

YAZAR
Dünya yüzünde gördüğümüz her şey, kadının eseridir
(Mustafa Kemal Atatürk)
Kadına Şiddet: Süreklilik ile Değişkenlik
"Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer!" der şair. Tevfik Fikret'in bir mısrası bile kadınların bir toplum içindeki konumlarının salt bir "kadın meselesi" olmaktan çok öte bir nitelik taşıdığı gerçeğini içinde barındırıyor. Kadının toplumdaki yeri bir gözlemciye incelediği toplum hakkında birçok şey anlatır.
Yirmibirinci yüzyıl Türkiyesinde kadına şiddet çok vahim bir toplumsal sorun olarak beliriyor. Buna neden olarak da sıkça ataerkil toplum yapısı gösteriliyor. Erkek egemen bir toplum olmamızın sebepleri dinde, kültürümüzde, geleneklerimizde, eğitim anlayışımızda, yetiştirilme tarzımızda vb. aranılıyor. Peki bu nedenler bugün Türk kadınının içinde bulunduğu durumu kavramak için yeterli mi? Değil!
Elbette gelişmekte olan bir toplumun "gerikalmışlıkları" var, geçmişten süregelen ve "aşılması gereken" anlayışlar, pratikler var. Elbette kadınların şiddet ve baskıya maruz kalmaları veya marjinalleştirilmeleri yeni değildir, tarihsel bir sorundur. Geleneksel bir toplumun şüphesiz aydınlanmaya ihtiyacı var. Fakat bu genel kaide AKP döneminde yaşadığımız kadına yönelik vahşetin olağanüstü artışını açıklamaz. 3 Kasım 2002'den önce de Türk toplumu ataerkil bir yapıya sahipti. Elbette o zaman da şiddet vardı, sayısız olumsuzluklar vardı. Fakat kadına şiddet ve baskı AKP döneminde akılalmaz boyutlara erişti.
Bu kadar kısa sürede bu denli vahim bir değişimi bin yıllık bir süreklilik taşıyan Türk toplumunun "gelenekselliği" ile açıklayamayız. Türk toplumunun özellikleri 2002'de bir çırpıda değişi mi verdi? Türk toplumun DNA'sı mı değişti? Türk kadınının üzerine kara bulut gibi çöken vahşet tsunamisini açıklayan değişken nedir?
Çürüyen Sistem ve Çürüyen İnsanlık
Bir toplumun varlığını, gidişatını ve özelliklerini belirleyen yapısal unsurlar üretim ve paylaşım ilişkileridir. Hakimiyet, fikirler, yaşam tarzları her zaman belli bir ekonomik düzenin içinden çıkar ve bir toplumdaki sınıfsal güç dengelerinin yansımasıdır.
"Kahrolsun emperyalizm" diyoruz, Türkiye'yi emperyalizmin kıskacından kurtarmanın mücadelesini veriyoruz. Fakat nedir emperyalizm? Emperyalizm çürüyen kapitalizmdir. Emperyalizm kapitalizmin son aşamasıdır. 1980'lerde küresel ölçekte hakim kılınan neoliberal sistem şu an çöküş içinde. 12 Eylül Amerikan darbesi Türkiye'ye zorla bu sistemi dayatmak için yapıldı. Türkiye'de karşıdevrim sisteme egemen oldu. Cumhuriyetin tüm kazanımlarına karşı taaruza geçti Atlantik ve Atlantikci güçler, F-tipi Gladyo büyütüldü, ülkeye "Türk-İslam sentezi" dayatıldı, İkinci Cumhuriyetcilik türetildi, devletcilik ve üretim ekonomisi tasfiye edilip sıcak para ve borçlanma ekonomisi dayatıldı memlekete. Yani ülkemiz gericileştirildi, ayrıştırıldı ve Türkiye küresel kapitalizme eklemlendi. Türkiye'de Atatürk devrimine yönelik bir karşıdevrim teşebbüsü gerçekleşti. Bu karşıdevrim saldırısının son halkasıdır AKP. 24 Ocak/ 12 Eylül ile başlayan sürecin küflü ve çürük meyvesidir AKP.
Emperyalizmin bize dayattığı, tarihsel mecburiyetlerimize aykırı, sistemin sürdürülebilir olmadığı zaten en başından aşikardı. Sistem gitgide artarak yobazlaşıyor, yozlaşıyor ve çürüyor. Sistemin çürümesi elbette topluma da yansıyor. Bu çürüklüğü görüyor ve yaşıyoruz. Kadınlara yönelik şiddetin artışını ancak bu bağlamda kavrayabiliriz. Çürümüş bir insandır Özgecan'ı katleden, Tuğçe'yi öldüren, Cansel'i ölüme mahkum eden. Çürümüş bir düzen çürük kişilikler ve çürük insan ilişkileri üretir. Elbette koca Türk milletini topyekûn çürütemediler, çürütemezler, ama benliği çürümüş insanların sayısı bozuk sistem içerisinde artıyor, sistemin çürümesi toplumda sayısız tahribatlar yaratıyor.
Nefretle kınadığımız vahşeti televizyonlarımızı veya radyolarımızı açtığımızda maruz kaldığımız yozluktan, düzeysizlikten ayrı düşünmeyelim. Seyyid Rızalara sahip çıkmalardan, heykel dikmelerden ayrı düşünmeyelim. İğrenç evlilik programlarından ayrı düşünmeyelim. İnsanların bencilleştirilmesinden ayrı düşünmeyelim. Atatürk için "Onu sevmeye mecburmuyuz" diye manşet atan amerikancı holding gazetelerinden ayrı düşünmeyelim. Esnaf, köylü, çiftçi ve işçinin küresel tekellere yem edilmesinden ayrı düşünmeyelim. Tinerci çocuklardan, kapkaçlardan, artan suç oranlarından ayrı düşünmeyelim. Çıkarcılıktan, hırsızlıktan, yolsuzluktan ayrı düşünmeyelim. Tefecilerin eline düşen mahalle sakinlerimizden ayrı düşünmeyelim. Ancak bu bütünselliği kavrayarak emperyalizmi kavrayabiliriz.
