ses
Enver Gökçe bu tutukluluk günlerinden sonra üniversiteden mezun olur. Mezuniyetinden sonra birtakım işlerde çalışır. Üniversite yıllarında yazdıklarıyla, ürettikleriyle haklarını savunduğu emekçi sınıfının hayatını şimdi kendisi de yaşamaya başlamıştır. Ekmek kavgasına o da girmiştir artık. Yalnız tutuklamalar peşini bırakmadı. Demokrat Parti iktidarı kendisine yapılan muhalefeti susturmak ve aykırı tüm sesleri kesmek için tarihe “1951 Tevkifatı” olarak geçen aydın avına başladı. Enver Gökçe’de uzanan bu karanlık elden nasibini aldı. Uzun tutukluluk sürecinden sonra yedi seneye mahkum edildi. Bu mahkumiyet sürecinde yıllarca okunacak, emperyalizme karşı mücadelede direnç verecek eserler ortaya çıkarttı. Çok meşhur olan Yusuf ile Balaban destanını bu dönemde yazdı. Bu destanda “ Zaman akar, zaman geçer/ Zaman zindan içinde” diye sesleniyordu. Bulunduğu cezaevinde edebiyat ve sanat dünyamızın onurlu ve mücadeleci isimleri olan Ruhi Su, Ulvi Uraz, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul şahsiyetler sıkı ilişkiler içinde oldu.
Hapisliği bitince çeşitli dergilerde düzeltmenlik yapmaya devam etti. Bu sırada şiirlerini de yazıyor, dergilerde yayınlatıyordu. Günleri böyle ekmek kavgası içinde geçerken sürgün yıllarından kalan çeşitli hastalıklarla da mücadele etmeye çalıştı. İstanbul ve Ankara arasında sürekli mekik dokudu. Kendini halkının mutluluğuna adamış bu müstesna adam, o ızdırap dolu tedavi dönemlerinde dahi üretmekten bir adım bile geri durmadı. Memleketinin şarkılarını düşündü bu dönemlerde o buram buram Anadolu kokan şarkıları… Sonra şöyle seslendi yurduna:
“Ben bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündeyim Anadolu’nun.
…
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mühim ve vatanseverim.”
“Senin Emekçin Olaydım…”
İşte bu fedai yürek yaşadığı büyük ekonomik sıkıntılar neticesinde İstanbul’dan ayrılıp memleketi Kemaliye’ye dönmek zorunda kaldı. Doğup büyüdüğü topraklar kendine merhem olmuştu. Fakat ne yazık ki bu kuvvetli topraklarda ilerleyen hastalığını durduramıyordu. Tedavisi içinde tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’daki son yıllarını da bir huzur evinde geçirdi. Bu yıllarda yaşamış olduğu belli sıkıntılardan ötürü partili mücadeleden uzak kalmıştı. Bu uzak kalmayla şiirlerindeki o benzersiz devrimci tınıda eksiklikler ortaya çıkmaya başladı. Yine o kitleleri ayağa kaldıran, mücadeleye çağıran şiirlerini yazıyordu. Ama bazı şiirlerinde 40’lı yıllardaki örgütlü mücadele ateşinden çıkanlar gibi etki bırakamıyordu. Soğuk, kasvetli bir kış günü 19 Kasım 1981’de devrimci mücadeleye başladığı, ekmek kavgası uğrunda diz çürüttüğü bu şehirde hayata gözlerini yumdu.
Fedailer Mangası’nın müstesna ismi Enver Gökçe, yaptığı sanatını şöyle tanımlıyordu:
“Ben sınıf edebiyatı yapıyorum. Türk halkının hayatın her dönemde aktif olan, güzel olan, büyük olan bu halkın sanatını yapmaya çalışıyorum. Bence sanat her şeyden önce bu sınıfın yaşam kavgasındaki gücünü kudretini ortaya koymasındadır. Bir sanatçının doğru, devrimci bir yönde bir şeyler verebilmesi için, pratik ve teori arasındaki işbirliği daima göz önünde tutması gerekir. Dünyayı ve olayları ancak diyalektik metodun ışığında kavrayıp yorumlayabiliriz.” Gerçek sanatçı içinde diyordu ki: “Baştan bakıldığında asıl mesele, insanın görüşlerinde kararlı olmasını meydana getirmiştir. Sadece namuslu olmak da yetmez. Sonuna kadar hem namuslu hem de sapına kadar bilinçli olmak şarttır. Gerçek sanatçı, pazarlıkların, küçük hesapların insanı değildir ve olamazda.”
Yıllardır edebiyatımızı etkisi altında bırakıp milli köklerinden koparma harekatı içinde olan neoliberalizm büyük çöküşler yaşamaktadır. Genç nesiller büyük fedakarlıklarla vatanı için mücadele etmiş nice yazarımızı, şairimizi okumakta, araştırmaktadır. Ismarlama çıkartılan kitaplar, Amerikan gözlüğünden bakılıp oluşturulan yayınlar artık itibar görmemektedir. İşte neoliberalizmin bu batışıyla nice Enver Gökçe’ler, Attila İlhan’lar, Rıfat Ilgaz’lar içimizden çıkacak ve gücünü Anadolu’nun insanlık birikimine dayandıran edebiyatı kuracaklardır.
Kurulacak bu edebiyatın habercilerinden olan büyük usta Enver Gökçe’nin şu şanlı dizeleri tam bağımsız Türkiye yolunda ilerlerken gelecek güzel günlere selam veriyor:
“ Senin emekçin olaydım
şen olası türküsü
dost kokusu, dost selamı Türkiye”
Ümit Çalışkan
TGB İzmir İl Başkan Yardımcısı
Kaynakça:
1) Enver Gökçe Bütün Şiirleri, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2001
2) Özgen Şeçkin, "Enver Gökçe Üzerine: Eleştiri Tanıtma İnceleme Söyleşiler", Damar yayınları, Ankara 1991.
3) İbran Erdem, "Enver Gökçe", Öykü Şiir yayınları, Ankara 2000.
tgb.gen.tr