Bugün kadınımızın içinde bulunduğu durum, her ne kadar vahim ise de, sistemin çürüklüğünün yalnızca bir emaresidir. Cumhuriyet yıkıcılığının, karşıdevrim programının uygulanışının eseridir. Devrim kadınımıza ve milletimize özgürlük, karşıdevrim ise kölelik getirir. Öyle ise tek doğru yol sonuna kadar Cumhuriyet Devrimleri için mücadele etmektir.
Özgürlüğün Tek Yolu Mustafa Kemal'in Programı
Devrimcilik bilimsel bir bakış açısı gerektirir. Devrimci mücadelesini bilimsel tahlil ile belirlediği doğru yol üzerine kurar. Bilimselliğin en temel ilkesi ise doğru neden-sonuç ilişkileri kurmaktır. Postmodern feminist anlayışlar gibi olaya bir cinsiyet ayrımcılığı gözlüğü ile bakarsak en iyi ihtimal ile olguları tarif edebiliriz, ama asla sorunların temelindeki gerçek neden-sonuç ilişkilerini kavrayamayız. Yani kadınlarımızın neden öldüğünü anlayamayız. Dolayısıyla yanlış teşhis koyup yanlış tedavi yöntemlerine yöneliriz. Kadına baskı ve şiddeti irdelerken merkeze kadın ve erkeklerin toplumsal ilişkilerini (baba, koca, ağabey, sevgili, patron vs.) koyarak birçok sorunu ve yanlışı tespit edebiliriz belki. Fakat bu ancak kadını köleleştiren gerçek ve belirleyici etkenin çürük emperyalist-neoliberal sistem olduğunu anlayıp cumhuriyet devriminin tamamlanmasının mücadelesine omuz verdiğimizde manalı bir başarı sağlayacaktır.
Bir millet ancak müştereken özgürleşir, ilerler veya köleleşir, geriler. Kadına, erkeğe, işçiye, köylüye, yaşlıya, gence, hepimize laiklik gerek, cumhuriyet gerek, vatan gerek, devrim gerek. Cumhuriyet, üretim ekonomisi, toplumsal dayanışma, milli birlik bunlar "demokratik" tercihler değil, yaşamsal mecburiyetler. Mecburiyetleri inkar eden karşıdevrim sistemi önce çürümeye, sonra çökmeye mahkumdur. Bu çürümenin ve çöküşün sancılarını çekiyoruz. Fakat devrim zaten çürüyen bir sistemin tasfiyesidir. Cumhuriyetin yarattığı gençlik, cumhuriyetin özgürleştirdiği kadın en başta olmak üzere Türk milleti bu çürük düzeni yıkmanın eşiğinde. Artık bu bireyci, gerici, çıkarcı, ayrımcı, emperyalist merkezlere bağlı mafya-gladyo sisteminin işlemediği ayan beyan ortada. Milletimizin önünde Mustafa Kemal'in devrim yolu tek seçenek olarak beliriyor. Tarihsel mecburiyetler ebediyen bastırılamaz, ya karanlıklar içinde boğulup yok olacak Türk milleti, ya da yarım kalan devrimi tamamlayacak. O karanlığı AKP döneminde fazlasıyla tadan Türk milleti şüphesiz ki tek çare olan devrimi ve dirilişi seçecek.
Emperyalistlerin kurduğu dünya düzeni çıkmazlar içinde geriliyor. Kadın, erkek, genç, yaşlı tüm toplumların vicdanını, haysiyetini, benliğini, insanlığını günbegün törpüleyen sistemin hükümranlığının sonu beliriyor. Bu çürük sistem ilk başta en vahşice uygulandığı mazlum milletler coğrafyasında, yani bizim gibi ülkelerde, yıkılıyor ve yıkılacak.
Tahammül edilemeyecek manzaralar ile karşı karşıya kalıyoruz, çünkü artık 36 yıl önce başlayan çürümenin en uç noktasına geldik. Bir yapı iliklerine kadar çürüdüyse eğer ayakta duramaz artık. Fakat en çürük yapı bile kendiliğinden çökmez, çökertmek için onu yıkacak bir güce ihtiyaç vardır. Burada bizlere görev düşüyor, bu yapıyı yıkıp yeni bir yapı inşa etmek tarihin bizlere yüklediği görevdir.
Bu çürük düzeni değiştirecek öncü kuvvetlerin en başında Mustafa Kemal gençliği geliyor. Birilerini rahatsız etse de "kızlı erkekli" bir mücadele ve dayanışma içindeyiz. Dostluğu, emeği, paylaşmayı, kardeşliği, sevgiyi TGB ile yaşıyoruz, yaşatıyoruz. TGB aydınlık yarınlara ekilmiş bir fidandır. Fidan büyüdü, kökleri yayıldı ve derinleşti, ağaç oluverdi. Neoliberal kapitalizm ve emperyalizm ise bu ağacı çevreleyen gübredir. Gübre pistir, ama ağacın büyümesine mani olamaz, bilakis büyütür, kuvvet katar.
2006'da geleceğe atılmış bir tohum olan TGB, kadınımızın, emekçimizin, köylümüzün, gencimizin, tüm Türk milletinin istikbalinin teminatıdır.
Gökhan Dağtekin
TGB Avrupa Başkanı